06.Nisan.18
M ile başlayan kelimelere meyyalim sanırım. “Latif Sözcükler” bölümünü yaparken farkına vardım bunun. Bu arada, lafı gelmişken, kelimeleri böyle ardarda dizmek saçma görünüyor olabilir. Ben biraz da hafıza çalışması gibi düşünüyorum bunu. Yakın zamanlarda okuduğum, duyduğum, rast geldiğim sözcükleri yazıyorum. Bazılarını hatırlamış, hatırlatmış oluyorum. Nedir, yeni duyduğum öğrendiğim sözcükler de oluyor. Hem gerçekten çok güzel kelimeler. Hepsi güzel. Size de göstermek istiyorum. Dikkatle bakınız.
O zaman bir “latif sözcükler” bölümü daha yapalım hadi!
Latif Sözcükler (Sanki Latif Olmayanı Varmış Gibi): Mahfil, tahvil, tevarüs, namütenahi, müheyyiç, bellek, ufuk, aşkın, kadit (kadidi çıkmış), malafat, mala, kabına sığmamak, kelek, kepenek, dilhun, çelebi, kalender, kerte, melül, mel mel, zaptiye, zabıt, zabit, mugalata, menzil, maroken, müsamere, manzum, matara, münasip, muhakeme, mülhem, sunturlu, tafsilatlı, teşrifat, nevazil, maaile, müspet, muhkem, müstemleke, mütareke, menfi, müşterek, dehşetli, mertebe, irtifa, metres, zamazingo, meyil, zımbırtı, bucak, mahsul, malulen, makasçı, melül, melun, intibah, hamhalat, tartımlı, dizemli, dizge, özgeci, diğerkam, intiba, zembil, müstakil, münferit, marazi, mediokrasi, medeniyet, müteşabih, mütekabiliyet, mahrem, müşahit, musallat, mastor, makara, menfi, mushaf, miğfer, misina, zarif.
***
Sözcükler latif olmasına latif de bazı durumlarda kullanılış biçimlerine alerjik reaksiyon gösterdiğim oluyor. Söz gelimi, “kardeş” hitabı. “Kardeş nasılsın?” Gerçekten cin ifrit oluyorum bunu duyduğumda.
“Kardeşim” demekte sorun yok ama “kardeş”in rahatsızlık veren bir tarafı var. Aynı şekilde “arkadaş” da. “Arkadaşım nasılsın?” denildiğinde, biri bana iğne batırıyormuş gibi hissediyorum.
“Türkçemiz” ya da “Güzel Türkçemiz” de böyle ifadelerden. “Türkçe” neyine yetmiyor kardeş!
Elbette Dağlarca’yı ayrı tutuyorum. Ne demişti: Türkçem, benim ses bayrağım.
1996 yapımı Jan Sverák filmi Kolya, biraz basmakalıp olacak belki ama hakikaten sıcacık, samimi, insanın içini ısıtan bir film. Birçok ödülün yanısıra En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü’nü de almış.
Yaşlı bir adamla bir çocuğun dostluğunun hikayesini izliyoruz. Nedir arka planda Prag Baharı’nı kışa çeviren SSCB müdahalesinin tavsamaya başladığı bir dönemdeyizdir. Dönemin Çekya (o zamanki adıyla Çekoslovakya) toplumu, Rus askerlerin varlığı (“Onlar bir yere gitmezler, ileri geri gidip dururlar”), siyasi iklim, gelmekte olan gerçek bağımsızlık günleri de göz kırpar izleyiciye.
Zorlama bir yorum gibi gelebilir belki size ama ben yaşlı adamla (Louka) küçük çocuğun (Kolya) dostluğundan toplumsal mesajlar da çıkardım kendimce. Birbirinin dilini bilmeyen, birçok bakımından aralarında eşitsizlik olan ama birlikte ve bir arada yaşamak durumunda kalan iki insanın nasıl iletişim kurabileceği, aynı durumdaki iki topluma da yol gösterebilir mi? Neden olmasın?
9.Nisan18
Yeni yayımlanan kitaplar arasında gördüm Domingo Yayınevinden çıkan Tavşan Yılı’nı. İlgimi çekti, Dost’a uğrayıp biraz karıştırınca aydım: Yıllar yıllar önce Cemil Kavukçu, bir söyleşisinde bu kitaptan bahsedince güç bela bulup okuduğum, Fin yazar Arto Paasilinna’nın Vatanen’in Tavşanı adlı romanıydı bu kitap. Ve fakat, maalesef, kitabın ilk Türkçe baskısına dair bir not, açıklama koyulmamıştı Tavşan Yılı’nın künyesine. Belli ki bir yasal zorunluluk yok ama bu türden bir bilginin şık duracağı, okurun işini kolaylaştıracağı kesin. Biz söylemiş olalım.
Eduardo Galeano (toprağı bol olsun) Hikâye Avcısıkitabı içinde yer alan “Sessizlik Lütfen” adlı gerçek-öyküsünde (gerçek-öykü ifadesi Zeynep Sönmez’e ait), geçtiğimiz günlerde üç kitabı birden Türkçede ilk kez Alakarga Yayınları tarafından yayımlanan Juan Carlos Onetti’den açar. Gerek kendi yazdıklarından (Yarın Başka Bir Gün Olacak’taki öykülerini) gerekse de hakkında yazılanlardan, söylenenlerden anladığım şu: Onetti bir tuhaf adem. Bir tuhaf yazar.
Galeano, Onetti’den çok şey öğrendiğini söyler. Onetti’nin unutamadığı bir sözü de şudur Galeano’nun: “Var olmayı hak eden yegâne sözcükler sessizlikten daha iyi olanlardır.”
Unutamadığı bir diğer şeyi kendisinden dinleyelim Galeano’nun:
“Hiç unutmadığım bir diğer şey de, Gandhi’nin kız torununun yıllar sonra Montevideo’ya yaptığı bir ziyaret sırasında bana söyledikleri oldu.
Onunla müdavimi olduğum Café El Brasilero’da buluştuk ve oradan çocukluğundan bahsederken bana dedesinin ona sözcük orucu tutmayı öğrettiğini söyledi: Haftada bir gün, Gandhi ne bir şey dinliyor ne de bir şey söylüyormuş. Söz namına hiçbir şeyin olmadığı bir gün.
Ertesi gün sözcükler kulağa başka türlü geliyormuş.
Susarak konuşan sessizlik, sözü söylemeyi öğretir.”
Eğer bir gün Kral olursam, daha doğru ifadeyle Kral olduğumda, daha da doğru bir ifadeyle Bergama Kralı olduğumda, haftada bir gün tüm kente konuşmayı yasaklayacağım. Kendi iyilikleri için (bütün diktatörler böyledir, tebaalarını pek düşünürler). Sözün kıymetini anlasınlar için.
Bugün doğan çocuklar için isim önerileri
Kız olursa: Tomris
Erkek olursa: Memet (h’siz)
Temenniler: Toplumsal cinsiyet rollerini sorgulasın. Seyahat etsin, daha önemlisi odasından çıkmadan seyahat etmeyi düşlesin. Bilimden, sanattan, müzikten, felsefeden ve elbette edebiyattan sevinçler devşirsin. Kolaya kaçmasın, ortadaki kalabalığa yanaşmasın, vasat olmasın. Kendiyle yüzleşip kendini yıksın. Kendini yıkıp yıkıp yeniden kurabilecek güçte ve cesarette olsun. Bay desinler Memet’e, ama Bayan diyemesinler Tomris’e. Dur hiç diyemesinler. İkisine de. Dur durak bilmesinler ne aşkta ne hayatta ne de edebiyatta.
***
Tomris deyince aklıma geldi yine. Serkan Seymen ve Merve Erol’un Tomris Uyar’la yaptıkları çok güzel bir söyleşi var. Ben arada açıp açıp okurum. İlkin Roll sonra da Express dergilerinde yayımlanmış. Madde madde ilerliyor söyleşi. Bir Tomris Uyar Alfabesi çıkmış ortaya böylece. Söz gelimi “içmek” maddesine şöyle cevap vermiş Tomris: “Yahu, iç sigaranı… Benim kadar çok içmek de iyi değil tabii. Ama başka keyif maddesi kalmadı hayatımda. İçki de içemiyorum artık. Belki bir yere kadar az içebilirim, ama öyle yapacağıma, hiç içmem daha iyi. Her şeyim öyledir. İçkiyi içtim mi çok içerdim. Sevgim de öyledir.”
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Ülkü Tamer’in anısına ve ikisinin de anısına, Tomris’in “beğenmediğim yerellik” maddesine verdiği cevabı da alalım buraya:
Beğenmediğim yerellik deyince aklıma bir de Emir Kusturica geliyor. O “Çingeneler Zamanı”, hiç dayanamam. Ülkü Tamer’in yazıları gibi. Ülkü Tamer eski eşim ama, Antep’te eski sinemalar, orada film nasıl seyredilir, film nasıl kopardı diye nostalji dolu yazılar yazıyor. Filmin kopması neden hoş bir şey olsun ki?
10.Nisan18
Jan Sverák’ın başka bir filmini daha izledim: Depozitolu Şişeler (2007). Başrolde yine, yönetmenin babası olan ve oğlunun filmlerinin senaryosuna da katkıda bulunan Zdenek Sverák vardı. Kolya kadar iyi olmasa da izlenesi bir film. Zdenek Sverák’ın canlandırdığı Josef Tkaloun öğretmendir. Uzmanlık alanı Çek Edebiyatıdır. Ergenlerden mürekkep bir sınıfta bir şairin dizelerini dikte edip öğrencilerden yorumlar alır. Nedir, adamcağız bir süre sonra çileden çıkacaktır çünkü ergenler, kendilerine yakışacak şekilde abuk sabuk konuşurlar. Bay Takloun’un andığı şair, Çek Edebiyatınca mühim bir yer kaplayan Jaroslav Vrchlicky, nam-ı diğer Emil Frída’dır (1853-1912). Filmde okunan şiirin tamamına ulaşamadım ama İngilizceye çevrilmiş başka şiirlerini buldum Bay Frida’nın. Bir tanesini Türkçe söyledim, buyrunuz:
Nadir Aşk İçin
Bulabilmek için o nadir aşkı, dünyayı dolaşırdım,
yalınayak, kasketsiz başımla, çıplak ayaklarım kanayarak,
giderdim zemheride, bitimsiz Mayıs’ı hissederek iliklerimde,
dalardım gözümü kırpmadan fırtınalara, kargaların şarkılarını dinleyerek,
geçerdim çöp dağlarının içinden, çiğ düşmüş inci gibi kalbimle.
Bulabilmek için o nadir aşkı, dünyayı dolaşırdım,
İlahiler söyleyerek sokaklarda, yalnız başıma yalvarırdım.
Onur Çalı