14.Mayıs.18

11 Mayıs, bildiğiniz üzre Sait Faik’in ölüm yıl dönümü. Ve her yıl 11 Mayıs’ta o yılın Sait Faik Hikaye Armağanı’nın kime verildiği açıklanıyor, ödül töreni yapılıyor. Benim önemsediğim bir ödül bu. Her şeye rağmen.

Sözü Ferit Edgü’ye bırakıp köşemize çekilelim biz…

“Sait Faik, yazarlık yaşamı boyunca yerli yabancı hiçbir ödül almadı. Hoş, bugünkü gibi ödül bolluğu da yoktu o sıralar. Olsaydı da, Sait Faik’in umrunda olmazdı bunlardan birinin kendisine verilmesi ya da verilmemesi.” (Ferit Edgü, Sözlü/Yazılı, YKY, s. 208)

***

Latif Kelimeler

taun, varyete, lebi derya, kasatura, süngü, ufunet, suhulet, mülahaza, muşta, muştu, gedik, gedikli, görümlük, mıhsıçtı, galik, galon, gammaz, vesvese, mastor, maestro, virtüöz, velvele, velespit, vaveyla, kerata, kertik, lenger, hayta, yılkı, çavela (çavalye, çevale), çaput, çiroz, yağdanlık, değirmi, kıvrak, huma, fırda, fırlama, fırıldak, seme, serkeş, marşandiz, hergele, ifrazat, dibace, kısık, masif, varyos, lomboz, çarpana, müruruzaman, ılgar, telaki, satrap, sadakor, dirimsel

***

Bir Film Birkaç Cümle

Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok: Klasik bir Onur Ünlü filmi. Kısa bir süre sonra kör olacağını öğrenen, ayak fetişisti, saplantılı bir cinayet masası polis memuru olan Salim’in giderek dağılmasını izliyoruz. Fatih Artman (Salim) iyi. Ve fakat Demet Evgar’a ne demeli! Bu sene izlediğim tüm performanslarında (Aile Arasında ve Sofra Sırları, hatta reklamlarda) olduğu gibi burada da ışıl ışıl. Teyze jargonuyla bitirelim: Allah ışığını söndürmesin, biz de hep izleyelim.

Körfez: Emre Yeksan’ın ilk uzun metraj yönetmenliği. Bu filmde de 30’lu yaşlarındaki bir adam var karşımızda, tek harf farkla: Selim. Selim de, tıpkı Salim gibi, boşanmış. Benzerlik bu kadar. Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’da da karanlık bir atmosfer vardı ama Körfez bir kıyamet senaryosu gibi. İzmir Körfezi’nde bir tanker yanıyor ve sonrasında şehre müthiş bir koku yayılıyor. İnsanlar kaçıyor. Selim ve bağzı insanlar ise diğerlerinin gaz maskeleriyle gezdikleri yerlerde maskesiz, kokudan rahatsız olmadan dolaşıyor. Eskatolojik bir havası var hikayenin. Sanki dünyanın, sanki (en azından) İzmir’in sonu gelmiş gibi. Nedir, bu karanlık atmosferde umutlar da var, yeşeriyor. Söz gelimi dostluk ve direniş. Söz gelimi mülksüzleşme ve kolektif yaşam. Buna dair göndermeler açık değil belki ama vurgulu. Umut umuttur. İzlemek bile iyi geliyor.

Hamiş: Ankara’dan, Mekan sahnesi oyunlarından bildiğimiz Ahmet Melih Yılmaz filmin bonusu. Daha önce Abluka’da da bir yan rolle görünmüştü. Kendisini başrollerde izlememiz yakındır.

Annemin Şarkısı (Klama Dayîka Min): Yine bir ilk film. Erol Mintaş hem yazmış hem de yönetmiş. Klişe olacak ama çok sıcak, samimi bir film. Büyük meselelere dokunurken bile usulcacık yapıyor bunu; böylesi daha ağır ve etkili bir anlatım. Bir ana-oğul ilişkisi ekseninde Kürt meselesi, dil meselesi, kentsel dönüşüm gibi olgulara el atılmış. Anne Nigar Hanım’ı oynayan Zübeyde Ronahi, birkaç ay önce vefat etmiş maalesef. Profesyonel bir oyuncu değilmiş Zübeyde Hanım ama çok iyi bir performansla oynamış gerçekten. Toprağı bol olsun.

71dbd-z25c325bcbeyde_ronahi

Birçok ödülü var filmin. Ve apaçık ortada olan meseleleri var. Nedir, eskiyen bazı değerlere bir ağıt gibi de okudum ben filmi. Özellikle dengbej sahnesinde bunu hissetmemek mümkün değil.

Oğul Ali’yi oynayan Feyyaz Duman’ı annemin izlediği uyduruk bir dizide görmüştüm. Meğer epeyce filmde oynamış bir Kürt aktörmüş. Feyyaz Duman’ın oynadığı filmleri izlersem yeni dönem Kürt sinemasına da ufak ufak giriş yapmış olurum sanırım.

18.Mayıs.18

Babil Kitaplığından çıkan Leon Bloy’un Sevimsiz Öyküler kitabının önsözünde şöyle der Borges: “Yazma işine girişip de bir başkasına dönüşmeyen, en azından kendi özellikleri ve gerçekliklerini abartmayan bir insan belki de yoktur.”

Belki mi? Elbette yoktur.

20.Mayıs.18

Mizanpajı en iyi olan yayınevi: Ayrıntı

Söz gelimi, Can Yayınları’nın kitaplarını (yeni tarihli olanları kastediyorum) okumak için neredeyse pertavsız kullanacağız. Kimse söylemiyor mu acaba?

***

Akşam olmadık şeyler düşünüyorum bir idam mahkûmunu,
kahvaltıda ne yediğini çöpçü çocuklarının
kalabalık bir caddenin ortasındaki çınarın
hangi mevsimde budandığını niçin
savaşlarda yitmiş ordular gibi
görünmeden geçtiğini dostlukların
Bir menekşe yaprağının bir kuleden
bizim için sessizce
savrulduğunu

Onat Kutlar, ONE FOR THE ROAD

21.Mayıs.18

Spinozacı bir yaşama rehberi gibi de okunabilir Çetin Balanuye’nin “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?” adlı kitabı; elbette bir self-help kitabı değil ama Çetin Balanuye, Spinoza’yı rehber edinip çoğun deneme tadında, felsefeyi uğraş edinmemiş biz fanilerin de anlayabileceği rahatlıkta yazmış. Kitabın alt başlığı kışkırtıcı: Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif

Nasıl yaşamalı sorusuna Spinoza rehberliğinde yanıtlar arıyor Çetin hoca. Kendi deneyimlerinden verdiği örnekler (bilhassa Ruhi Bey, inşaat ustaların kazıklaması meselesi, organik tarım yapan arkadaşının söyledikleri) benim kafamda sorun teşkil eden, zihnimi kurcalayıp duran bazı soru(n)larıma ilaç gibi geldi doğrusu.

Sevinç duymak ve giderek sevince dönüşmek için bağzıkahrolası varsayımlarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Bu varsayımların neler olduğunu anlamak, Balanuye’nin anlatımı sayesinde, çok güç değil belki ama içselleştirmek oldukça güç. En zoru da şu: Ölümsüz olmak “fikrinden” acilen uzaklaşmalıyız. Nedir, ondan da önce Tanrı/Doğa’daki var-kalım çabası içinde olan herhangi bir şeyden (modustan) üstün olmadığımızı, yani tıpkı bizim gibi var-kalım mücadelesi içindeki hayvanlardan ya da ağaçlardan ya da çakıl taşından ya da bir vazodan üstün olmadığımızı, Tanrı/Doğa’nın sonsuz verimliliği içinde türeyip, var kalıp, çözülmek açısından onlardan farklı olmadığımızı kabul ederek başlamak gerekiyor işe.

Spinozacı bir sevince ancak böyle adım atabiliyormuşuz.

Sevince dönüşmeye daha çok var. Olsun, sevince doğru bir milim olsun yaklaşabilmek de bizatihi sevinçtir belki de…

***

Fanzinleri seviniz. Hele bizim gibi sanalına (kolayına) kaçmadan bu işi sürdürenlere, ürünlerini bastırıp dağıtabilenlere muhakkak destek veriniz. 14. sayısı çıkan Marşandiz Fanzin’in yarısı şiir yarısı öykü. Ankara’da Tayfa Kitabevinden edinebilirsiniz.

22.Mayıs.18

Alejandro Zambra, son dönemin öne çıkan yazarlarından. Soru Kitapçığı Türkçe’deki beşinci kitabı. Deneysel bir anlatı, denebilir Soru Kitapçığı için. Daha önce de yazmıştım; Türkiye’deki 12 Eylül’e benzer bir deneyimi, Pinochet dönemini yaşadığı için Zambra, benzer duyarlıklarımız var. Sonra Şili de Türkiye gibi futbola ilginin yoğun olduğu bir ülke. Başka benzerlikler, yakınlıklar da var elbette.

Pinochet ve Kenan Evren (ve sivil manevi mirasçıları) iki uzak kardeş gibi. İkisi de çok yaşadı. İkisi de sözde bir hesaplaşmanın ortasındayken öldü. İkisi de geleceğe kötü bir miras bıraktı. Bununla da bitmiyor.

Zambra’nın Notos’ta yayımlanan (sayı 53) söyleşisindeki şu sözleri bile, Şili ile ne kadar benzer bir geçmişe (ve şimdiye) sahip olduğumuzu göstermiyor mu: “Diktatörlüğü anlatmak illa geçmişi anlatmak anlamına gelmiyor. Şimdilerde yeni bir anayasa ihtimali üzerine konuşulmaya başladı, çünkü bizi hâlâ Pinochet’nin kafasının ürünü olan 1980 Anayasası yönetiyor. Sürdürülebilir bir yanı yok, anayasada bir sürü değişiklik yapıldı ama hâlâ o kurallar geçerli. Yeni bir anayasaya kavuşmadan yeni bir Şili olmayacak.”

fecb4-file_20141212145508

Sosyal medyada, akım mı demeli, bir kalıp var. X olsa beğenirdiniz ama burası Y. Netleştireyim: Mesela bir fotoğraf paylaşıyorsunuzhesabınızdan ve şu notu ekliyorsunuz fotoğrafa: Paris olsa beğenirdiniz ama burası Çorum. Biz şimdi Zambra’ya dönelim yeniden.

Kuşkusuz Zambra iyi bir yazar. Zambra’nın Soru Kitapçığı da iyi bir kitap. Nedir, aynı deneysellikteki bir işi basar mıydı yayınevleri? Söz konusu kitabı Türkçe yazan bir yazar yazsaydı yayımlanma şansı ne olurdu, diye düşünmeden edemiyorum.

Zambra olsa beğenirsiniz.

Hamiş: One for the road yola çıkmadan önce içilen son içki anlamına geliyormuş. Bizdeki yolluk gibi. Ben de yola koyulacağım. Tatilden önceki son dünlük bu. Bayramdan seyrandan sonra görüşmek umuduyla.

Onur Çalı