29.Haziran.18
İş çıkışı Kızılay’da arkadaşlarımla buluşacaktım. Turhan Kitabevini döndüm, eski İmge’yi soluma, eski Dost’u sağıma alarak arkadaşlarıma doğru ilerliyordum ki karşıdan gelen pandomim sanatçısını gördüm. Ağzında sigara, belli ki performans yapacağı yere (muhtemelen Sakarya’daki heykelin oraya) yollanmıştı. Kıyafet o biçim tabii. Sonra, hemen arkamdan yürüyenlerin şu diyaloğuna kulak misafiri oldum:
Er kişi: Bu tip ne la böyle? (Pandomim sanatçısını kastediyor)
Hatun kişi: Hee, o mu, o şey ya böyle heykel gibi duruyo, hiç kıpırdamıyo. Para atınca oynuyo.
Ah ki ah! Akıl tasıma hemen Kafka’nın Bir Açlık Sanatçısı (ya da Kâmuran Şipal’in çevirisiyle: Bir Açlık Şampiyonu) düştü. Bir daha okudum. Zaman pandomimin, açlık sanatçılarının değil leoparların, aslanların, kaplanların zamanı artık.
***
İki gözüm Salâh Bey (sen de Salâh Birsel’den başka bir şey bilmiyorsun oğlum Onur), Yapıştırma Bıyık’ta şunu fıslar: “Biçem, yani üslup yoksa, deneme de yoktur.”
Üslup yoksa deneme yoktur! Sapına kadar doğru bir saptama. İşin aslına bakarsak öyküde, şiirde, romanda da böyledir bu. Nedir, üslup olmadan da iyi bir öyküye, şiire, romana rastlayabilirsiniz. Zordur ve fakat imkansız değildir. Oysa üslup yoksa deneme yoktur. Çünkü üslup yoksa yazar yoktur. Yazar yoksa deneme de yoktur!
Üslubu kaskatı, durağan bir hal olarak algılayanların “üslubumun olmasına gerek yok, her öyküde yeni yeni deneylere girişmek isterim” demelerine ne demeli bilmem. Nedir, deneme yazan birinin üslup sahibi olmama lüksü bulunmuyor.
1.Temmuz.18
Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi’ndeki memure, seçtiğim kitaplara baktı önce, sonra da yüzüme… “Ne güzel, ne tatlı sohbeti vardı adamcağızın” diye iç geçirdi. “Öyleydi,” dedim, “Allah rahmet eylesin.”
Devam etti, belli ki canı sıkılmıştı yalnız başına oturmaktan: “Televizyonda filan gördüğümde hiç sıkılmadan dinlerdim. Bazıları da var ki, ağızlarını açtığında insanın göğsüne öküz oturuyor. Yanlış mıyım?”
“Haklısınız” deyip muhabbete Aydın havası temposu kazandırmaya çalıştım çünkü arkadaşlarımla buluşacaktım, zamanım dardı.
Memurenin hakkını teslim etmeli: Bazı insanları dinlemek ölümden beter. Bazılarını ise saatlerce, gözünüzü kırpmadan dinleyebilirsiniz.
Ne demiş büyük Yunus:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz
Gelelim memureyle bahsini açtığımız kişiye: Aydın Boysan. Kütüphaneden ödünç aldığım kitabı ise Şerefe.
Aydın Bey’in konuşur gibi yazdığı kısa yazılarında muazzam bir yaşam bilgeliği buluyorsunuz. Çoğu demcilik, dem kültürü üzerine olan bu satırlarda, kendiliğimden keşfettiğim bazı incelikleri Aydın Boysan’dan teyit etmiş olmak hoş oldu doğrusu. Nedir bunlar? Rakıya buz atılmaz. Rakının, rakının huzuruna çıkacak suyun ve dahi bardakların (kadehlerin) soğutulmuş olması gerekir… Nedir, bilmediğim çok şeyi de öğrenmiş oldum. Sözgelimi, kadehe önce rakının değil suyun dökülmesi mükemmel karışım için elzemmiş meğer. (Denedim, hakikaten daha güzel beyazlaşıyor rakı.)
Dostlarıyla çekilmiş fotoğrafların süslediği bu kitapta, Aydın Boysan bol bol anekdot ve fıkra da anlatmış. Biz de bir Bektaşi fıkrası aktaralım Aydın Bey’den ve ufak ufak uzayalım:
Günün birinde devenin biri, yanlışlıkla camiye girip ortalığı karıştırıp kirlettikten sonra, kandilleri de kırmış. Kayyum Efendi ise deveyi dışarı çıkarttıktan sonra sopayla dövmeye başlamış. Orada bulunan Bektaşi, Kayyum’a rica etmiş: “Dövme efendi oğlum, kıyma! Hayvan işte, cahilliğinden girmiştir. Bak, ben giriyor muyum!”
***
Latif Kelimeler
mutantan, sitayiş, makule, ebenneka, ham ervah, fosfen, berduş, hovarda, büzüktaş, kafadar, kafakol, tahsil, tedrisat, galebe, müstesna, mağlup, kibir, kabristan, nihai, fasa fiso, letafet, marifet, uzlaşı, kelam, keramet, mat, donuk, doruk, dölüt, dönüt, dölek, kösnül, fanfar, kırba, karnaval, kontrpiye, mehel, mudi, gönder
Hamiş: Dünya Kupası münasebetiyle bir şey fark ettim: Eskiden spikerler “Messi, köşe gönderinde” derlerken, şimdilerde “Messi, köşe gönderde” diyorlar. Hangisi doğru acaba?
***
Yaz bekarlığı günleri başladı! İş yerindeki arkadaşlar, “hanımla çocukları” memlekete göndermeye başladılar. Yaz bekarlığı iyidir, sıkıcı evliliklere (olmayanı var da sanki) nefes aldırır, can suyu olur.
Aydın Boysan’dan aktaralım yine:
Bir başpiskopos pazar vaazında, evliliğin anlamı, amacı ve kutsallığı konusunda pek uzun süren akıllar verdi. Dinleyenlerden iki İtalyan erkek vaazdan sonraki konuşmalarında yakınıyorlardı: ”Evlilik konusunda bizim başpiskopos kadar cahil olmak, ne hoş bir iş!”
***
Karşılaştırmalı Edebiyat
“Kim kendini akılsız sayabilir? İnsanın kendini akılsız sayması, mantıkça da mümkün değildir. En zavallı, en Allahlık insanlar bile, akıldan yana paylarına razıdırlar. Başkalarında bizden fazla yiğitlik, yetenek, güzellik görebiliriz ama akıl üstünlüğünü kimseye vermeyiz.” (Montaigne)
“Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış.” (Atasözü)
2.Temmuz.18
2 Temmuz 1993’te, bu toprakların en kahredici katliamlarından biri yaşandı. Aradan 25 yıl geçti. Yüzleşilmedi, hesap verilmedi, dava kapatıldı ama konu kapanmadı. Dolayısıyla utanç yerinde duruyor, üstelik yeni katliamlara gebe halde.
Katliamın hemen ertesinde, 8 Temmuz 1993’te yaptığı konuşmada şöyle diyordu Yaşar Kemal:
Burada en büyük suç devletindir. Bu hikaye 40 yıl önce başladı, bu bir birikimin sonucudur. Ve Türkiye’nin alnındaki tarihinin en büyük kara lekesidir bu. Hepimize yazık oldu, ama Türkiye’ye çok büyük yazık oldu. İnsanlığın yüzüne çıkıp bugün ne söyleyeceğiz? Utançtan başka neyimiz kaldı elimizde? 36 tane yazarını yakan bir ülkeden hayır beklenir mi!
Beklenmez. Zaten aradan geçen yıllar bunu gösterdi bize. Fazlasıyla gösterdi.
3.Temmuz.18
Arkadaşlarımın ikramlarından arada sırada içtiklerimi (otlandıklarımı) saymazsam, epey oldu sigarayı bırakalı. Nedir, tütüne devam.
Enis Batur, Bu Kalem Bukalemun’unda (YKY, 1997) yer alan “Tütün İçmenin Yararları” başlıklı metninde tütün içmenin 6 yararını sıralar. Biz ikincisini konduralım buraya, merak eden devamını bulsun okusun:
Tütün alışkanlık yaratır. Bazı şeylere alışmak, bana kalırsa, iyi değildir: Kafa sallamaya, alttan almaya, susmaya, duruma, durumlara. Bazı şeylere alışmak iyidir: İnsan gibi yaşamaya, onurunu korumaya, kendi sınırlarını aramaya.
Tütün yararlı bir alışkanlıktır.
Bergama’daki Turabey Mahallesinde (eski Yahudi Mahallesidir ve birkaç yıl önce restore edilip tekrar açılan Yabets Sinagogu da bu mahalle sınırları içerisinde yer alır), bilen bilir, Şen Sineması vardır. Ortaokuldayken bizden daha iri (çift dikişli), sakalı bizden çook önce çıkan birkaç arkadaşımızdan duymuşumdur ilkin bu sinemayı. Dinleyen bizleri hevesle tiksinti arasında getirip götüren anılardı bunlar. Tahmin etmişsinizdir: Şen Sineması’nda daha ziyade tensel aşk temalı filmler gösterilirdi. 3 film birden. Yalan yok, hiç gitmedim. Ve fakat geçen yıl, eski Kınık garajından Çınarlı Kahveye doğru yollanmışken tesadüfen önünden geçtim. Çok manidar bir şekilde, sinemanın tam karşısındaki beyaz badanalı duvara, mavi harflerle şöyle yazılmıştı: Aşk Sokakta
Biz şiirle bitirelim yine. Arkadaş Z. Özger’le:
siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü
çünki ben okumuştum muydu neydi
biryerlerde tanrılara kadın satıldığını
***
Ancak okuma fırsatı bulmuş olsam da, her rastladığımda şu hissi uyandırırdı Cevat Çapan’ın kitabı: Ne kadar sade, basit ama güzel bir kitap ismi!
Eşi Gönül hanıma ithaf edilmiş olan Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz’dan bahsediyorum. Kitaba adını veren dizeyi de içeren “Melih Cevdet Anday’a 80. Yaş Kutlaması” başlıklı şiirden başka bir dizeyi bu dünlüğün başlığına kondurdum bile…
Cevat Çapan’ın şiiri yalın, sade, anlamı baktıkça derinleşen bir şiir. Coşkun, dalgalı, üzerinde rafting yapabileceğiniz taşkın bir nehirden ziyade durgun, dingin, taş attığınızda bile bulanmayan bir küçük su birikintisi, gölcük. Bu suyun başında durup dikkatlice ve sabırla bakmak gerekiyor içine. Yoksa o coşkun ve taşkın nehirlere kapılıp gidersiniz.
4.Temmuz.18
Lisans eğitimimi Beytepe’de Mütercim-Tercümanlık bölümünde tamamladım. Ekmek paramı, eğitimini gördüğüm işten kazanıyorum. (Ağlarım mütercim gibi baktıkça istikbalime!) Para kaygısı olmaksızın edebi çeviri yaptığım da oluyor: Şiir, deneme, öykü. Nedir, kitap boyutunda bir edebi çeviri ürünü ortaya koymuş değilim. Yine de işin kuramını, zanaatını iyi kötü öğrendik okuldayken.
Bu elzem girişi, son derece öznel bir okurluk tercihimi ortaya koyacağım için yazdım: Ben, eğer tercih imkanım varsa, edebiyatın içinde kendisi de bir kurmaca yazarı olarak yer alan çevirmenleri tercih ediyorum. Şiir çevirisi okuyacaksam da şairlerin çevirdikleri şiirleri yeğliyorum. Dedim ya, son derece öznel, şahsi bir tercih bu. Bilimsel, akademik bir gerekçesi yok.
Bir çevirinin “iyi” olup olmadığı hakkındaki yargınız, ancak orjinaliyle (kaynak metinle) kıyaslama imkanınız (o kitaba erişim, iki dilin bilgisi, yetmez çeviribilim bilgisi, artı edebiyat bilgisi) varsa gerekçelendirilmiş olur. Bundan gayrısı, tıpkı benim yukarıda belirttiğim türden öznel bir tercih olarak kabul edilebilir ancak, fazlası değil.
Bazı “esnek, çevirmenin çok fazla insiyatif kullanarak tahrif ettiği” çevirileri, “doğru” ama kuru, tatsız, yavan ve dip notlarla dolu çevirilere yeğlerim. Çünkü hasbelkader okuyup yazan biri olarak “dil lezzeti” benim için en önde gelir. Çevrilen eserin bizim edebiyatımıza (Türkçe edebiyata) etki etme kapasitesini de dikkate alırım. Bu da, kanımca, ancak “güzel ama biraz kusurlu” çevirilerle olur, “dosdoğru ama tatsız tuzsuz” çevirilerle değil.
Onur Çalı