24.Temmuz.18

Bildiğiniz üzre, dilde nedensizlik ilkesi vardır. “Masa” diye adlandırdığımız nesneye neden “portakal” (ya da “sarı” renge neden “yeşil”) demediğimizin herhangi bir “mantıklı” ya da geçerli bir nedeni yoktur.

Geçen gün rastladım, hani orta derecede mevki sahibi adamların, müdürlerin odalarında filan askılık olur ya. Ayaklı askılık değil de böyle ceketlerini astıkları (çünkü bunlar mühim adamlar olduklarından yaz kış ceket giyerler) askılıktan bahsediyorum. Onun adı ne biliyor musunuz? Dilsiz Uşak.

Şimdiiii, bu dilsiz uşak’tan, bu adlandırmayı yapan kültüre dair istemediğiniz kadar malzeme çıkarabilirsiniz.

***

Şimdi bana bokunda boncuk bulmuş çocuk muamelesi yapmayın ama geçen Dünlük’te bahsettiğim Bayram Aracı’dan ve “Allı Yazma” albümünden açacağım gene. Dinledikçe dinledikçe daha da güzelleşiyor albüm. Yalnız, söylemiş olayım, yapay seslerle kaydedilmiş şarkılara ya da bol enstrümanla çalınmış “sound”lara aşina olanlara handiyse (tövbe estağfurullah) iptidai gelebilir “Allı Yazma” kayıtları. Çünkü tek bir bağlama, Bayram Aracı’nın sesi ve özellikle bazı türkülerde, sazın böğrüne böğrüne vurarak ritim tutması ve yine bazı türkülerdeki eşlikçi kaşık sesi dışında bir şey gelmeyecek kulağınıza. Kartonetteki yazının hamili Bayram Bilge Tokel’e kulak verelim: “Bazen kısa, bazan uzun introlarla başladığı oyun havalarını, sağ elin parmaklarını sazın göğsüne bir biri ardına bir ritm içinde vurarak süslemesi Aracı’dan önce de yaygın mıydı tam bilemiyoruz ama, onunla birlikte büyük yaygınlık kazandığı söylenebilir.”

Durun durun hele: Arif Sağ, Neşet Ertaş, Orhan Gencebay gibi büyük bağlama ustalarının da Bayram Aracı’dan çok ve de derinden etkilendiğini fıslamadan geçmeyelim sevgili okur.

Albümün kartoneti çok güzel hazırlanmış, değerli Bayram Bilge Tokel’in yazısı pek bilgilendirici. Nedir, türkü sözlerinden bazıları kartonete yazılmamış. Belki tekrar basılırsa diye, düzelttim ben tükenmez kalemle, buraya da yazayım.

774d0-bayram2babe2b2

Su Sızıyor adlı anonim Angara türküsünün kartonette yer alan sözlerinde bir eksik var (gerçi sonunda da eksik var ya, onu geçelim şimdilik). “Bağlantı’dan sonra, son kıtadan önce şöyle deyor Bayram Aracı abimiz:

Denizin kenarında kalayladım kazanı
Ben o kızın yüzünden tutmadım Remazanı (evet, Remazanı)

26.Temmuz.18

İlhan Durusel’in yeni kitabı yayımlandı geçtiğimiz hafta. Bunun gibi, “benim yazarlarım” kategorisinden bir kitap çıktığında, haliyle, bütün okuma programım değişir, herkes (kimse kusura bakmasın) sırasını bekler.

“Defterdar – Evlat Katli İçin El Kitabı”na hemen el attım ama sindire sindire gidiyorum. Hani çocukken çok sevdiğiniz çikolatayı, gofreti bitmesin diye saklarsınız ya, azar azar yersiniz, işte o hesap. Nedir, kitaptaki öykülerin önemli bir kısmını dergilerde okumuştum zaten.

Bir de küçük kıvanç: Kitaptaki iki öykü ilk kez burada, Parşömen Sanal Fanzin’de yayımlanmıştı (Gerçi bir tanesinde epey değişikliğe gitmiş yazar, eh, meraklısı baksın, karşılaştırsın).

Kitaptaki en sevdiğim öykülerden “Hayriye Murad’ın Açık Kapısı” adlı öyküdeki anlatıcı “Şiir bir icattır. Düzyazı, roman-hikaye ise inşaat” diyor. İlhan Durusel, öykülerini bir icat gibi yazıyor, ama inşaatında malzemeden de çalmıyor. Has, saf ve de kutlu şiirden karıyor harcını.

***

Ara cümlelere, arasözlere bayılırım! Okumayı zorlaştırdığını bildiğimden kendimi tutup ifrata kaçmamaya çalışsam da dünlüklerde, denemelerde ve hatta öykülerimde bile sıklıkla yaparım bunu. Refik Halid Karay da severmiş meğer. Kırk Yıl Evvel Kırk Yıl Sonra Anadolu’dakitabındaki yazıları derleyen değerli çevirmen Tuncay Birkan’ın önsöz’ünden öğrendiğimize göre, “istitrad” denilen bu tekniği “asıl bahis mevzuundan olmayıp münasebet getirilerek söz arasında irad edilen fıkra” olarak tanımlarmış Refik Halid.

Nitekim başarıyla uyguluyor bu tekniği Refik Halid Bey ve dahi, eşsiz üslubunun bir parçası haline getiriyor. Yalnız, o benim gibi parantezler açarak, damdan düşürürcesine pattadanak yapmıyor bunu, hatta okuyucudan incelikle af diliyor: Eskilerin “istitrâd” dedikleri mevzu dışı görünen lüzumlu söz değiştirmelerini pek sevdiğimden epeyce sık rastlayacağınız bu kabil çıkıntıları mazur görmenizi rica ederim.

***

Toplu Şiirler dizilerini oldum olası sevemedim. O topluluğu oluşturan kitapları, tek tek, ayrı ayrı okumayı daha çok severim. Sözgelimi, İlhan Berk’in YKY’nin delta serisinden çıkan tüm şiirleri vardır bende ama o bütünü oluşturan kitapları (hele ki ilk baskıysa) da ayrıca bulundururum. Geçen dünlükte yazdıklarımla çelişiyor gibi göründüğümün farkındayım. Nedir, kitap değil, yazar seçtiğimi de söylemiştim.

Sözü yormadan devam edelim: YKY, bazı şiir kitaplarının ayrı baskısını yapıyor bir süredir. Dünyanın En Güzel Arabistanı, Yerçekimli Karanfil, Kınar Hanımın Denizleri (bunun kapağı “aşırı” renkli ama olsun), Kestim Kara Saçlarımı bu dizinin bazı kitapları.

İşbu dünlük’ün başında açtığımız bahse, bu kitaplardan biriyle, Yerçekimli Karanfil’den “Var Var” başlıklı şiirle bağlanalım:

Yok denecek bir şey ama var var
Yılan yılan çinkoya mavi
Damın altında kaç sıra tuğla eksik eksik
Niyedir bilmiyorum pencere koysak mıydı adını?

***

Mizah dergisi takip eder misiniz? Bana kalırsa, şu meşhur “içimdeki çocuk”la yakından ilgilidir bu soru. Öyle ya, herkes gençliğindebir dönem mizah dergisi okumuş, takip etmiştir. Sonra yavaş yavaş bir şeyler olur, okul, iş, askerlik, çoluk çocuk… ve pat! artık mizah dergisi okumuyorsunuzdur. Basına düşen tazminat ve hakaret davalarıyla ilgili haberlerde ya da ODTÜ’lülerin mezuniyet törenlerinde görünce hatırlarsınız.

Birkaç yıldır Umut Sarıkaya, tek başına Naber adında bir dergi çıkarıyordu. Sevdiğim bir karikatürcüdür. Nedir, Özer Aydoğan’ı da çok severim. O da Çene adlı bir dergi çıkarıyor bir süredir. Bence bu iki dergiye de bir şans verin, öyle destek olalım kabilinden bir tavsiye değil bu, okuyunca seveceksiniz zaten.

30.Temmuz.18

Dergi mevzuunda tavsiye vermedik sevgili okur ama şimdi, büyülü fenerden iki tavsiyemiz olacak.

Yekten söyleyelim: Dört Köşeli Üçgenekseriyetle denemeleri ve günlükleriyle bilinen şair Salâh Birsel’in tek romanı. Roman hakkında yazmıştık (isteyen buradan buyursun), burada kestirmeden gidelim. 1961 yılında yayımlanan bu roman Hulki Aktunç’a göre “Türkiye’deki ilk düşünce romanı”dır. Bu romanının yazılma sürecini şöyle anlatır Salâh Birsel: “Ben insanın, toplumun, evrenin gerçeğini arıyordum. İlkin bu konuda bir deneme yazmayı düşünmüştüm. Gördüm ki iş büyüyordu. Yavaş yavaş bir romana ya da bir uzun öyküye doğru yol alıyordum. Deneme ve roman arasında bir alışveriş…”

İşte bu romanı, Görkem Yeltan senaryolaştırdı; Salâh Bey’in yeğeni, ressam, müzisyen, yönetmen ve yazar Mehmet Güreli de filme çekti. Romanın ruhuna uygun bir uyarlama olduğunu söyleyebilirim. Nedir, belki tiyatro sahnesi daha geniş ele alınabilirdi. Bir de filmin sonu, romana sadık kalsaydı, sanki daha iyi olurdu. Gerçi bu toplumda gözlemciliğin (eleştirelliğin, muhalifliğin, itiraz etmenin) akla ilk gelen iki sonu var zaten. Biri öldürülmek diğeri de akıl hastanesine kapatılmak. Biri romanda biri filmde çıkıyor karşımıza.

Dört Köşeli Üçgen,başarılı bir uyarlama. Küçük bir sürpriz olarak Salâh Beyin eşi, tiyatro sanatçısı Jale hanımın da kısa bir rolü var. “Cameo” olarak da Hilmi Yavuz’u görüyoruz…

Ve Yaşar Kemal Efsanesi… Aydın Orak’ın yönettiği bu belgesel, koca çınarın hayatı, edebiyatı gibi tıpkı: Gürül gürül. Hüzünlü ve de (ağzına kadar) umut dolu! Muhakkak izleyiniz, derim. Yaşar Kemal, o büyük yazarlar soyunun ülkemizdeki son temsilcisiydi herhalde, nur içinde yatsın.

***

Yunus Nadi Ödülleri açıklandı. Ve gördüğüm kadarıyla, en azından sosyal medyada “tepkilere” neden oldu. Çok şaşıracak bir şey yok aslında. Ülkedeki önemli sayılabilecek üç-beş ödülün jürisindeki adamlar, tekaütlük maaşını hak edecek kadar uzun süredir oralarda “görev yapıyorlar”. Hem bu işler, aşağı yukarı, en başından beri böyle yürüyor. Geçmişte Yusuf Atılgan, Sevim Burak, Leyla Erbil gibi yazarların yaşadıkları ortada, biliniyor. Hem kuzum, sizin hiç dikkatinizi çekmiyor mu(ydu)? Belli başlı ödüllerin son on yılda kimlere, hangi “gerekçelerle”, hangi kitaplara verildiğine bir bakın. Memleketteki iyi kitaplar, ödüle layık kitaplar yalnızca ve yalnızca 3 (yazıyla üç) yayınevinden çıkıyor olabilir mi? Başka yayınevlerinden iyi kitaplar, ödüle layık kitaplar çıkmıyor mu yani hiç?

Yunus Nadi Ödüllerinde roman jürisinde olan bir yazara, aynı ödülün öykü kategorisinde ödül verilmiş. Şaşıracak ne var bunda? Öykü ödülü jürisinde yer alan biri, öykü ödülü de alabilirdi.

Eh, Edebiyat Tanrısının şu buyruğunu da akıldan çıkarmamakta fayda var sanırım: Başlangıçta ödül yoktu.

Onur Çalı