21.Eylül.18
Calvino’nun “Klasikleri Niçin Okumalı”sına bir ek: Yazarlarını gücendirmemek için.
(Karikatür Uykusuz’un son sayısından, Furkan Özçoban’a ait)
Bu arada, kağıt ve maliyetlerdeki diğer artışlar nedeniyle kitapların yanısıra süreli yayınların, dergilerin basılması da güçleşmiş durumda. Tabii okur olarak bütün dergileri kurtaramayız. Mecbur da değiliz buna. Nedir sevdiğimiz, okuduğumuz, çıkmasından memnuniyet duyduğumuz dergileri, gazeteleri düzenli olarak alırsak bir ton “iyi, mantıklı, güzel ve haklı” laf etmekten daha fazla iş yapmış oluruz.
22.Eylül.18
Genç yönetmen (d. 1987) Banu Sıvacı’nın ilk uzun metrajlı filmi (senaryo da ona ait) Güvercin bolca ödül almış yarışmalarda. Merak edip izledim. Bir öykücünün ilk kitabını, hatasıyla sevabıyla nasıl merakla okuyorsam yönetmenlerin ilk filmlerini de böyle bir duyguyla izlerim. İçimdeki huysuzu azat eder, kusur bulmaya meyyal o kıl herifi susturur da öylece izlerim filmi.
Güvercin’de bunlara pek de gerek kalmadı. Temiz iş. Derdini, hikayesini çok net anlatıyor. Büyük hareketlerin (ne senaryoda ne de çekim tekniği bakımından) olmayışı bir ilk eser açısından büyük artı. Oyunculuklar da iyi (güvercinler dahil), daha ne olsun.
Adana’da geçen hikayede, baş karakterimiz Yusuf, ablası ve abisiyle birlikte kenar mahallelerin birindeki yıkık dökük bir evde yaşamaktadırlar. Yusuf on yedisinde var yok. İşi gücü babasından devraldığı güvercin merakı Yusuf’un, ilgisini çeken başka hiçbir şey yok bu hayatta. Ha, ara ara görünen esmer güzeline heveslenmek ister gibi bakıyor ama ilk sırada güvercinleri, hele ki Maverdi adını verdiği güvercini var. Abisi, Yusuf’u dış dünyaya doğru çekmeye, düzenli bir işte çalışmaya zorladıkça Yusuf güvercinlerinin ikametgahı haline getirdiği evlerinin çatısına kaçıyor.
Latife Tekin’in Unutma Bahçesi’ni okuyorum birkaç gündür. Orada anlatıcı karakter (Tebessüm), bahçede çalışan önceki bahçıvanlarının birinden şöyle söz ediyor: “Bir önceki bahçıvanımız, bize pek bir şey anlatmazdı. Vakti olmuyordu çünkü, tutkusu çok daha derindi onun, güvercin besliyordu, yüz on iki güvercinle gelmişti. Teneke evin aşağısındaki düzlüğe indirildi kafesler… Sesi de, bakışları da, yürüyüşü de güvercin olmuş bir adamdı, konuşsa da dilini anlamıyorduk zaten.”
Filmi izlerken, tevafuk işte, aklıma bu bahçıvan geldi. Çünkü filmdeki Yusuf da tıpkı bu bahçıvan gibiydi. Tek tutkusu güvercinleriydi. Ve fakat daha mühimi, Yusuf’un diğer insanlarla iletişiminde korkunç bir uyumsuzluk vardı. Çekiniyordu insanlardan Yusuf, sessizdi. İnsanlar Yusuf’u anlamıyordu. Bana kalırsa Yusuf da insanlardan korkuyordu. Sessiz sedasız, sesi zorlukla çıkan, güç bela işitilen Yusuf, kuşlarıyla ilgili herhangi bir tehlike hissettiğinde bağırıp çağırmaya, küfretmeye başlıyordu. İşin acıklı tarafı, insanların “anladığı” dil de bu oluyordu. İşte o zaman, ancak Yusuf bağırıp çağırmaya başladığında, dikkate alıyordu insanlar Yusuf’u. Bu, nereden baksanız insanın içini burkan bir tezat olarak göründü gözüme. Filmi izlerken bunu düşünüp durdum.
Bir söyleşide, filminin Berlin Film Festivali’ne seçilmesi üzerine sorulan bir soruyu şöyle yanıtlıyor Banu Sıvacı: “Türkiye’nin de çok iyi bilmediği bir konuyu, Alman seyircisine dünya seyircisine taşımak benim için mutluluk ve heyecan oldu. Buradakiler ne tepki verecek merak ediyorum. ‘Böyle bir hayat mı varmış’ dedirtebilirsek ne ala.”
Doğrusu bunu ziyadesiyle dedirtiyor film.
Zaten bir sanat eserinin akla gelen ilk amacı, eğer illa bir amacı olacaksa, bu değil midir? “Başka” hayatlar, düşler, oyunlar olabileceğini düşündürtmek değil midir?
Bir tiyatro oyununu, bir filmi izleyip şiir, hikaye ya da roman okuduğumuzda, kısacası bir kurgu eserin içine daldığımızda bizden başka insanların bizim gibi hayatlar sürdüğüne ya da bizim gibi insanların başka başka dünyaların içinde olduğuna şahitlik etmiş olmaz mıyız?
Bütün bunlar giderek bizde “başka türlü bir şey benim istediğim” duygusu uyandırmaz mı? Başka hayatlar süremeyiz belki ama bunu görmek bile içimizde, ruhumuzda, zihnimizde bir genişlemeyi, derinleşmeyi (ilerlemeyi değil) tetiklemez mi? Bizi daha iyi bir insan olma yoluna sokmaz mı? (Her zaman olmaz bu. Nedir, bu ihtimal bile değerlidir.)
Bu sanat eserleriyle hemhal olduktan sonra, ben de bu sofraya bir ana yemek olmasa bile (ana yemekleri dâhiler ve büyük sanatçılar çoktan yapmıştır çünkü) bir küçük meze olsun (bir kase zeytin, biraz fava, Arnavut ciğeri belki) katkıda bulunayım, diye düşünmez miyiz?
Kafamda cevabı belli bile olsa deli sorular…
Kendimden açacak olursam (ya kimden açacağım, günlük yazıyorum burada), okumak ve yazmak eylemlerimin kimseye faydası olmasa bile (zararı da yok en azından) kendime “faydası” yok mu? Elbette var. Çoğumuz gibi sıkıcı bir işim, rutinlere boğulmuş gündelik yaşamımda yazmak beni bir nebze olsun “kurtarmıyor” mu?
Öyleyse okumaya, izlemeye, yazmaya devam. Şu küçücük ve koskocaman dünyamızda anlam arıyor insan aklı. Başkaca da çaremiz yok gibi. Biz anlama giden bu yolu tuttuk ama tek yol fetişizmi yoktur bu işte, anlam aramanın çeşit çeşit yolundan biridir sadece sanat.
Ezcümle: Güvercin özenli bir ilk film ve izlenmeye değer.
23.Eylül.18
Bir şair abim, rahmetli Turan Özdemir’in meşhur olmazdan evvel, İzmir Otogarına gidip saatlerini orada harcadığından bahsetmişti. İnsanlara bakıyormuş Turan Bey.
Bir oyuncu için elzemdir herhalde bu. Aynada kendi gülümsemesini, bakışını, ağlamasını, mimiklerini çalışması gibi bir şey. Nedir, bir yazar için de faydalı olabilir insanlara bakmak. Bazen Kızılay’da, Dost’un önündeki banklardan birine oturup cigaramı yakarım ve seyre dalarım. Al gözüm seyreyle! Sadece bakmak da yeterince iş ya, bir de kulağıma çalınan sözler olur. Cümle parçacıkları. Onlar da iyidir. İnsanlara bakmak iyidir.
24.Eylül.18
Cesaretim olsa bir öykü kitabıma çok sade bir isim vermek isterdim. Yeni Öyküler mesela. Bu kadar.
***
Latif Kelimeler
tezhip, namütenahi, kademe, iltimas, feraset, nedamet, netameli, temcit, nikbin, vahi, mukallit, intihap etmek, müftehir, muntazır, muhtazır, putana, ziyan, zirzop, varta, mızırdanmak, tazyik, tezyif, terkip, tertip, tahammülfersa, umami, rayiha, muvazenesiz, malumattar, büyültmek, matah, mahdum, hayırhah, meyus, münevver, ziya, şavk, hususi, tebessüm, izahat, dayanç, ateh getirmek, müstahsil, mükafat, korkuluk, yüz, temre, temren, balak, talak, tembih, istifade, mütereddit, alessabah, mütebessim, muhayyel, istiap, duyarga, elöpen, ecdat, daimi, ketenpere, kehkeşan, tekmil, seyyare, zifir, tayyare, velespit, dahiyane, kekre, tirşe, hempa, şüreka, kerata
25.Eylül.18
Belki haberlisiniz, teyit.org diye bir site var. Malum, çağımız bilgi değil çokbilgiçağı. Sosyal medyada dolaşımda olan bu fazlaca bilginin bir kısmı yalan yanlış olabiliyor. İşte teyit.org bunun için var. Doğru olmayan bilgileri tespit ve ifşa etmek için.
Geçenlerde bir “haber” dolaştı sosyal medyada. Aşağıda açıklamasını ve fotografisini görüyorsunuz.
Nedense bu türden “haberler” çok ilgi çekiyor. Ne bileyim, annesini kaybetmiş kedi yavrularını emziren köpek, çöplerini çöp kutusuna taşıyan karga ve sair. Peki bu ilginin altında örtülü olan ne, diye azıcık kafa yorduğumuzda şuna varıyoruz sanki: İnsan denen primat türü, kendisini doğanın ve evrenin merkezi saydığından ve sandığından diğer hayvanların kendisine benzeyen, öykünen davranışlarda bulunmasını teveccühle, sempatiyle ve coşkuyla karşılıyor. Bu kadarı bile bu taşkın ilginin ne kadar saçma olduğunu anlatmaya yeter de artar aslında ama açalım biraz daha.
Yahu, diyelim aslan, normalde kendine öğle yemeği yapacağı bir diğer hayvana “şefkat” gösteriyorsa (bunu biz insanlar böyle yorumluyoruz tabii) bunda bu kadar ilginç olan ne? Tek başına bakıldığında ilginç olabilir ve fakat aslan hayvanının bu davranışını “insan gibi valla” diyerek karşılamak neden? Bir de bu türden hayvan davranışları karşısında insan’ı “gömerek” tuhaf ve örtülü bir narsistik söylem tutturma huyu var ki, sormayın, evlere şenlik! Açalım: Diyelim çöplerini çöp kutusuna taşıyan karga videosunu izleyip, “insanlar o kadar kötü ki şu karga kadar olamıyorlar” nevinden yorumlardan bahsediyorum. Yahu kargayı neden insan sırasına sokmaya çalışıyorsun ki! Neden karşılaştırıyorsun? Hayvanı yüceltip insanı aşağılayan (eleştiren) bu “sözde” yaklaşımı hem hiç samimi bulmuyorum hem de insan’a yönelik örtülü bir güzelleme seziyorum.
Bu türden yorumlar yapıyorsanız Allah diyen balıklara da inanacaksınız, aynı şey çünkü.
Hamiş: Tahmin etmişsinizdir zaten, bahsettiğim “haberde” aslan maslan yok ortada. Tek başına bir fil var fotografinin orjinalinde. Filin yalnızlığı.
Onur Çalı