Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair… Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
İlkokuldan beri bir şeyler yazıyorum. Parça parça anlar, günlükler. Hızlıca başlayan ve sertçe duvara toslayan metinler. 8 ya da 9 yaşındayken elime parlak beyaz sayfaları olan çok şık bir defter geçmişti. İçini kırmızı pilot kalemle doldurmuştum. Bir günlük. Vampir günlüğü. Günlerin sonuna sivri dişli ufak çizimlerle imzamı da ekliyordum. Defteri doldurduğumda kendisini ahşap bir hazine kutusuna kilitleyip apartmanımızın karşısındaki arsaya gömmüştüm. Bulan kişinin orada yazanlara vereceği tepkiyi merak ediyordum. İnanmasını, biraz da korkmasını istiyordum. Uzun seneler benim için her istediğimde kaçabileceğim bir oyun bahçesi oldu yazmak.
2009 yazında, evimizin karşısındaki arsada bir inşaat yükseliyordu. Vampir günlüğüme ne olmuştu bilmiyordum ama sabah erkenden başlayan inşaat sesleri uyumama kesinlikle izin vermiyordu. O yaz bir öykü yazdım. Uykusuzluk Kulesi. Ondan sonra bütün sesler kesildi, bir süreliğine. Bunun bir oyundan fazlası olabileceğini düşünmeye ilk o zaman başladım. Devamı da bir şekilde geldi.
Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?
Anlatmak istediklerimin hacmi hep bu boyutlarda oldu. Öykü özel bir tercih değildi. Kafamın içinde dönenleri anlatmaya kalktığımda kendime bir sınır koymuyorum. Türlere, kategorilere, raflara pek takılmıyorum. Olan olduktan sonra nihai bakışı atarken görüyorum sonucu.
Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?
Kafamda bir dosya fikri uzun süredir vardı, ama hiç baştan sona sınırlarını çizip tamamlamamıştım bu işi. O sıralar yayın anlayışlarıyla ilgimi çeken birkaç yer not etmiştim. Dedalus da bu listenin başındaydı. Ama kitap için kendimi pek hazır hissetmiyordum.
Sonra çevrimiçi bir öykü atölyesi gördüm. Yazma disiplinimi kaybettiğim günlerdi, boşluğu atölye için yazarak doldurabileceğini düşündüm. Hem evden çıkmam gerekmiyordu hem de bir şekilde ödevimi yapmalıydım. Atölye sürecinde Sedat Demir bir dosya hazırlamayı düşünüp düşünmediğimi sordu. Olabileceğini söyledim. Israr etti. Oldu. Sanırım hayattaki tüm şansımı burada harcadım. Kapı kapı gezmem gerekmedi hiç.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)
Kitabı yayıma hazırlarken editörüm Baran Güzel’le birlikte çalıştık. Kendisinden razıyım. Her şey için teşekkür ediyorum.
İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?
Benim genel olarak mizacım ummamak üzerine. Ama zaten Türkiye’de bir ilk kitap… Öykü, üstelik yerli. Beklenti oluşturmak için yanlış bir tercih olurdu.
Neler değiştiğine gelirsek… Aslında her şey aynı şekilde devam ediyor. Arada sırada, kitapla ya da öykülerim hakkında yorum yapan insanlara denk geliyorum. Bu hem utandırıyor hem de tuhaf hissettiriyor. Seviniyorum da. Devam etmek istiyorum.
Telifini alabildin mi/alabilecek misin?
Telifimi kitap olarak aldım. Bugünlerde epey değerlendi.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?
Dergilerde, fanzinlerde, çevrimiçi mecralarda hatırı sayılır bir zaman geçirdiğimi düşünüyorum. İlk defa bir öykümün basılması Nisan 2012’ye denk geliyor. Edebiyat Kültür Dergisi İzafi’de yayımlanmıştı. Sonra Post Öykü, Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, Dünyadan Çıkış Yolları, CazKedisi, Sahte Vefa, Gard, CosmicZion Zinegibi dergi ve fanzinlerde işlerim yayımlandı. 2013 Mayıs’ından beri üç arkadaşımla birlikte Marşandiz Fanzin’in makinistliğini yapmaya devam ediyoruz. Çevrimiçi olarak 2009’dan beri Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin editörlüğünü ve elbette yazarlığını yapıyorum. Hem Seçki’de hem de Marşandiz’de mutfağın öteki yüzünü görmek benim için oldukça faydalı oldu.
Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?
Ailem ve yakın arkadaşlarım zaten ciddiyetimin farkındaydı. Ama somut işlerle konuşmak her zaman daha ikna edicidir. Artık bunun da bir alternatif olduğunun farkındalar. Yine de, bu seçeneği ilk tercihe dönüştürmek için daha çok yolum var.
Peki, bundan sonra?
Sonrasında attığım ilk adım okuma tempomu artırmak yönünde oldu. Asla yetmeyeceğini şimdi daha iyi hissediyorum. Henüz tanışmadığım yazarları, es geçtiğim kitapları sıraya dizdim. Onlarla ilgileniyorum.
İkinci kitap için acelem yok. Daha uzun soluklu bir şeyler gelebileceğini tahmin ediyorum. Onun ön hazırlığı olan kısa kısa metinler yazıyorum. Marşandiz ve Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi de aynen devam ediyor.