19.Ekim.18
Günlükçü yeri geldiğinde aczini, çaresizliğini de (değil mi ki her şeyini fıslıyordur okura) çekinmeden ortaya döken kişidir. Bu satırları okuyanlardan, edebiyat tanrısının rızası için, yardım istiyorum.
Bilmem siz de yapar mısınız? Bazen, hele elimdeki fotokopiyse, metinlerin kenarına notlar düşüp metnin yazarıyla didiştiğim olur benim. İş yerimdeki ufak bir taşınma sırasında bilmem ne zaman çektirdiğim bir fotokopi geçti elime. Belli ki halk kütüphanesinden aldığım bir kitabın bazı bölümlerini sevmiş, fotokopi çektirmişim ve fakat kitabın ismi, yazarın adı hak getire, yazmamışım! Nedir, bu meçhul yazarın “şiirde duygu” konusunu ele aldığı kısa pasajının yanına aldığım notta, adama/kadına laf sokmuşum aklımca: kendi şiirleri de çok “duygusuz”. Yani duygulu mu demek istemişim? Herhalde. Fakat bu yazar kim, bu kitap kim? Fotokopidekilerdeki yazı tipine, sayfa düzenine, mizanpaja bakılacak olursa YKY tarafından yayımlanmış bir kitap olmalı bu. Muhtemelen de yerli değil, “yabancı” bir yazar. Fakat kim?
Hem yardımcı olabilecek okuyuculara yardımcı olmak hem de beğendiğim için birkaç kısa pasajı (aforizmayı mı demeli?) paylaşacağım:
“Yazarın görevi izlenecek yolları göstermek değil, her şeyden önce bu yolların izlenmesine özlem duyulmasını sağlamaktır.” (s. 180)
“Karakter ve iyi niyet yeterli olsaydı, dünya birinci sınıf yazarlardan geçilmezdi.” (s. 184)
“Diyelim halkın önüne çıktı, hatta ünlendi bir yazar, dünyayla arasındaki ilişki bundan böyle yanlış anlamalara dayanır.” (s. 203)
“Biz aydınlara düşen, tüm tesviye girişimlerine ve standardizasyon çabalarına karşın genelleştirme değil, ayrımlaştırma yolunda ilerlemektir.” (s. 60)
Bir ipucu daha var elimizde, bu kısa pasajlar başlık başlık yer almış kitapta sanırım. Çünkü 205. sayfada “Mizah” başlığı var ve hemen altında şu cümle: “Mizah orta sınıfa özgün olmasına karşın, bu sınıfın gerçek bir mensubu mizahı anlama yeteneğinden yoksun bulunuyor.”
Hamiş: Edebiyat tanrısının rızasının yanı sıra bu kitabı bilene bir şeyler ısmarlayacağım, söz.
20.Ekim.18
Nasıl rastgele kitap okumuyorsak rastgele film de izlemeyiz. Nedir, televizyonda başka bir şey ararken bir filme denk geldik, baktık konusu 1964 Rum Sürgününe varacak gibi. Dursun dedik, izledik. Hakikaten de öyleymiş. Bildiğiniz üzere, 16 Mart 1964 tarihinde çıkarılan kararname ile hayatlarında Yunanistan’ı görmemiş olan Yunan tabiiyetindeki İstanbullu Rumlar sınırdışı ediliyorlar. Yanlarına 20 kilo kişisel eşya ve 20 dolar karşılığı Türk lirası dışında bir şey almalarına izin verilmiyor.
Sürgün (2013) adlı film, bu toplumsal olayı arka planına yerleştirip bireysel bir hikayeye doğru ilerliyor. Ve fakat bunu inanılmaz derecede melodrama, karton karakterlere yaslanarak yapıyor. Öyle ki iyi oyuncular (söz gelimi Mahir Günşiray, Ruhsar Öcal) bile bu vasatlık içerisinde eriyip gidiyor. Haliyle. Her şeyi geçtim, yahu yıl olmuş 2013, filmin içine Yeşilçam’ın şarkıcı filmleri gibi, klip çeker gibi şarkı yerleştirmek nedir?
22.Ekim.18
Başka bir şey için Can Yücel kitaplarını tararken “Ölüm ve Oğlum” kitabındaki (Doğan Kitap, 3. baskı Ağustos 2000) İlkin İlkine İlk Gidişin İlk Gelişi başlıklı şiirine rastladım. Andımız tartışmaları gündemde olunca, dikkatimi çekti. Buyrunuz, şiirin tamamı şu:
Okulun kendini sevdim anneciim ama
O Korkma Sönmez’den çok fena korktum
23.Ekim.18
Sabah mahmurluğunda işe doğru yollanmışken, benden olsa olsa on-on beş yaş büyük bir abi bir şeyler söyledi. Tabii anlayamadım başta ama adam sevinçli gibiydi. Neden sonra anladım ağacı gösteriyordu bana. Bak, dedi, çiçek açmış. Hay allah dedik, çık çıkladık beraber, sonra yolumuza devam ettik. Ağaç, hakkaten de, tebdilini şaşırmış. Nedir, diyeceğim başka: sabah sabah nasıl güzel oldu bu abinin bana rastlayışı, anlatamam.
Bill Murray’li filmlerin izinde ilerlerken Groundhog Day’i (Bugün Aslında Dündü, 1993) izledik. Filmin bir yerinde, Bill Murray’in canlandırdığı Phil karakteri, hatununu etkilemek için şiir okurken “but only God can make a tree” der. Şiirin peşine düşünce, “Ağaçlar” adlı bu şiirin Amerikalı şair Joyce Kilmer’e (1886-1918) ait olduğunu öğrendim. Tam çevirmeye girişecekken İsmail Haydar Aksoy’un çevirisine denk geldim. O kadar güzel çevirmiş ki benim çabam beyhude olacaktı, buyrunuz:
Latif bir şiiri, bir ağaç kadar,
Görmem sanırım zinhar.
Şirin dünyanın akan bağrında
Ağaç aç ağzını bastırmakta;
Bütün gün bakar ağaç Tanrı’ya,
Ve kaldırır yapraklı dallarını duaya;
Yazın süsler ağaç saçını,
Takarak kızıl gerdanın yuvasını.
Göğsünde yatar kar;
Yağmurla içli dışlı yaşar.
Yazar şiirleri benim gibi aptallar,
Fakat sadece Tanrı bir ağacı yapar.
***
Latif Kelimeler (Sanki Olmayanı Varmış Gibi)
değme, aksülamel, bedii, kelep, hassa, havi, meziyet, tashih, yetişim, kadük, şüreka, duayen, tecessüs, teksif, seçmeli, ihtiyari, seçimlik, geçim, maişet, medar-ı maişet, iftihar, berhudar, varyete, istim üstünde olmak, tazim, mütedeyyin, müvezzi, çağcıl, takriz, katakofti, beher, terane, hodkam, evgin, masura, bakarak olmak, darbımesel, mahya, münevver, mütefekkir, mask, müfrit, mümbit, mahzun, maaile, meskun, melun, mendebur, mastika, iğva
25.Ekim.18
Gurbette olanlar bilirler, duymuşlardır bu hissi: Memleketle olan ilginiz artar gurbetlik uzadıkça ama tuhaf bir şekilde bağınız da giderek zayıflamaktadır. Artık siz, neredeyse, bir yabancısınızdır. Doğum, ölüm, hastalık ve hasat haberlerini söylerler size ama günlük ayrıntıları konuşmaz olursunuz ailenizle. “Gerçek” bir sorun söz konusu değilse “iyiyim” der geçersiniz. İyiyim, merak etmeyin, bir isteğim yok, n’olsun, iyi bakın kendinize.
27.Ekim.18
Selahattin Özpalabıyıklar’ın (yazar, çevirmen ama en çok editör olarak) kırk yıllık veriminin ürünü olan Göndermeler’i okuyorum. Nasıl desem, kitap beni hırpalıyor, ben de kitabı. Çünkü not alıyorum sürekli, zihnimde bir yerleri tetikliyor okuduklarım. Daha sonra uzunlamasına yazacağım ama Selahattin Özpalabıyıklar’ın özellikle Refik Halid Karay’ın “Güzel Sanat Suçları” kitabına yazdığı önsözünü ve “Refik Halid: Çiviler Ağzına Batmaz mı Senin” adlı yazısını bayılarak okudum.
Hamiş: Selahattin Beyin kitapla ilgili bir söyleşisini buradan izleyebilirsiniz.
28.Ekim.18
Şinasi Sahnesinde Melih Cevdet Anday’ın “Mikado’nun Çöpleri”ni oyununu izledik. Oyun ilk kez 1967 yılında sergilenmiş. Birbirini tanımayan bir Kadın ve bir Erkek karakter, geceden sabaha kadar birbirlerine hikayeler anlatırlar. Bunlardan bazıları onların “gerçek” hikayeleridir, bazılarını ise uyduruyorlardır. Çok keyifli bir oyun. Oyuncular (Evren Çağrı Turan ve Başak Anat Özcan) başarılı.
Oyunun kitapçığında dramaturg (ve şair ve romancı) Eren Aysan, Melih Bey’den bir alıntı yapmış: “Ben şiirden oyuna, oyundan romana geçmeyi, yazı tekniğindeki punto ve biçim değişikliğine benzetirim. Şunu söyleyeyim ki oyunlarımı, şiirimin mantığı ve mantıksızlığı ile yazıyorum.”
Bilhassa Erkek karakterin mizahı, alaycılığı ve de yalnızlığı dolayısıyla Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını hatırladığım da oldu oyunu izlerken. Fırsat bulursanız izleyin bu iki perdelik ve iki saatlik oyunu.
29.Ekim.18
(Günün anlam ve ehemmiyetine binaen) Cemal Süreyya’nın “Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir”inin ilk bölümü şöyle açılır:
Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uyar’ı, Can Yücel’i
Bir de Fethi Naci’yi, ve elbette Mustafa Kemal’i.
Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
Bir İşhanı, bir umumi mümessillik belki,
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
31.Ekim.18
Bizim mahallede bir kahve var. Sabahları bile oyun oynayanlar oluyor bazen. Bugün servis otobüsünü beklerken kahveye oturdum, çünkü erken gelmiştim biraz, simit var mı diye sordum. Yoktu ama kahveci abi güler yüzüyle simit alabileceğim pastaneyi tarif etti. Biliyordum orayı ama erinmiştim oraya gitmeye, daha doğrusu, vakit yoktu. Sonra çay söyledim. Bir baktım içerden çıkıp simitçinin birine seslenip çağırdı kahveci abi. Simit-çay-sigara teslisine, sayesinde keyifle iman etmiş oldum. Baktım, kahvenin önündeki küçük bahçeye sokak hayvanları için su koymuş. Bitmedi: Servise binmek üzere gelenlerden biri alçak taş duvarın üstüne oturunca içeriye koşup Sözcü gazetesi getirdi, kıza verdi. Sonra bana bakarak, “Bende de var bir kız çocuğu, üşütmesin” dedi, gülümsedi. Diyeceğim, iyidir kahveler, kahveler iyidir.
Onur Çalı