Sabah kötü haberi alıp bayıldım. Fayansların üzerinde yatarken ölüm hakkında düşündüm ve yirmi yıl önce Kuzey Karolina’daki dağlık sömürge mezarlığında karımla birlikte gördüğümüz mezar taşı düştü aklıma: Nihayet huzur. Merak ediyorum, korku nerde? Doktor, tutup kaldırıyor beni yerden, mahcup, arabama doğru sendeleyerek gidiyorum. İnsanlar bu durumda ne yapar?
Karım biniyor arabaya. Karıma bakıyorum. Benim yerime o hasta olsaydı benim için ne kadar zor olacağını düşünüyorum. Bir zamanlar bana çok tuhaf gelen şu masalı hatırlıyorum, ölen kocasını kendisini terk ettiği için döven köylü kadının masalını. Yıllardır insanların konuştukları bir şeydir, bir haftalık, bir aylık ömürleri kalsaydı ne yaparlardı? İşret mi ibadet mi? Kafamda bir şey canlanmıyor. Fantastik bir şeyler isterdim herhalde – Eyfel Kulesinin tepesinde bir son yemek. Beni hayır ve şerle son bir muhasebeye girişeceğim, film gibi bir yüzleşmeye götürecek bir dinin içinde büyümediğim için belki de bir şeyler kaçırıyorumdur. Kendimi cehennem korkusu içindeki bir dindar olarak tahayyül etmeye çalışıyorum ya da zaferine kavuşmayı bekleyen bir aziz.
Fakat hevesli talebelerimi ve ebedi âleme kavuşacaklarına dair inançlarını hiçbir zaman ciddiye alamazdım. Karımla birlikte çok büyük bir indirim mağazasına gidiyoruz. Çocuklar gibi zemine oturuyoruz ve beş dakika içinde o lanet mağazadaki en büyüğünü, 140 ekran bir televizyonu alıp çıkıyoruz.
Jerome Stern
Çeviren: Onur Çalı
Kaynak: Jerome Stern, “Micro Fiction: An Anthology of Fifty Really Short Stories”, 1996, New York: W.W. Norton Company.