Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Heves, ne güzel bir kelime. Yazmanın asıl hevesim olduğunu anlamam için senelerin geçmesi gerekti. Okuma yazmayı öğrenir öğrenmez öyküler yazmaya başladım. Ölümü sorguluyordum. Öykülerimde de karakterleri bir şekilde öldürüyordum. Biri kuyuya düşüyordu, diğeri de onun üstüne düşüp ölüyordu. Sessiz ve içe kapanık bir çocuk olduğumdan bunları annemle babama göstermem cesaret istedi. Onlara okuttuğumda önce hafif bir tebessüm ettiler. Sonrasında bu durum kahkahaya dönüştü. Ölen ölene. Şimdi düşününce benim de gülesim geliyor ama yedi yaş için zor bir durum olsa gerek. Ağlamaya başladım ve onlara, yazmaya küstüm. Özür dilediler ama nafile. Okumak, nefes almak gibiydi hayatımda. Filin hortumu gücünde çekerek okuyordum ama yazma hayalimi düşünmeyi reddettim.
Seneler sonra, ikinci çocuğumun yeni doğduğu zamanlarda eve bir kargo geldi. Bir elimde bebeğim, açtım. Annemden bir kitap hediyesiydi. Aydın Şimşek’in “Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme” isimli kitabı. İkinci sayfada, “hayallerinin gerçek olması dileğimle, annen,” yazıyordu. Nasıl ağladığımı anlatamam. Kitabı kitaplığa yerleştirirken beş sene sonra bebeğim biraz daha büyüdüğünde, bu kitabı çalışmakla başlayıp asıl ve hep hevesim olan yazmaya başlayacağıma kendi kendime söz verdim. Öyle de oldu. 2017’de her gün, sürekli yazmaya başladım.
Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?
Psikiyatri stajı yaparken burasının, kelimelerin büyüsüne kapılabileceğim, onlarla dans edebileceğim bir alan olduğunu fark ettim. Staja ilk gittiğim gün, uzmanlık alanı olarak psikiyatriyi seçeceğimi anladım. İnsana dair her tür öyküyü kulağımla okuyup alt metinlerini çıkarmaya başladım. Uzmanlık eğitiminde psikoterapiye gönül verdim. Gerçekte gönül verdiğim kelimeler, öykülerdi. İnsanlar, en iyi kurgunun gerçek yaşam olduğunu kanıtlarcasına dinlediğim, şifa vermeye çalıştıklarımdı.
Öykünün dikeyliğini, derinliğini seviyorum. Fazladan bir kelimeyi bile kabul etmemesini, kısa ama vurucu olması heyecanlandırıyor.
Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?
Yazmaya başladığımda aslında buna ne kadar hazır olduğumu fark ettim. Parmaklarım klavyede piyano çalar gibi sürekli hareket ediyordu. O yüzden kısa zamanda birçok öykü birikmeye başladı. Bir dosya oluştu ama henüz yayınevlerine göndermemiştim. Dergilerden olumlu tepkiler gelmeye başlamıştı.
Hayat, her zaman insanı şaşırtıyor. Katıldığım atölyelerden biri geçen sene Aydın Şimşek’in atölyesiydi. Yani annemin gönderdiği kitabın yazarı ve yayınevi yöneticisi. Aydın Bey öykülerimden birkaçını görünce dosyam olup olmadığını sordu. Var gibi, dedim. Ona gönderdim ve süreç başladı.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)
Editörüm olmadı fakat öykülerimin çoğu atölyelerde Semih Gümüş, Aydın Şimşek, Yekta Kopan, Gürsel Korat ve birçok hocanın düzeltmelerinden geçmişti.
İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?
Kitabım daha bebek, heyecanlı ve meraklı. Tanıştığı okurlarla sohbete başladı, yeni okurlarla tanışmaya can atıyor. Daha ne isterim ki?
Telifini alabildin mi/alabilecek misin?
Alacağım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?
Bir buçuk sene. Bu kadar kısa bir sürede öykülerimin Varlık, Notos gibi dergilerde yayımlanmış olması bir lütuf gibi geliyor.
Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?
Bunu yavaş yavaş hissediyorum. Eskiden annem, “yazıya verdiği emeği psikiyatriye versen şimdiye profesör olmuştun,” derken artık televizyon programlarına kitabımı gönderiyor. Babam ise kitapçılara gidip kitabımın olup olmadığını soruyormuş, yoksa getirtmelerini rica ediyormuş. Normalde o kadar naif ve çekingendir ki; bunu yapması beni çok etkiledi. Eşim ve dostlarım hep destekti.
Peki, bundan sonra?
Şimdiden ikinci öykü dosyamın yarısı bitti. Bunca senenin acısını çıkartırcasına yazıyorum. Fonda terapiye ilişkin bir roman çalışmam var. Bundan sonrası okumak ve yazmak, daima.