b8ed4-peker
Hüseyin Peker

SUNUŞ

Teknolojik gelişmeler ve dijital çağın getirileri yaşamlarımızı daha konforlu hale getirdi. Artık şiirlerin kötü huylu dizüstü bilgisayarlarında yazıldığı gerçeğini hepimiz biliyoruz. Bu gelişmeyle beraber şiir üretiminde de göz görülür bir artış oldu. Şiirler daha mekanik ve yapay bir izlek içerisinde kaleme alındı, alınıyor. İlk bakışta şairlerin üretkenliği sevindirici olabilir fakat bu fazla üretim iyi şiiri yakalamanın zor olduğunu da gözler önüne seriyor. Bu bir kopmayı ve erken vedayı beraberinde getiriyor. Çünkü şiir bir risktir ve sürdürülebilirliği en zor sanat disiplinlerindendir.

Yalnız Efe’yi kaleme almamdaki sebep, gerçeğin kabul edilemez görüldüğü bu coğrafyada “kusura bakmayın ince sesle ağlıyorum, sesimi çoğaltamadım / işte yeniden doğuyorum: ölmek yerine!” diyen şairin iç dünyasına yelken açmak istemem oldu. Bu Hüseyin Peker’in ilk şiir kitabı İnsan Arkadaşınındır’dan (1997) “Yalnız Efe” adlı şiiri olmalıydı diyerek işe koyuldum.

Rahim, başlangıç ya da varoluş yaşamla ilintidir. Yeryüzüne gönderilen insanoğlunun geleceğini tayin edecek bir kurum, kuruluş ve olağanüstü bir gücün olmadığını baz alırsak hepimiz dünyanın bir yerine serpiştirilmiş kan parçalarıyız diyebiliriz. Kıtaların, atlasların, okyanusların söz dizimi gibi bir biri ardına sıralandığı bu çağda şairlerin, söz bükücülerin nereli olduğu konusu tartışmaya açılmalıdır.

Şairin kavmi olmadığı gibi şairin dünyanın nerelisi olduğu belirsizlik taşır. Bu belirsizlik hali şairde bir anlam olarak nükseder. Bu hırıltılı tanım yeni metaforların ve imgelerin habercisidir. Hüseyin Peker, Yalnız Efe’yi yazarken çağdaşlarına savuruyor bu soruyu: “Dünyanın neresindeyim?”.

Kendi çağdaşlarına yönelttiği bu sorunun cevabını naçizane vermek isterim: Herkesin mutlak gerçeğe yaklaştığı dünyanın ayak ucundayız ve yalnızca kan parçası kalarak o kutlu gerçeğe, evrilişe -sona- varıyoruz.

İNCELEME

Dünyanın neresindeyim?
Yaşım kimden sorulur, saatimi ayarlayan kim?
yıkılmış tuğlalar aşıyorken
Şu bahar, baca ve takvim yaprağı kırıntıları arasında
Günleri biçen kim, günlerden kalan nerede?

Her şiir bir coğrafyayı çağırır ve tanımlar. Et ve tırnak gibi neresinden ayırsanız orada kanayacak bir toprak arar şair. Peker’in sorusuyla başlayan “Yalnız Efe” bize kendimize dönmemiz için bir fırsat veriyor. “Buradayız! Dünyanın ayak ucunda.”

Şair, zaman ve yaş bağlamında kitlesel bir sorunun kesin cevabını arıyor. -Çocukça ve birazda gençlik hezeyanıyla.- Kendini sorgulayan bir nüans ve yaşamı çağıran sesle. Ötekinin vardığı kavimlere uzanan bir çağrının tezahürü oluveriyor. Vakitlerden dem vuran imgelere yeni yıkıntılar ekliyor. Sanrıların çoğalttığı, evlerin, çatıların, duvarların sağrısında yıkımların sonucu yeni bir deyişi arzularken kendisiyle çelişen şairin bir vehim sarsıntısıyla yazdığı aşikar bu dizeleri. Hep bir enkazın eşiğinden seslenen yüreğin tesellisi…

Buhar, baca ve takvim kelimeleriyle yaşamın savurduğu köşelerden sesleniyor. Günlerin ardına saklanan evlilikle süslenmiş bir yaşamın şiiri geciktirdiği yıllardan hesap soruyor. Bazen sevinç bazen geri gelen bir sesin ardında bıraktığı yankıyla… Peker’in şiiri felsefe üzerine inşa ediyor. Hegel’in şiiri sanatların en yücesi saydığı gerçeğiyle şiirini tanımlıyor Peker. Toplumcu gerçekçi izleği bütün hatlarıyla modern dilin bütün unsurlarını kullanarak inşa ediyor.

Günceli yakalamanın o zorlu yollarında kendini tekrar eden ve lirik denizinde aynı dizeleri çağıran şairlerin günümüzde sayısı ne çoktur. Şiirde beş-on kelimeyi literatürüne indirgemiş seslerin bugün şiirde nerede olduğunu sorgulamak isterim. Kendini tekrar eden dil, toprağa kavuşmaya çürümeye ve kokuşmaya mahkumdur. Peker, şiirini her geçen sene farklı bir boyutla sunuyor okurlarına. Görülüyor ki Peker, şiire ara verdiği yıllarda okumaktan vazgeçmemiş ve haznesinde biriktirdiği deneyimleri, yıkımları bu aranın önüne taşımış.

Yaşamın dolambaçlı serüveninden bir sarı sıcağa varıyoruz Peker’in şiirinde. Bir Akdeniz senfonisi karşılıyor bizi. Güney’in sarı sıcak akşamlarından biri lodos esintisinden haber veriyor. Dağ pervanelerinden, gururlu sahillerden söz açıyor; portakal bahçelerinin dokusu teneffüs ediyor şiirlerine. Ilık suların, çarşıların ve taş yapıların dışavurumunu okuyoruz Peker’in insancıl şiirlerinde. Çünkü sesi insana karışan bir şair Peker.

Evet siz dostumdunuz, öyle güleç, şenlikli yüzünüz vardı
Okul boyunca uzun atladınız, sonra da çizik bıraktınız
para demetlerine
Sizi sürekli telefonla ararlardı, kalan notlarınızdan bloknot yaptılar
Sizden artan bir yığın parke taşından yol yapıp, üzerine
toz döşediler

Bir yaşam serüvenin tasvirini yapan bu dizelerde gençlik yıllarından eğitim hayatına bu meşakkatli yaşamın parçasından savrulmuş notalar görüyoruz. “öyle güleç, şenlikli bir yüz” deyimi bıyıklı yeni terli o arsız gençliğe bir göndermedir. Gençlik biraz savrukluk biraz festivaldir. Hepimiz en çok gençken ölürüz. Hepimiz gençken ne çok isyan! Okul yıllarından geleneksel bir dille bahis açan Peker, konu yaşamın mücadele evresinde kendine attığı çiziklerden bu dolambaçlı yolların ateşli ve kangren yıllarından söz açıyor. Şairin bilinçaltında yeşeren nice sekansın canlandığı görülüyor. “sonra da çizik bıraktınız para demetlerine” dizesinde bir gerçeğe varıyor Peker. Öyle ya şiirin karın doyurmadığı gerçekliğini hepimiz biliyoruz. Şiir biraz işsizlik biraz yurtsuzluk en çok huzursuzluktur.

Peker şiirinde geçişlere yer veriyor. Nedir peki bu geçişler? Yaşamda müşterek olanın şairde uyandırdığı izleği yansıtıyor bu dizeler. Kaynayan kazanın içinde fokurdarken yukarı taşan pütürlerin izleğidir yaşam denilen sonunu çözümleyemediğimiz curcuna. İnsanı bir parke taşına benzetmesi de bundandır. Taşlarla döşeli yolların kıvrımından kendisine dönen yani bir toz parçasıyla benzeşen iki ayak iki kol yaratık; insanoğlu.

Evet siz de dostumdunuz; şiirleriniz, dizeleriniz uçuştu
hep üzerimde
Bana mı yazdınız, çoğula mı? Bir ara kitaplarınız ödüle doydu
Dünyanın neresindeyim? Dakikalar başıma çoğalıyor,
öyleyse neyim?
Kimim eksik? Yüreğimin orta yeri toz kadar boş, içime
kimi sığdırayım?

Peker şiire ara verdiği yıllarda dostlara sesleniyor. Evlilik, aşk şiiri öldürür denir. Bu tez ilk bakışta şiirle pekişebilir lakin şairin suskusunu artırır. Düzen şiirin biraz da düşmanıdır. Peker, şiire ara verdiği yıllarda çağdaşlarının şiirini okumayı ihmal etmemiştir. Bu zaman zarfından haznesini şiir ve sinemayla dolduran Peker, geride bıraktıklarıyla hesaplaşan bir dil yakalamıştır. Çağdaşlarının epey yol kat ettiği şiir duvarına tuğlalar diken bu dostlara yakın-uzak bir temas kurmuştur. Bazı dostların sevinçlerine ortak olan ve şair haysiyetini onuru gibi taşıyan Peker, dostlara şiirsel dokunuşlarla göz kırpıyor.

Peker’in şiirsel serüveni daha öncede bahsi geçen “varoluş” mevzusudur. Şair, bilincin dışavurumu olarak kendini sorgulayan bir hal içindedir. Bu vehimlerin tamamı şiirlerine lanse edilmiş bir dille pekişmiştir. Vakit kavramından dem vuran dizelerin var olma, tutunma ve çoğalma hallerinden bir sırdaşla konuşur gibi şiirin öğelerinden bir yalvaç yaratıyor Peker. Bazı göndermeler ve çağrışımlar biz okuyucuyu da yeni bir söylem için düzen aldırıyor. Eksik kalan, belki bir toz bile değilken türetilmiş yaşamların eksik yıkımlarından çağdaş bir dil buluyor. Varoluş çabası ve şair yalnızlığı izlekleriyle rahimden mezara bir yankı tutuşuyor şiir meşalesiyle…

Evet siz de dostumdunuz, siz de siz de, hepiniz
Ne kadar sevimli kişilerdiniz, bense bugün hoyrat bulduğum
yürek yanığımda
Bir yığın beyazlamış saç arasındayım, o ne kadar beyaz,
öyleyse gidiyoruz
Bu uzun yolculuğa, istemeden, dünyada neydiniz?

Peker’in şiirindeki modern yapılar ve evrensel dil bana Cansever’in şiirinde akıl-yabancılaşma izleklerini anımsatıyor diyebilirim. Yalnız Peker’de şiirsel aklın Cansever’in şiirinin bir adım ötesine geçtiğini tabiri caizse boyun farkıyla aklın şiirdeki tahayyülü olarak bir boy farkla önde diyebiliriz.

Günümüz lirik şiirinin en büyük sorunu kendini tekrar etmesidir. Bazı şairlerin salt kelime öğeleri ve buluşlarla şiir yazdığını görüyoruz. Lirik şiir biraz da kendi intiharıdır şairin. Peker’in lirik şiir öznesinde bu çite takılmadığını görüyoruz. Sürekli bir radyo cızırtısından farksız lirizm ağından atlayarak geçtiğini daha sert ve kalıcı şiirler kaleme alma cesaretini gösterdiğini görüyoruz.

Yalnız Efe şiirinde bir geçmiş ve onunla başa çıkmaya ant içmiş bir şair öznesini görüyoruz. Bu bireyci tutum beni biraz endişelendirmiyor değil aslında. En çok eleştirdiğim husus şairin kendine fazlasıyla dönmesi. Bu dönüş yeni imge ve deyişlerinin önünü tıkıyor. Taştan barajların suyun akışına yön vermesine izin veriyor. Bu şiirsel dilden düzyazıya geçiş riski teşkil ediyor. Peker şiirlerinde imgenin bir hatırata dönüşmesine izin vermemelidir diye düşünüyorum.

Şiir, mekanik söylemleri reddeden bir sanat dalıdır. Öykü, roman ve diğer sanat disiplinleri düzyazı için alternatif kulvarlardır. Bu minvalde baktığımızda özenin bireysel tecrübeleri ve çıkarımları şiir bir anlatı havası oluşturabilir ve şiirin gerçekliğini yok eder. Bu dil Peker’in şiirinde dikkatimi çekti ve belirtmek isterim ki bu söyleyiş, bir anlatı havası oluşturmaktadır. Pek çok şair bu yanlışa düşer. Bu ağdan kurtulmak pek de kolay değil kanımca.

Yaşımın kaç olduğu soruldu: Şafak kaç?
On yedi, öyleyse gidiyorum, üzerine kapandığım toprak
hiç affetmedi
kusura bakmayın ince sesle ağlıyorum, sesimi çoğaltamadım
işte yeniden doğuyorum: ölmek yerine!

Peker’in şiirindeki genç izlek bir bakıma yaşama karşı bir refleksin sonucudur. İnsanlar doğar, yaşar ve büyür. Bir bilinmeyene açtığımız bu yelkenlinin hangi kıyıda ve ne zaman son bulacağı belirsiz. Bu hiçlik tavrı ve varoluş sancısı Peker’in şiirinin dinamiklerini oluşturuyor. Şiirinin bu denli genç kalmasının asıl nedeni ise bu dinamiklerin birbirini takip eden varoluş mekanizmasından beslenmesidir. Bir gençlik ki gidişe pelesenk, bir gençlik ki bu toprakla yüzleşmeyi kabul etmiş o siyah sona varışın portresini dizelerine sarmalamış. Peker’in şiiri insanlığa karışan bir başkaldırı.

Dizeleri parça-bütün bağlamında ele aldığımızda Peker’i gövdeci bir şair olarak tanımlamak yerindedir diyebiliriz. Dize şiirin bir sekansıdır ve gövdenin temel taşıdır. Peker dizeci bir şair değildir. Bir çukuru oyar gibi kendine bir tünel kazıyor Peker. Şiirden kovulan şair nasıl olur da yaşamla uzlaşabilir…

Emre Şahinler