José Saramago, Bütün İsimler (Bİ) ve Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş (ÖBVBY) isimli romanlarında dirilerin ve ölülerin izini sürüyor. Saramago’nun diline aşina olanlar bilir, nerelere gideceğini, ne kadar dallanıp budaklanacağını kestiremediğimiz cümlelerinde ve cümle içi blok diyaloglarında bürokrasiden dine, milliyetçilikten sigortacılık sistemine, insanın en karanlık taraflarından en gülünç, absürt yanlarına kadar pek çok yere dokundurur, şöyle bir göz atıp çıkar. İki romanda da benzer bir anlatım tekniği ile pek çok alana temas etmiş Saramago. Özel ilgisine mazhar olan ölümü ve yaşamı ise felsefi, biyolojik, sosyal açılardan, devlet-vatandaş, din-siyaset-ekonomi eksenlerinde didik didik etmiş. Bazen detayları sinir bozucu olabilecek derecede büyüterek, aslında boş bir anımızda aklımıza bizden habersiz doluşan, evirip çevirdiğimiz birçok düşüncenin doğasıyla yüz yüze bırakır bizi. Beynimiz de gerçekten benzer şekilde, bazen çok gereksiz görünen ayrıntıların üstünde tepinir durur, bunları yüksek sesle dile getirmeyi düşünmeyiz bile (Saramago bunu yapar), fakat beynimizin bu işlevi sayesinde çoğu kez kararlar alır, tercihler yapar, hareketlerimize ve düşünce dünyamıza yön veririz. İşte bu detay kalabalığı ve Saramago’nun ufak bir düşünce kırıntısının dahi peşini bırakmayan inatçılığı, bize iki romanı karşılaştırabileceğimiz derecede malzeme sağlar. Detaylar bir araya getirilince büyük resmi görürüz ve Bİ’de yapılan “Hayatlar tablolar gibidir, onlara dört adım geriden bakmak uygun olur” tespitine uyarak birkaç adım geri çekilip romanlara baktığımızda bize geniş bir alan açıldığını görürüz.
Kısaca bahsetmek gerekirse Bİ’de, Merkez Arşiv’de çalışan nüfus memuru Don José, tesadüfen kayıt fişi eline geçince, fişin sahibi kadının peşine düşer. ÖBVBY’u ise iki kısma ayırabiliriz: İlk kısım başbakan, TV müdürü, piskopos ve birkaç köylü dışında karakterin olmadığı, ki onlar da derinleştirilmemiştir ve ikinci kısımda kaybolurlar, genel olarak ölümün uygulamalarının ülkeyi ne hale getirdiğinin anlatısıdır. Burada bir distopyanın çıkış patlamalarını görürüz, insanlar ölmeyecek olsaydı başımıza neler gelirdi sorusu üzerine gidilir. Durum ilk başlarda sakin olsa da yaşlı sayısı arttıkça onlara ne yapılacağı, toplumsal yapının ne hale geleceği, ekonomik problemler ve benzerleri, ahlaki ve teknik açılardan irdelenir. Yaşlılar için mahalleler, şehirler, metropoller oluşturulması ve bu toplama alanlarının sonu gelmeyecek olan yaşlıların, yaşayan ölülerin mezarlığı olacağı öngörüsünde bulunulur ki kitapta üzerinde durulmasa da bu durum belli bir yaştan sonra, yani Saramago’nun deyişiyle dişlerini ve saçlarını kaybedip duymayan, görmeyen, bronşitli, fıtıklı, femurları kırık, kötürüm, düşkün hale dönüştüklerinde, yaşlıların adalara terkedilmesi, mahalle, şehir gibi benzer alanlarda izole edilerek aç susuz bırakılmalarına kadar vardırılabilir. İlk bölüm, üzerinde çokça söz edilebilecek bir bölümken bu yazının ilgilendiği kısım kitabın ikinci yarısı. Karakterlerin ortaya çıktığı ve derinleştirildiği hikâyenin bu kısmında kadın kimliğine bürünen ve kişilik atfedilen ölümün, kurallarına direnen viyolonsel sanatçısı bir adamın peşine düşmesine tanık oluruz. Bu iki kitabı ve hikâyeyi birbirini aynalayan anlatılar olarak algılayabiliriz kanımca. Bİ’nin Don José’si ve ÖBVBY’un ölümü, iki farklı boyutta, yaşamın iki paralel görüntüsünde, birbirlerinin ayaklarına basan varlık ve gölge gibilerdir. Aynı toprağa temas ederler, biri sınırı oluşturan toprağın üstünde diğeri altında yürür sanki. Şimdi bu görüşe ulaşmamı sağlayan birkaç noktadan ve detaydan söz edebilirim.
Don José’nin ve ölümün (kitapta ölümün kendi tercihiyle küçük harfle başlatılan “ölüm”ün) macerasında en belirgin ortak özellik, ikisinin de peşine düştüğü, aradığı birinin olması. Bunun yanında en önemli ortak noktalarının ölümcül yalnızlıkları olduğu söylenebilir. Don José’nin arkadaşı yoktur, tek başına yaşar ve çalıştığı devlet dairesinin insanı kendi kabuğuna çekilmeye zorlayan tekinsiz ve soğuk atmosferinde titrer. Neden yaptığını pek bilmese de ünlülerin arşivdeki fişlerini geceleri gizlice alır, o kişi hakkında toplayabildiği tüm bilgileri sakladığı dosyasının içine koyar. Gündüz yaptığı iş monotondur ve heyecansızdır. Tıpkı ölümün asırlar boyunca yapmaya devam ettiği işinin sıkıcılığı gibi. Don José geceleri ise bir labirenti andıran Merkez Arşiv’in dosyalardan oluşan dolambaçlı yolları arasında heyecanlı bir arayış içine girer. Don José’nin hayatının akışı şans eseri eline geçen tanımadığı bir kadının fişi ve bu kadının kim olduğunu, nerede yaşadığını öğrenme isteğiyle, ölümün ise kendi monoton işini renklendirmek üzere insanlara belli bir süre içinde öleceklerini bildiren eflatun renkli mektuplar göndermeye başlamışken, bir mektubun inatla ilgilisine ulaşmaması sonucu bu işi kendi elleriyle bitirmek üzere onun peşine düşmesi sonucu değişir. Böylece sıkıcı yaşamları değişir, ikisi de buna muhtaçtır, gerçi ölüm biraz da zorunluluk eseri bu takibe başlar ama durumdan memnun olduğu taraflar da vardır. Bu sayede yalnızlıkları bitmez ama belli bir amaç uğruna eylemde bulunmak katılaşmış eklemlerini rahatlatır hiç olmazsa ve başta tahmin edemeyecekleri bir tutku ve takıntının esiri haline getirir onları.
Don José çalıştığı Merkez Arşiv’e bir kapıyla açılan lojmanında mütevazı bir hayat sürerken, ölüm yerin altındaki eşyasız odasında yaşamaktadır. O kadar yalnızdırlar ki konuşup dertleşecek, tavsiye alabilecek kimseleri yoktur. Bulmak istedikleri kişilerin peşindeyken karşılarına çıkan zorluklar ve bu zorluklara çözüm arayışlarında Don José yatağına yatıp Tavan’la konuşur, hatta onunla felsefi içerikli diyaloglara girişir. Kitabın en akışkan, öne çıkan bölümleri Tavan’la olan sohbetlerdir. Ölüm ise benzer bir şekilde çıplak odasında konuşmak için duvara dayayıp bıraktığı Tırpan’ını seçer. Göreve başlarken eline bir yönetmelik tutuşturulmuş ve ne kadar geçtiğini unuttuğu zamanlar boyunca bir daha onu arayan soran olmamıştır. Hatta öyle ki işler ölümün kontrolünden çıkıp sarpa sardığı bu anda dahi üstlerinden ne bir mesaj ne bir uyarı ne de bir emir almıştır. Elindeki yönetmeliğin satır aralarında yazan birkaç cümleye dayanarak işleri toparlamaya girişmek zorunda kalmıştır. Sonunda ölüm, Tırpan’a içini dökmek zorunda kalır. Don José ile Tavan arasındakine çok benzer diyaloglar bu kez ölüm ile Tırpan arasında geçer.
Don José ’nin de ölümün de ellerinin altında arşivleri vardır. Don José’nin çalıştığı Merkez Arşiv, ülkede bugüne dek doğmuş ve ölmüş tüm insanların bilgilerini içeren fişlerle sürekli büyüyen, içinden çıkılamaz bir labirente dönüşmüş durumdadır. Bir fiş aramak için arşivin karanlık yollarına girip uzun süre dönemeyen memurların olduğunu, hatta kaybolan bir müfettişin günler sonra ölümün kıyısındayken arşivde bulunduğunu öğreniriz. Don José geceleri gizlice girdiği arşivde meçhul kadının kayıtlarını aramak için koridorlara girerken Ariadne ipini kullanır. Mitolojik hikâyede yiğit Theseus, Girit’e Minotauros’la çarpışmaya geldiğinde, bu canavarın merkezinde yaşadığı binbir dehlizli Labyrinthos mağarasına girmeden önce Ariadne ile karşılaşır ve birbirlerine vurulurlar. Theseus kaba kuvvetine güvenip labirente bodoslama dalacakken Ariadne aklı temsil ederek onu durdurur, canavarı bulup öldürse bile labirentten çıkamayabileceğini tahmin edip onun eline bir yumak ip tutuşturur. Theseus ipi girişte bir yerlere bağlar ve ipi çözerek labirentte dolaşır, sonunda Minotauros’u öldürür ve bu kez ipi toplayarak geldiği yollardan geri döner ve labirentten çıkar. Hikâyenin devamında birlikte kaçarlar ama Theseus, Ariadne’yi Naksos adasında terk eder, sonra ortaya tanrı Dionysos çıkar, Ariadne’ye âşık olur, onu Olimpos’a götürür, düğün hediyesi olarak verdiği taç gökyüzünde Kuzey Takımyıldızına (Corona) dönüşür, Theseus da türlü olaylar yaşamaya devam eder. Bizim Don José de Ariadne ipinin bir ucunu müdürün masasının bacağına bağlar, diğer ucunu ise bileğine. Böylece Saramago’nun deyimiyle tıpkı kordon bağıyla annesine bağlı bir fetüs gibi hayatla arasında bir bağ oluşturur. Ölümün insanlara gönderdiği ve belirtilen süre içinde öleceklerine ilişkin eflatun renkli mektup da ölümün dünyaya uzattığı Ariadne ipidir kanımca. Bİ’de hayatın tanımı “hiçle hiç arasında yer alan şey” olarak yapılmaktadır. İşte ölüm hiçten gelenlerin hiçe geri dönebilmeleri için onlara bir ip uzatır böylece. Aksi takdirde, ÖBVBY’ta viyolonsel sanatçısının çaldığı Chopin’in elli sekiz saniyelik opus yirmi beş, sol bemol majör dokuz numaralı parçasını dinleyen ölümün etkilenip onda söylenmemiş sözler kaldığı hissini uyandıran havada asılı kalan o son akor gibi olacaktır ölümler: Aniden, beklenmedik; bundan önce hep olduğu gibi. Hiçe dönerken kat edecekleri yol, uğrayacakları yerler ise kişiye kalmıştır. Böyle olunca kimi bu ipi takip ederken kiliselere kapanmış, kimi de kendini uyuşturucu, seks ve içkiye kaptırmakta özgür davranmıştır. Don José, Ariadne ipini yaşama bağlarken, ölüm ölüme bağlamaktadır kısaca.
Arşivde ölülerle dirilerin kayıtları arasında belli belirsiz bir sınır vardır ve bina yetmez olunca dip duvar yıkılarak biraz daha ileriye örülür ve alan genişletilir. Don José’nin yolu Merkez Mezarlığa da düşer çünkü aradığı kadın artık oradadır. Burası ise şehrin içinde gitgide büyüyen ve kolları yayılan bir ağaç ya da ahtapot gibidir. Ölülerin sayısı arttıkça Merkez Arşiv gibi burası da genişlemektedir. Ölümün arşivi ise yerin altındaki boş odasının dolaplarındadır. Ama onun arşivi çok daha düzenlidir ve kişiler hakkındaki bilgiler kendiliğinden işlenir fişlere, ölenlerin dosyaları alt kattaki başka bir salona kendiliğinden taşınır ve arzın merkezine doğru sürüp gider bu kâğıt yığını. Bİ’de yer üstünde yatay olarak genişleyen kayıtlar ve mezarlık, ölümün evreninde arzın merkezine doğru, bir gün dünyanın çekirdeğine ulaşıp yanmak üzere ilerler. Ölüm, fişlere kişinin yaşına göre sürekli güncel halini gösterecek bir fotoğraf eklemeyi de düşünür. Tıpkı Merkez Mezarlık’ta olduğu gibi arşivlerde de ölülerle dirilerin bir arada olması gerektiği fikri, Bİ’de Merkez Arşiv müdürünün dile getirdiği gibi, ölümün de aklını kurcalayan sorunlardan biridir. Hatta burada Saramago Bİ’ye açık bir göndermede bulunur ve “ölülerle dirilerin bilgilerinin, bütüncül bir anlayışla birlikte tutulması gerektiğini düşünen, bunun tersinin insanlığa karşı yapılmış bir hakaret olacağını değerlendiren bir nüfus memuru”ndan bahseder, böylesi bir sistemin ise ölümle Tırpan’ın salonunda kurulmasının mümkün olamayacağından dem vurur. Ölümle bu nüfus memuru arasındaki diğer bir farkın ise ölümün ölenleri hakir görmesi, buna karşın nüfus memurunun “tarihsel vicdan”ıyla dirilerin ölülerden ayrılmaması gerektiğini, aksi takdirde ölülerin sonsuza dek öleceklerine, dirilerin ise yarım yamalak yaşayacaklarına olan inancıdır (ÖBVBY, s. 155-156). Böylece Saramago sekiz yıl aradan sonra Bİ’ye açıktan bir selam göndermiştir ÖBVBY’ta.
Don José de ölüm de peşine düştükleri kişiye, daha doğrusu takip işinin büyüsüne kendilerini o kadar çok kaptırırlar ki ikisi de işlerini aksatmak zorunda kalır. Don José zorlu bilgi toplama sürecinde hastalanır, yatağa düşer, yorgunluktan ve dikkatini işine yeteri kadar veremediğinden ötürü hatalar yapar, bir keresinde tıraş olmadan işe gelir ve amirleriyle çalışma arkadaşları tarafından kınanır. Ama sonunda kendini ele verip işten atılmayı bile göze alır. Ölümde de benzer bir durum yaşanmaktadır. Onun aklı da sürekli viyolonselcidedir ve ortaya çıkan problemi nasıl çözeceği üzerine kafa patlatıp durur. Sonunda o da ete kemiğe bürünüp yaşama karışmaya karar verdiğinde, ölüm mesajlarını yollama işini Tırpan’a bırakır ve arkasına bakmadan çıkar gider. O ana kadar ise kendi başına verdiği kararların, üst merciler tarafından hoşa gitmeyecek olduğu ve başının derde gireceği üzerine hem düşünür hem de Tırpan tarafından uyarılır ancak o da Don José gibi sonunda tüm gemileri yakar ve kendini hikâyenin akışına bırakır.
İlginç benzerliklerden bir diğeri ise Don José’nin de ölümün de, araştırmalarında ilk akla gelen ve kolay olabilecek yolu tercih etmemeleridir. Ölüm, kadın görünümüne bürünüp viyolonselciyi bulmak üzere yola çıktığında, kapısını çalıp mektubu teslim etmenin çok kolay olacağını tahmin eder ve böyle görünüyor olması hiç hoşuna gitmez. Don José de meçhul kadından bir iz ararken biri ona telefon rehberine bakıp bakmadığını sorar. Fakat Don José bunu ilk başta yapmaz çünkü bir araştırmacının bu kadar kolay bir yol izlemesini ve olayı daha en başta aydınlatmasını istemez. Bunu kolaycılık olarak görür ve kendine yediremez. Kısa yoldan sonuca götürebilecek seçeneklerin elenmesi ya da bir şekilde işe yaramaz hale getirilmesi, Saramago’nun hikâyeyi derinleştirme, çözüme ya da sona giden yolda daha çok oyalanıp üzerinde düşünülmemiş bir nokta bırakmama çabasının da bir göstergesidir aslında.
Don José ile ölümün aynaya bakıp birbirlerini görmedikleri ama aynanın sırrının ardından birbirlerine göz kırptıkları anlardan biri de Don José’nin meçhul kadının yattığı Merkez Mezarlık’ın intihar edenler bölümünde bir ağacın altında uyuyarak geceyi geçirmesi, ölümün ise kadın görünümünde bir surete bürünmeden önce, her yere yayılabilen görünmez varlığı ile viyolonselcinin evinde gecelerini geçirmesidir. Don José aslında tıpkı ölümün peşinde olduğu kişinin evine girmesi gibi meçhul kadının evini bulmuş, bir şekilde içeri girebilmiştir. Kadının eşyalarını izler, dolabına bakar, yatağın üzerine oturur, giysilere dokunur. Öyle büyük bir yakınlık duymaktadır ki ona, geceyi onun yatağında yatıp uyuyarak geçirmek gelir aklına fakat buna cesaret edemez. Ölüm ise görünmezdir ve uykuya ihtiyaç duymaz, bu sayede tüm geceyi viyolonselcinin evinde rahatlıkla geçirir, onu doya doya izler, köpeğiyle olan ilişkisini gözler, evde yaptığı provalarını dinler, ona karşı anlaşılmaz bir yakınlık geliştirir ve sonunda kendini evin bir parçası, anne, kız kardeş, sevgili gibi bir konumdaymış gibi hisseder. Oysa ikisinin yeri de orası değildir, Don José bir yaşayan olarak mezarlıkta ömrünü geçiremez ne de rahmetlinin evinde, ölüm de bir dirinin yanında ne zamana kadar kalabilecektir ki?
Don José bir diriyi ararken onu bulması gereken yerin artık ölüler diyarı olması gerektiğini anlarken, ölüm ise ölmesi gereken bir dirinin peşine düşüp diriliğin çekiciliğinde kendinden geçer. Don José ölüm belgesi eksik olan kadını bulmak için tekrar bileğine Ariadne ipini bağlayıp arşivin karanlığına doğru yola çıkarken, ölüm kadın bedeniyle viyolonselcinin yatağına girer.
“Bazı sorular dirençlidir, vazgeçmezler” diyor Saramago Bİ’de. Bu tespite uygun düşecek şekilde, Saramago’nun ölüm ve yaşam hakkındaki sorularının dirençli olduğunu, onun aklını sürekli meşgul ettiğini söyleyebiliriz. Bİ’nin basım yılı 1997, ÖBVBY’un 2005. Aradan geçen sekiz senede soruların dirençli varoluşlarını sürdürdükleri görülüyor. Nüvelerini Bİ’den alan sorular tıpkı Merkez Arşiv gibi dallanıp budaklanmış, ölümün arşivi gibi kök salmış ve ÖBVBY’ta serpilip yeni felsefi derinliklere ulaşıp yeni sorular üretmişlerdir. Saramago, ölümü ve yaşamı, ilkinde insanların kayıtlarını tutan bir nüfus memurunun gözünden, diğerinde ise ölümün gözünden anlatmayı seçmiştir. Bİ ve ÖBVBY anlatım şekli, dili, üslubu ve anlatının çatısı bakımından birbirinin ikizi kitaplardır diyebiliriz, fakat elbette ayrı yumurta ikizleri. “Merkez Arşiv’in yaptığı mucize, hayatı ve ölümü basit kağıtlara dönüştürmek” ise Saramago’nun kerameti de hayatı ve ölümü unutulmayacak romanlara dönüştürmek. Ölüm mutlak hükümdar olsa da Saramago romanlarıyla yaşamakta direniyor, direnecek de.
M. Özgür Mutlu
Kaynaklar:
Bütün İsimler, Jose Saramago, Çev: Nesrin Akyüz, Kırmızı Kedi Yayınevi, Birinci Basım, 2012.
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, Jose Saramago, Çev: Mehmet Necati Kutlu, Kırmızı Kedi Yayınevi, On Birinci Basım, 2016.
Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi, 1996.