Değerli çevirmen Tuncay Birkan büyük emek vermiş, Refik Halid Karay’ın 1938-65 yıllarında gazetelerde, dergilerde yayımlanmış (ve kitaplarına giren çok azı dışında maalesef oralarda unutulup kalmış olan) yazılarını derlemiş. Ortaya 18 ciltten mürekkep bir dizi çıkmış: Memleket Yazıları.

Bu on sekiz ciltten biri olan “Kırk Yıl Evvel Kırk Yıl Sonra Anadolu’da” (KYEKYSA),tahmin edebileceğiniz üzere, yazarın Anadolu seyahati notlarından oluşuyor.

Kitabı elinize aldığınızda, Refik Halid’in leziz dil ve üslubundan önce, Tanıl Bora ve Tuncay Birkan’ın dört başı mamur önsöz’lerini okuyacaksınız. Bu iki tafsilatlı girizgah, sizi birazdan Refik Halid’le çıkacağınız Anadolu seyahatine mükemmelen hazırlıyor. Biz kısaca şunu söylemekle yetinelim: Yeni İstanbul gazetesi, Refik Halid Karay’ın Anadolu’yu gezmesini temin eder (başka bir deyişle, sponsor olur). Refik Halid de, memleketin siyasi milatlarından olan 1950 seçimlerini de içine alan bir süreçte, 1950 baharından başlayarak birkaç ay boyunca keyfince seçtiği vilayetleri, kasabaları arşınlar ve buralardan nefis yazılar çıkarır.

Ey okur, Yeni İstanbul gazetesini bir yerlerden hatırlar gibisin, değil mi? Mümkündür. Bahsi geçen bu Yeni İstanbul gazetesi, New York Herald Tribune gazetesi ile ortaklaşa bir öykü yarışması düzenler: “Dünya Hikâye Müsabakası”. Tesadüfe bakın ki bu hadise de 1950 senesinde vuku bulmuştur. Ey okur, silkin kendine gel, gerekirse ayağa kalk ama saygıda kusur etme çünkü bahse konu yarışmanın jürisini sayacağız: Reşat Nuri Drago, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Eyüboğlu, M. Mermi Haskan, Refik Halid Karay, Orhan Veli Kanık, Cevdet Perin ve Ahmet Hamdi Tanpınar.

Yarışma nasıl nihayetlenmiş diye merak ederseniz, şöyle: Samim Kocagöz “Sam Amca” öyküsüyle birinci, Necdet Ökmen “Merhametli Bir Kadın” ile ikinci, Orhan Kemal “Baba” ile üçüncü olurlar. Vüs’at Orhan Bener ise “Dost” öyküsüyle dördüncülüğü kapar. Nedir, bu öykü epey ses getirmiştir ve Vüs’at Bey’in yazarlık yolu açılır. Yarışmanın jürisinde bulunan ve “Dost”u pek beğenen MŞE’nin, Vüs’at Bey’e demesine göre, “Dost”un papçiniklerle karşılanmasının ve dahi birinciliğe seçilmesinin yoluna taş koyan Orhan Veli olmuştur. Yarışma jürisindeki Orhan Veli, tartışmalar sürerken ve ibre belli ki Vüs’at Bey’in “Dost” öyküsüne dönecek gibiyken meşhur itirazını dile getirir: “Bir kasap hikâyesi uluslararası yarışmada birincilik almaz.”

Bizim bu hadiseleri sanki oradaymışçasına anlatmamıza da kanma okur. Biz bu malumatı Kurmacasız Bir Yaşam kitabından edindik. Süsleyip püsleyip Apukurya maskarasına çevirdik ve önünüze koyduk.

İyi de biz bu yazıya neden başlamıştık? Refik Halid Bey’in, refikası Nihal Hanımefendi ve zaman zaman küçük mahdumu Ömer Uğur Beyefendi ile (yukarıdaki fotografide bu üçlüyü görüyorsunuz) devam ettiği Anadolu seyahati. Dönelim hemen, yetişelim, otobüsü kaçırmayalım!

Otobüs Anadolu’nun birçok yerine gidiyor, bizse direksiyonu Refik Halid Bey’in Bergama topraklarını teşrif ettiği kısımlara kıracağız. Bir de tuhaf bir kesişmeden bahis açacağız.

Refik Halid Bey ve refikası Nihal Karay, 1950 yılının 22 Nisan’ında, Ayvalık ve Dikili üzerinden Bergama’ya varırlar. Ve fakat onları kötü bir sürpriz karşılar Bergama’da:

“Ovasına girer girmez iki, üç bin senelik tarihin bazı ufak tefek eserleriyle karşılaşmağa başladığımız Bergama nihayet göründü. Akşam serinliğini duyuyoruz; gölgeler uzamış, ışıklar koflaşmış. Otelin önünde bizi indirdiler. Hemen koştum: ‘Aman,’ dedim, ‘bize en iyisinden banyolu veya duşlu bir oda!’ Aldığım cevaptan irkildim: Tek yatak yokmuş. İstanbul’dan Nebatat Enstitüsü öğretmenleri, Alman profesörleriyle gelmişler, oteli doldurmuşlar. Bu enstitü, hani ya Süleymaniye Camii yanında, eski Meşihat binasının arasında yapılan beton heyulâ olacak. Kaç defa –manzarayı berbat ettiğinden dolayı– aleyhinde yazmıştım; gözüme her iliştiği zaman da ateş püskürürdüm. Bedduasına uğramıştım. Halbuki hayrını görmeli idim.” (KYEKYSA, s. 121)

Edremit’teyken tavsiye ettikleri bu otelde yer bulamayınca epey paniğe kapılır Refik Halid. Sonra çarşıda otel aranırken, bir “mektep binası” önünde (burası muhtemelen bugünkü günde Bergama Milli Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılan eski Bergama Lisesi binasıdır, pek güzeldir) rastladığı bir öğretmenin yönlendirmesiyle birkaç otel daha gezer ama hiçbirini gözü tutmaz: “Çarşı içinde dört otele uğradık. Kiminin kâtibi yemeğe gitmiş; kimininki ortalarda yok. Bir tanesininki sallapatı, öbürünkü vurdumduymaz. Zaten bu otellerin hiçbiri rahat edilecek cinsten değil. Çarşafları bile değiştireceklerinden şüpheliyim. İyisi doğruca İzmir’i tutmak.” (KYEKYSA, s. 124)

Nedir, sadece Bergama’da değil, tüm Anadolu seyahati boyunca en çok yakındığı şeylerden biridir bu Refik Halid’in. Kaldıkları otellerin, yemek yedikleri lokantaların vaziyetini pek beğenmez. Yine Bergama seyahati sırasında “Otelcilik bize niçin bu kadar uzak… Ve uzak kalmakta devam ediyor?” diye sormaktan alıkoyamaz kendini.

Biz burada, az önce yukarıda “tuhaf bir kesişme” dediğimiz olayı fıslayalım artık sevgili okur. O kadar da tuhaf değil aslında. Anlaşılıyor ki 1950’li yılların Türkiye’sinde otelcilik işleri nanay babam nanaymış.

Bir başka yazar (ve şair), Urlalı Yorgo Seferis’in yolu da Refik Halid Bey’den birkaç ay sonra, 1950’nin 2 Temmuz’unda Bergama’ya düşer:

“İzmir’de nice koşuşturmadan sonra, hava kararmaya başladığı için saat 19:35’te Bergama’ya doğru yola koyulduk. Beş saat süren, dayanılabilir bir yolculuk. Asklepion’a kısa bir ziyaret; daha sonra akropolis (kentten 6 km uzakta). Akıl nasıl tutabilir bunca şeyi – yepyeni duyarlıklar olmadan, ne yararı var. Baedeker okuyacak kadar zaman ve ruh hali bulabilen yol arkadaşıma hayranım. Geceleyin geri döndük. Otelin ön kapısında, filmlerin ta içinden çıkagelmiş bir tip, bir erkek hizmetli karşıladı bizi. E.’ye banyolu bir oda verdiler, banyo yanmıyordu kuşkusuz. Temmuz alacakaranlığında lacivert evleri Bergama’nın.” (Bir Şairin Günlüğü’nden, Türkiye İş Bankası Yayınları baskısı, sahife sayısını not etmemişim.)

Biz yine Refik Halid’e dönelim. Sonuçta Yorgo Seferis’e banyosu yanmasa da başını sokacak bir yer bulduk. Vay bize vaylar bize ki büyük edip Refik Halid’i öylece ortada bıraktık. Akşam ezanının eli kulağında ve Refik Halid sokak ortasında! Refik Halid Bey, tam rotayı İzmir’e kıracakken (bu sefer de tarih denen ulu takvimde ileriye değil iki bin sayfa kadar geriye gidiyoruz) Pergamon kralı Attalos’un “Gelin, görün, kalın, Bergamalıların konukseverliğinden yararlanın” sözü adeta bir kehanet gibi çıkıverir ortaya. Bergama Asliye Hukuk Hâkimi Abdurrahman Sincer, evini Karay’lara açar.

Bu öyle alelade bir ev sahipliği de değildir üstelik, tüm seyahati boyunca rast geldiği “tabiat manzaralarından en güzeli” işte bu evde karşısına çıkacaktır yazarımızın: Abdurrahman beyin “İzmir’de tahsil eden bir tanesi müstesna” beş kızı ile birlikte oturulan muazzam kahvaltı sofrası.

Refik Halid Bey, her ne kadar “ileride, eski zaman harabeleri faslında tecessüslerimi bildirmek üzere Bergama’dan ayrılıyorum” dese de kitap boyunca bir daha Bergama’dan bahsetmez.

Oysa 23 Nisan 1950’de, hakim Abdurrahman Beyin evindeki kahvaltıdan sonra saatlerce süren yorucu gezintilerde eski Bergama’yı gezer. Hatta gezintinin önemli bir kısmında (Refik Halid Bey’in ifadesiyle) “değerli âlim ve teşkilâtçı” Osman Bayatlı da bulunur ve Refik Halid’e eski Bergama hakkında gerekli malumatı verir. Buna rağmen, yazarımızın eski Bergama (ona göre yenisinde dikkate değer bir şey yoktur zaten) hakkındaki düşünceleri hayal boyutunda kalır. Akropol’ün ve diğer mekanların eski halini canlandırır gözünde. Zaten daha en başta belli etmiştir tavrını:

“Mütehassısını ve meraklısını her taşının saatlerce meşgul edeceği bu yerlerde ben bir çoban kadar olmasa da hayli cahil ve ilmen yabancıyım. Ancak gönül ve şiir tarafından bir yakınlık ve alâka duymaktayım. Malumatımdan ziyade hayal kuvvetimle yaşayacak, zevk alacağım.” (KYEKYSA, s. 131)

Karay’lar bir gece konakladıkları Bergama’dan İzmir’e yollanırlar. Bergama-İzmir arasındaki bozuk şose yoldan da şikayetlenir Refik Halid ama bu mesele, işbu yazının kapsamına girmemekte olup söz konusu şikayetin Karayolları Genel Müdürlüğüne sevk edilmesi hususunda…

Onur Çalı