20190904_150154-1
Emre Şahinler

“Çıkar şu ellerini cebinden Veysel.”

“Ayol kız bu da eve ekmek mi getirecek?”

“Okumuş ama daha nasıl konuşulur bilmiyor.”

Dinggg donnggg, dinnnggg donnggg

Tapulu arazisine meyve vermeyen ağaç dikilmiş arsa sahipleri karşıladı beni. Elimde ne varsa saniyenin dörtte biri hızında kapıverildi. Sonra çoraplarım ve ben aile fertlerini olanca ateşimizle selamladık. Bir öpücük, iki öpücük ve itiş kakış derken salona doğru yola koyulduk. Müstakbel kayınpederin ne alırsan beş liraya yerli marka terlikleri kesti önümüzü. Altı ay vadeli kredi çekmişsin ilk taksitten faize düşmüşsün bakışıyla gözlerimin beyazına beyazına dikiverdi göz damarlarındaki aksi. Biz de kalabalık sayılmazdık. Çoraplarım, doğalgaz faturası, taksidi yeni ödenmiş İtalyan marka tişörtüm ve gömlek cebimde şair kalemim.

“Ne içersiniz bakalım?”

Bildiğim kadarıyla bu tür merasimlerde konuklara sorgusuz sualsiz Türk kahvesi ikram edilirdi. Fincan tabağına iliştirilen uygar şekerlemeler önceliği alırdı.

“Eee nasıl olmuş bakalım kahveler?” “Çohh güzel efendim. Çohhh güzell.”

Konuk koltuğuna oturur oturmaz art arda sorular silsilesi…

“Ne işle meşgulsünüz?”

“Duyduğumuza göre şairmişsiniz.”

Bu soru samuray kılıcının keskin yerlerinden peydahlandı ve yerleştirildi diz kapaklarıma. Şair olduğumu kimseler bilsin istemedim. Çünkü biliyorum ki şairliğimin farkına varanlar beni geri dönüşsüz sebeplere sürgün edecekti. Şairlik bir müessese değildi. Bunu karşı tarafa anlatmayı denemedim. Yaklaşık yirmi saniye deplasman golü yemiş Boca Juniors taraftarlarının kederine bağladım kendimi.

“Evet şairim, banka hesaplarımda ömrümüzü daim ettirecek kadar Usd, Gbp ve Euro mevcut. Bunların dışında iktidara yakın şirketlerden çokça hisse senetleri de şahsıma ait. Hepsi bir kenara dursun babadan kalma Cihangir sırtlarında değeri Arap yatırımcıların salyalarına göre ikimilyoneuro ederinde bir evimiz de var inşallah.”

Genzimi haşlayan nemli havayı bir nebze uzaklaştırmak için yarım bardak su istedim değerli ev mensuplarından. Sonrası suskular, sonrası heyecan… Verdiğim cevapların ukalalık oranı hayli yüksekti. Kimseye saygı göstermiyor, sürekli kendimden konuşuyordum. Kendimi kendime benzetiyor, kendime sorular sorup cevaplıyordum. Merasime gelenlerin canını iyice sıkmıştım. Gözlerin bir sustalı gibi bana doğrulduğu anları unutmak istedim.

Sofralar hazırlanmış, yağlılar istiflenmiş yağsızlar itibar görmemişti. Evin pek konuşmayan ablası masaya yarım kilo saman ve yalak getirdi. Ben susmaksızın konuştukça müstakbel kayınpederim avuç dolusu samanı ağzına götürdü. Konuşmam Nasdaq, Mortgage ve Kanada Dolarına kadar uzanınca müstakbel kayınvalidemi yalaktan su içerken gördüm. Daha daha müstakbel baldızımsa evdeki çim adamın üzerinde yarı yeşermiş otları hırsla tüketiyor yere düşenleri ise parkelere yediriyordu. Kayınçoyu ganyan bayinde unuttuğumuzdan bu yana epey vakit geçmişti. Bu korkunç tablonun tebessümüyle odadan kaçtım.

Arka sıralardan kainatın sırrına erişen ses bu gidişata nokta koymak istedi. Protokolün önde gelen ve ağırlık katsayısına göre direnç gösteren bireylerin sözleri dinlenirdi. Öyle öğretilmişti çocukken. Biz ki çocukluk sanrılarını yeni keşfeden milenyum ergenleri sayılırdık. Biz dijital bireyler -modern köleler, dizüstü köleler- atalarımızın öğretilerini kutsal zamanlarda anımsar kutsal olmayan zamanlarda yok sayardık. Böylesi doğru olandı kanımca.

O arka semalardan yükselen tok sesin protokolü toparlamak için sarf ettiği çaba ilk kitabı çıkmış ve okur arayışındaki şairde bile yoktu desem.

“Öhöm öhömm… Eee gel gelelim geliş sebebimize…”

Allah’ın emri peygamberin kavliyle, yüce kozmosun emriyle diye başlayan ve dakikalarca bir tekerlemeyi tekrar eden bu tok ses, sonunda “istiyoruz” diyerek ahali karşısında yüksek itibar elde etti. Asıl mesele gözden kaçmıyordu tabii. Çoraplarımı kurtçukların kemirdiği parkelerin arasına sıkıştırdım. Üzerine yarım soğan doğrayıp bir avuç kekik ekledim. İyice kokuşunca biber salçasını küflü yerlerine yedirdim. Ortaya küflü salçalı parkeston çıktı. İlk ısırışta acıydı sonra lezizleşti. Protokolü mahvedişimin onuncu dakikasının şerefine çoraplarım kulağıma doğru yanaşıp sesimin yüksekçe yerlerinden gelen son cümleyle:

“Döndürmeyin çocuklar.”

Çoraplarım evin odalarını kokusuyla bertaraf etmişti. Ev sakinleri olayı bütün gerçekliğiyle izliyor aradan sıyrılan dijital ergenler polisi aramak konusunda uzlaşıyordu. Çoraplarım “Allah’ını seven defansa gelsin” dercesine rakibin ender gelişen ataklarını savurmaya çalışsa da sonuca etki edemiyordu.

“… ve top ağlarımızda sayın seyirciler!”

Emre Şahinler