Fadime Uslu’nun son öykü kitabı Ay Eskir Gün Işırken geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’nca yayımlandı. “Ay Eskir Gün Işırken”, “Soylu Ağacı” ve “Gölge Ufku” adlı üç bölümden ve on dört öyküden oluşan kitap; gençlik-yaşlılık, hafiflik-ağırlık, yaşam-ölüm gibi insan yaşamındaki zıtlıkları öne çıkartmasıyla dikkat çekiyor.

Kitabın ilk öyküsü “Ay Eskir Gün Işırken”de, yazmaya başlarken kimi vakit hissedilen “Bazen başlangıçlar sona gelir; ağır ağır, incecik uzayan sakin mizaçlı bir nehir gibi yürür yüreğinde,” durumunun açılımını dile getiren yazar, yaşama ve yazma eylemlerinin nasıl da benzerlik gösterdiğini düşündürtüyor okura. Uslu’nun kimi öykülerinde yine sezdirme yoluyla öykü dili ve anlatımı hakkında kahramanların ağzından verdiği ipuçlarına rastlamak küçük sürprizler misali sunuluyor.

Cinsiyet kategorileri, yaş farkı, sosyal ve kültürel konum farkı gibi etkenlere karşı olan ve insan ilişkilerini bu membadan değerlendiren Fadime Uslu, öykü kahramanlarını da toplumun farklı kesimlerinden seçmiş. Bu bağlamda, bira içen kentli kızla ardıç suyu içen Anadolu kızı ardarda çıkıveriyor karşınıza. Her iki cinsin dünyasındaki farklı tercihlerini ortaya koyan satırlarsa yeri geliyor değişik zaman dilimlerinde gezinmenizi sağlıyor: “Bir Hünkâr bir erkeği nikâhlıyordu, üstelik usulünce tören yapılıyordu… Karşısındaki erkeğin tek süsü, esmer tenini ışıl ışıl yakan gözlerindeki sürmeydi. Birbirine kur yapan iki turna gibiydiler.” (Ay Eskir Gün Işırken)

Kimi satırlardaki betimlemeler, bellekte tat bırakan şiirsel bir anlatım içeriyor: “Gecenin koyu karanlığıyla şafağın alacası arasında bir kuşun, sözgelimi bir çardak kuşunun bedeninden kopan telek kadar hafifti zaman.” (Ay Eskir Gün Işırken) Veya avucundaki parlak tokasında yüzünün yansımasını gören küçük kızın, “Anne, yüzüm tokaya damladı,” cümlesini kurması gibi öne çıkan şiirsel söz sanatları, yine satır aralarından birini nefeslendiriveriyor. (Gezintiler)

Osmanlı Dönemi ile günümüzü harmanlayan bir öyküyle başlayan kitap, Cumhuriyet’in ilk yılları, Deniz Gezmiş’lerin yaşadıkları dönemler ve ardından bugüne dek varıyor. Zaman çeşitliliği, kitabın akışına olumlu katkı sağlayan etkenlerden biri.

Farklı kurgu tekniklerinden hoşlanan Uslu, öykü içinde öykülerini hikâye ediyor; çünkü öykülere sığmayacak hikâyeleri var zihninin kıvrımlarında. Yazarın, öyküler arası bağlantı kurma tekniğini sevdiğini de görüyoruz.

Özellikle yaşamın ağır koşullarına karşı direnmenin, zaman kavramının, korkunun ve acının tema olarak işlendiği öyküler dikkati çekiyor. Kişisel korku unsurunun dışında, topluma aşılanan korkuya direncin ortaya konması, yazarın dünyamızdaki toplumsal sorunlara kayıtsız kalmayışının bir göstergesi olarak karşınıza çıkıyor: “…biz, her birimiz dayatılan efendi-köle zincirini kırıp aklın kurtuluş yolunda birbirimizi örümcekler gibi takip edeceğiz… Bir örümcek ağındaydık. Ağ da örümcek de av da bizdik.” (Efendim Derken Ne Çok Şey Var Demediğim)

Korkunun hallerinin işlendiği öykülerden birinde korku kavramının nevi şahsına özel bir tanımına da rastlıyoruz: “Kendi kaderine bırakılan yarım kalmış aşkın bereketlenmesi gibi korku da kaçtıkça büyüyordu.” (Eymir’de “Ulis’in Bakışı”)

Öykü kişilerinin geçmişlerinin yükleri, omuzlarındaki bu yüklere ve acılara katlanarak yaşama tutunma çabaları, duydukları pişmanlıklar, kimi vakit umutsuzluklar, öykülerin realist kimliklerini ortaya koyuyor: “…bir inanç inşa edeceksen işe sözcüklerden başlamalısın çünkü insanın inanca sıkı sıkı tutunmasını sağlayan sözcüklerdir. Sözcükler her şeydir ve her şey arındırılamayacak kadar kirlendi… Üstelik, kendi kirine âşık herkes…” (Gölge Ufku)

“Yüzen Fazlalıklar” adlı öykü toplamında olduğu gibi bu kitabında da yazar, kadınlar arası ailevi ilişkilere değiniyor. Öykülerin dokunuşunda bu kez yoğun bir müzikalite hakim değil fakat yer yer bir başka sanat dalına; görsel unsurlara ve resme yer verildiği fark ediliyor. Bu noktada yazarın, edebiyatın diğer sanat dallarıyla ilişkisini önemsemesi öyküleri farklı bir biçimde anlamlandırıyor. “Sadece hayvanlarda, iki adamın ayaklarında ve yabada seçiliyor gölge; bu, onların derinliğini arttırıyor. Adamlarla yabanınki belli belirsiz. Öküzlerin iri gövdesini daha da belirginleştiriyor yere düşen gölgeleri.” (Gölge Ufku)

“Anlatıcı” adlı öyküsünde öykülerin tek anlatıcısının zaman olduğunu belirterek yazarı ise taşıyıcı, yani sözcük hamalı olarak niteleyen ve “Ne kadar taşırsak taşıyalım insanın göremediğimiz hikâyesine dilimiz yetmez,” diyen Uslu’nun kaleminden okuyacağımız daha nice öykülere…

Selva Trak Ulupınar