
“Hayat nehrinden geçerken yalnızca senin kullanman gereken köprüyü senden başka hiç kimse inşa edemez. Seni nehrin ötesine memnuniyetle taşımak isteyecek sayısız yol, köprü ve ‘yarı-tanrı’ vardır, ancak bunun bedeli senin özün olur. Bu dünyada sadece senin üzerinden yürüyebileceğin tek bir yol var. Bu yol nereye gider? Bunu sorma, sadece yürü o yolu.” Nietzsche, Zamansız Düşünceler
“Aklıma koyduğum her şeyi yaptım” diyor. “Bana hiç karışmayan bir ailem vardı. Aslında aile dediğimiz, babadır biliyor musun, babanın kim olduğu çok önemlidir, bu yüzden, Turgenyev Babalar ve Oğullar’ı boşuna yazmamış, ama aslında Babalar ve Kızları daha iyi bir roman olurdu, bence.” Susuyoruz. O benim görmediğim bir yere bakıyor, bir boşluğa, içinde ne olduğunu benim göremediğim bir boşluğa. Geçen gelişinde de onunla ilgilenmiştim. O zaman gözkapaklarını yakmıştı. Sigarayla. Bir süre öyle gezdi. Sonra kendine gelmeye başladığında, “gözkapaklarım için bir şey yapılabilir mi?” diye sordu. Ahmet Hoca “gözkapakların böyle kalabilir” dediğindeyse “olabilir” demişti yine o boşluğa bakarak. Şimdi başka bir noktada. Sürekli geçmişini sorguluyor. Hep düşünmesi gerekli sanki. Bir an önce çözmesi gerek. Sanki çözmezse yaşamaya devam edemeyecek. Çözmezse yürüyemeyecek.
“Oraya gittim” diyor. “Gitmeliydim. Kendim için. İki ay ücretsiz izin aldım. Başkaları araba, ev alırken, ben…” Burada duruyor. Yine o boşluk. Son üç ay içinde bu ikinci yatışı. Ahmet Hoca ona cool kadın diyor. Ahmet Hoca tüm hastalara bir isim takıyor. O, cool kadın. Kitap okuyor, bazen notlar alıyor. Diğer hastalarla iletişimi genelde iyi. En büyük sorunu uyku. Bir de bazen kendini odaya kapatıyor. Bu yüzden tek kişilik odada olmayı istiyor. Bazen kimseyle iletişim kurmak istemiyor.
02.01.2012İrem karşıda yatıyor, yan kanepede de annesi. Annesinin yattığı kanepede yatmak istedim, önce kabul etti. Sonra annesinden ayrılmak istemedi. Kendi halinde iyi insanlar. Kadın (adı Ergülmüş), “çile çekene çile çok” gibi bilge bir söz söyledi. Bir de Elif var. Yarın doğum günüymüş. Onun tedirginliği varmış üzerinde. Çoğu zaman kutlanmamıştır doğum günü.
Dün gece başka bir odaya geçtim. Burada üç kişiyiz; sürekli uyuyan bir teyze, Bilgehan ve ben. Böyle bir isim verdiklerine göre aydın olmamalılar diye düşünmüştüm ama Bilgehan’ın söylediğine göre ailesi onun doğum tarihini bile doğru düzgün bilmiyormuş. Fındık zamanı doğdun demişler. “Ama hangi fındık zamanı” diyor. Bir de dedesi öldüğünde kırk günlük olduğunu biliyor. Yıl 1977’ymiş, öyle söyledi. Ama kırkın üstünde gösteriyor. Dün gece yetmiş yaşında olduğunu söylemişti. Bir de “Ruh-sinirde” diyor “saçlarım bir gecede beyazladı.” Ben de oranın kapısından dönmüştüm, hatırlıyorum.
03.01.2012Yeni EKG çekme yöntemi geliştirilmiş, göğüsleri açmadan çekiliyor. Bu hastanede her şey özel ve güzel. Burayı seviyorum.
Naime: Tokat Niksarlı, 22 yaşında, evli, dört yaşında bir kızı var ve üç aylık hamile. Benim nasıl olup da burada olduğumu anlayamıyor. Haksız da sayılmaz aslında. İçimdekileri bilmiyor. Düne göre daha iyiyim. Göz kapaklarım beni endişelendiriyor, ya düzelmezse. Bilgehan’dan bilgece bir söz; “Hayat öyle bir zalim hocadır ki ders vermeden imtihan eder.” Allah yanımızdadır, ta içimizde.
Zaman geçiyor, her yerde; bir otel odasında, tecritte, bir işyerinde ya da bir akıl hastanesinde. Her yerde geçen bir şey var, o da zaman, zor da olsa geçiyor.
“Zaman geçmiyor” diyor Naime. Oysa işte bu üçüncü günüm ve öyle ya da böyle, bazen sıkıntıyla, bazen masa tenis oynayarak, bazen dolaşarak sınırlı bir alanda, bazen konuşarak Ulviye’yle, bazen de tavla oynayarak Rahmi’yle, geçiyor zaman.
Rahmi alkolik. Sinirlendikçe içiyormuş. Sinirli biri. Buraya dinlenmeye geldiğini söylüyor.
Fiziksel özellikler:İrem tombul bebeklere benziyor, sarışın, annesiyle ikiz gibiler. Sıkı etli tombul bebekler. Oldukça kilolu İrem. 16 yaşında. Kısa kızıla çalan saçları sağlıklı.
Elif mavi gözleri, kafasından hiç çıkarmadığı ve saçlarını kapamak için taktığı belli olan başlığıyla. Elif oldukça kilolu. Dün doğum günüydü Elif’in. Doğum gününde ağladı Elif, anası gelmedi çünkü, kim bilir gelemedi. Ama gelmeliydi, o gelse ağlamazdı Elif.
İspirto içmiş Bilgehan. Gözleri görmez olmuş-şimdi görüyormuş ama-ciğerleri bitik. Sosyal Hizmetlerde kalıyormuş. Sosyal hizmetlerin bir yetişkinler, bir çocuklar (yurt) bir de yaşlılar (huzurevi) bölümleri varmış.
“Gözlerim düzeliyor, inşallah hiçbir iz kalmayacak. Bu gün belki göz doktoruna giderim.”
Serkan, ince uzun bir delikanlı. B.’nin köyünden, ortaokul terk, köyde çalışmış.
“Önemli olan güzel gözlerle değil, gülen gözlerle bakabilmek hayata” diye bir laf ettim.
04.01.2012Bilgehan bayıldı, bir külçe gibi gürültüyle düştü yere.
Göz. O da gözlerine bir şey olmasından korkuyor ve “her şeyimi bağışlarım gözlerimi asla” diyor. Benim gibi. En çok kaybetmekten korktuğum organım gözlerim ve ben onlara zarar vermek istedim. İlginç. Hem korkuyorum hem zarar veriyorum. Kıskanç gözlerden korkuyorum bir de. Güzel güzel güzel güzel olmak zor zanaat. En çok kadınlardan rahatsızlık duyuyorum. Burada değil ama, burada dost insanlar var.
Ferhat iyi çocuk, sessiz sakin görünüyor ama biraz muzur, öyle tahmin ediyorum.
Tayfun, S.’de matematik okuyormuş, bir de Ayşe’si var. Kötü davrandım ona demişti. Ama o hala beni seviyor.
Hayat lunaparkta bir gezinti gibidir ve bana gezintinin en iyi yerindeyim gibi geliyor.
Uyku; uyuduğumuzda her şey iyidir, uyuyamamak bir hastalık sürekli ayakta olmak, anlamaz kimse, uykusuzların halinden.
Kitap adı: 9. Kat
Rahmi sayesinde günler iyi geçiyor, masa tenisinde onu yendim, tavlada yeniliyorum.
Ne olacak bütün bunlar. Buraya gelmeden önce yaptıklarım. Pişman olduğum şeyler. Ama hayır. İçimden öyle geldi, öyle yaptım. Ne istediğimi bilmek istiyorum. Burada hayatı öğreniyorum. Burada herkes aynı ve belki de dışarıda da öyledir. Gözümün üstü kaşınıyor, hafif lekeler kalacak herhalde. Bilmiyorum.
Kendini bil!
Her şey çok güzel olacak biliyorum.
Hayat lunaparkta gezinti gibidir.
06.01.2012 S.,Burada günler düzenli ve güzel geçiyor ve ben sana içten içe şaşıyorum. Bir akıl hastanesindeyim biliyorsun. Sürekli konuşan hiç enerjisi bitmeyen Naime – aklına ne gelirse konuşuyor (dişini fırçala ağzın kokuyor diyor mesela kocasına), tombul bebekleri andıran öndişleri olmayan bu yüzden yarım yarım konuşan İrem, kendime benzettiğim, konuşmaya gelince filozof, pratik hayatta korkak, korkak ve ürkek Elif, uzman çavuş komutan, kuşçu, gönül hırsızı Rahmi, sessiz ve ziyaretçisiz Serkan ve daha sayamadıklarımla bir akıl hastanesinde yatıyorum. Okumuyorum hiç, sadece arada yazıyorum. İnsanlarla sohbet ediyorum, onlarla konuşmak iyi geliyor bana. Hayat adamı Rahmi’yle pinpon ve tavla oynamak da öyle. Çoğu zaman rahatım, ama bazen dışarıyı düşünüyorum ve seni. Seni düşününce artık imkansızlık görüyorum. Ama seni özlüyorum, özlüyorum.
Naime başkahraman.Aklımda bir kitap var, buradaki insanların hikayelerinden oluşan bir kitap.
Kişiler: Rahmi, Naime, Bilgehan, Ulviye, Elif.
Ne olacak bilmiyorum, bir rüyadan uyanmak gibi bu, derin bir rüyadan uyanmak. Normallik ve anormallik nedir? diye soruyorum kendime. Düşünüyorum dışarıyı, dışarıda olsam neler yapardım. Sanki depresyon geliyormuş gibi. Eksik bir şey var hayatımda. S. tamamlayabilir mi bu eksikliği, sanmıyorum.
16.01.2012 Kar yağıyor,Ve ben artık çıkmak istiyorum. Dün çıktık, annemle M. Caddesine, sokakları yağmur ve insan doluydu. Kirli bir ıslak, ne yapacağım ben çıkınca her şey nasıl olacak. İlaçlardan nefret ediyorum, beni kısıtlıyor, zihnimi kapatıyorlar. Dışarda kavga var, bir gürültüdür gidiyor. Zihnim berrak olsun istiyorum. Zihnim berrak olsun. Çılgın bir gün, bir haykırış, bir bağırış gidiyor, yorgunum. Bir şeyleri değiştirmem gerek, biraz süre, karşılaşmalar, hazır mıyım?
Bilmiyorum, beni bekleyen biri yok. Günah istemiyorum, sadece huzur ve eğlence. İş korkutuyor, ürküyorum, hazır değilim. Çok çok yorgunum.
18.01.2011 İleri farkındalık-hastalık. Düzeliyorum, düşe kalka.Burada akşamları boğuluyorum, dışarıyı düşününce de boğuluyorum. Bir alternatif içimdeki ses sürekli gitmelisin diyor, gitmelisin, ama bir yandan da kalıp burada öğreneceğim şeyler olduğunu söylüyor, bir kalp çarpıntısı, bir sıkıntı. Hep normal olmak zorunda mıyız?
Eylem Hatice Bayar