Vüs’at O. Bener, en bilinen öykülerinden biri olan “Dost” ile 1950 yılında New York Herald Tribune ve Yeni İstanbul gazetelerinin ortaklaşa düzenlediği öykü yarışmasında derece alır. Bener, 1952’de yayımladığı ilk öykü kitabına da Dost ismini verir. Öyküde olaylar kahraman anlatıcı Niyazi’nin bakış açısıyla anlatılır. Niyazi, ikindiye doğru dostu Kasap Ali’nin dükkânına uğrar. Olay zamanı Ali ile Niyazi’nin önce dükkânda, ardından Ali’nin evinde içki içtikleri kısa bir zaman dilimini kapsar. Anlatıcı olayı yaşandığı anlarda aktardığı için öykünün olay ve söylem zamanı aynıdır. Öykünün giriş bölümü geniş zaman kipiyle yazılmışken ikinci paragraftan itibaren geçmiş zamana geçilir.
Niyazi’nin Kasap Ali hakkındaki hislerini birkaç cümlede verdiği giriş bölümüyle birlikte öyküdeki çatışmanın kimler arasında geçeceği de anlaşılır. Niyazi’nin gözünde Ali içkici, merhametsiz ve acımasız bir adamdır. Öykünün ikinci cümlesinde “Kasap Ali dostumdur” (s. 9) demesine rağmen Niyazi’nin Ali’yle nasıl bir dostluk bağı kurduğu pek anlaşılmaz. İki arkadaşın ortak noktaları yok gibidir. Üstelik Niyazi’nin, Ali’nin tavırlarını ve konuşmalarını küçümsediği görülür. İkisinin de can sıkıntısı ve huzursuzlukla boğuşması onları bir araya getirmiştir denebilir. Birlikte içki içerek sıkıntıdan kurtulmaya çalışırlar. Açıkça ifade edilmese de iki dost arasında sınıfsal bir fark olduğu da söylenebilir. Niyazi, Ali’ye Kasap diye hitap ederken, Ali’nin Niyazi’ye Bey diye seslenmesi iki kişi arasındaki statü farkını vurgular.
Öyküde geriye dönüş tekniğiyle Niyazi’nin geçmişte yaşadığı önemli bir olaya değinilir. Niyazi bir süre önce karısını kaybetmiştir. Ali’nin cenaze merasiminde bulunması iki arkadaş arasındaki yakınlığı gösteren bir belirti olabilir. Niyazi karısını sevmemiş ama yine de onun ölümüne üzülmüştür. Ali, karısının ölümüne rağmen Niyazi’nin hayatından memnun olduğunu ima edince şöyle düşünür: “Memnun muyum? Azap içindeyim. Çok çekti zavallı. Ne kadar hayata bağlıydı. Bense kurtuluşu ölümden bekliyordum. Beklediğim de oldu. Ne maskaralık! Kendime değil, ona ölümü yakıştırmak…” (s. 10)[1]
Niyazi’nin ölüm fikrine uzak olmadığını açığa çıkaran bu sözler kahramanımızın iç dünyası hakkında bilgi verir. Niyazi sıkıntılı, huzursuz ve kötümser biridir. Okumuş ve kültürlü bir insan olduğu anlaşılan Niyazi, kitapların kendisini mutsuz ettiğini düşünür: “… Kitaplar. Yerin dibine batsın kitaplar! Ne öğrettiler bana? Sökebildiler mi içimdeki huzursuzluğu?” (s. 11) Niyazi öyküde derinlemesine tasvir edilmemiştir. Yazarın bıraktığı boşlukları tamamlamak okura düşer. Niyazi’nin bulunduğu yere sonradan geldiği, burayı ve insanlarını yadırgadığı, kendisinin de yöre insanının gözünde bir yabancı olduğu söylenebilir. Bener’in öyküleriyle ilgili bir tez hazırlayan Reyhan Tutumlu, Dost ve Yaşamasız kitaplarındaki öykülerde “İçki içmeyi seven, bulunduğu kasabaya başka bir yerden gelmiş, kasabadaki insanlardan daha “aydın”, okumuş, hep bir sıkıntıyla yaşayan orta yaşlı bir erkek”[2] (s. 139) anlatıcının varlığından bahseder. Niyazi de bu tanıma uyan biridir.

Öyküdeki diğer çatışmalar Ali ve karısı Naciye ile Naciye ve Niyazi arasındadır. Naciye’nin de olay örgüsüne dahil edilmesiyle birlikte Ali ve Niyazi arasındaki gerilim biraz daha görünür hale gelir. Naciye; içki içen, ona kötü davranan, hatta şiddet uygulayan kocasından kurtulmanın yolunu ararken “bey” ya da “ağabey” diye hitap ettiği ve kendisinden üstün gördüğü Niyazi’ye ilgi duyar. Ali’nin Naciye’nin ilgisinden haberdar olduğu henüz öykünün başında Niyazi’ye “Âşık mıdır nedir sana!” (s. 10) demesinden anlaşılır. Ali’nin şaka yollu bu iması Niyazi’nin Ali hakkındaki olumsuz düşüncelerini perçinler. Ali’nin açık sözlülüğü patavatsızlığa dönüşmüştür ya da bu aşkın imkansızlığını anlaması karısıyla alay etmesine neden olmuştur denebilir. Tabii Naciye’nin hislerine aşk denilip denilmeyeceği de sorgulanabilir. Öykünün üç kahramanının da varoluşla ilgili bir sıkıntıları olduğu ve hayatlarının içinde sıkışıp kaldıkları görülür. Ali ve Niyazi içkiyi bir sığınak olarak görürken Naciye biraz da saf bir tavırla kocasından yakınlık görmediği için başka bir erkeğin sevgisine ve merhametine sığınmaya çalışır.
Ali ve Niyazi içki sefasına evde devam ederken Naciye de onlara eşlik eder. Ali sızıp kalınca Naciye ve Niyazi arasındaki gerilim yükselir. Niyazi evi her ziyaret edişinde kendisine çekidüzen veren, en yeni basma entarisini giyen Naciye’nin tavırları Niyazi’yi kararsızlık içinde bırakır. Bir yanda cinselliği yaşama arzusu duyarken diğer yanda dostunu düşünür. Ne olursa olsun Kasap Ali onun dostudur. Anlamsızlık ve amaçsızlık içinde bulunan Niyazi, hayatın anlamını da sorgular dostunun evinde. Neyi, ne için yaptığını anlamaya çalışır. Geceyi Naciye’nin yanına gelip gelmeyeceğini düşünerek geçiren Niyazi, sabah uyandığında başucunda bir mektup bulur. Naciye’nin basit bir dille yazdığı, aşkını itiraf eden mektubu okurken gülümseyen Niyazi, kendisine layık bulmadığı Naciye’yi küçümser. Hatta mektuptaki “kendimi intihar ederim” gibi ifadelerden yola çıkarak onun basit bir kadın olduğunu düşünür. Naciye saf, cahil ve umutlu bir kadındır. Niyazi, bir bahane uydurarak birlikte olamayacaklarını söyleyince buna bile inanır ve onun sözlerini iyi niyetle karşılar.
Öyküde diyalog ve iç monolog teknikleri kullanılmıştır. Vüs’at O. Bener, öykü kişilerini konuşturarak canlandırmaya çalışırken son derece gerçekçi portreler çizer. Konuşma dilinin doğallığıyla ve sadeliğiyle yazılmış diyaloglar karakterler arasındaki çatışmayı doğrudan iletir ve böylece öyküde olay anlatımı değil, öykü kişilerinin psikolojileri ön plana çıkar. İç monolog tekniği Niyazi’nin Kasap Ali ve Naciye‘yle konuşmaları sırasında aklından geçenleri açığa çıkarır. Niyazi, Kasap Ali’nin konuşmalarından ve davranışlarından huzursuz olsa da bunu ona belli etmemeye çalışır. Ancak iç konuşmalarında Niyazi’nin dostuna karşı neler hissettiğini anlarız. Ali’nin dükkânda kanlı ellerini pis önlüğüne silerek temizlemesi, sızıncaya dek içmesi, içkiden yüzünün kızarması Niyazi’yi rahatsız eder. Kaba ve ahmak bulduğu arkadaşını bir yerde şöyle tasvir eder: “…Uzamış sakalı, iri patlak gözleri, kıvrım kıvrım boynu üzerinde yana yatmış koca kafası iğrenç. Yüzünde derin çizgiler, acayip bir anlam var” (s. 17). Bu iç konuşmalarda yer verilen küçük detaylar ve ayrıntılar öyküdeki atmosferin kurulmasına da yardımcı olur. Öyküde genelde sıkıntılı bir atmosfer olsa da aralara serpiştirilen ironi, bu sıkıntıyı biraz dağıtır.
Öyküde dostluk kavramı sorgulanırken varoluşçu felsefenin etkisiyle yalnızlık ve yabancılaşma temaları ön plana çıkar. Yalnızlık ve yabancılaşma üç karakterde farklı nedenlerle ortaya çıksa da benzer şekilde yaşanır ve onları bir çıkmaza sürükler. Naciye, eğer Niyazi onu kabul ederse çocuklarını bile umursamayacağını söyler. Dört çocuğa rağmen Ali ve Naciye, aile kurmayı başaramaz. Hatta çocuklar ikisi için de birer yüktür. Niyazi yaşamaktan memnun olmadığını iç konuşmalarında yarım bıraktığı cümleleriyle hissettirir. Naciye’nin içki içerken söylediği şarkı, öyküdeki üç karakterin mutsuzluğunu gün yüzüne çıkaran bir unsur olarak görülebilir: “… Öyle karanlık gece ki ruhum, olmuyor sabah…” (s. 15)
Öyküde mekânın adı verilmez. Mekâna ait tek detay kasabanın sokaklarından “eli çıkınlı, siyah başörtülü kadınların” geçmesidir. Harp Okulu mezunu olan Bener, 1941’de Edremit’e atanır. 1948’de Ankara’ya atanıncaya kadar Ege’nin çeşitli il ve ilçelerinde görev yapar. Dost kitabındaki öykülerin çoğunun Ege yöresinde geçtiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu öyküde de mekân Ege’deki bir kasaba veya ilçe olabilir. Bener’in bu ilk öykülerinde mekân çok belirgin kılınmaz; ancak mekânın karakterlere sıkıntı verdiği, yalnızlık ve yabancılaşma hissini artırdığı söylenebilir. “Dost” öyküsünde üç karakter arasındaki konuşmalardan birbirlerini bir yıldan beri tanıdıkları anlaşılır. Öyleyse Niyazi, taşraya geleli kısa bir zaman olmuştur.

Vüs’at O. Bener, 1957’de Yaşamasız kitabını yayımlar. Dost ve Yaşamasız kitapları ilerleyen yıllarda -1977’den itibaren- bir arada basılacaktır. Bener, sonraki kitaplarında daha soyut ve çağrışıma dayanan öyküler yazarken farklı üslupları deneyimleyen bir yazara dönüşür. “Dost” öyküsü, Yaşamasız’daki öykülerin aksine somut bir gerçekliğe, başı ve sonu belli olan bir olay örgüsüne dayanır ve Bener’in öykü dünyasına giriş için önemli bir adımdır. Semih Gümüş, Dost’la ilgili olarak “Dost’taki öyküler altmış yıl önce yayımlandığı zaman dönemin yazarları ve eleştirmenlerince de yadırganmış, tuhaf ve kapalı bulunmuş, demek ne oldukları tam anlaşılamamışsa, yazıldıkları dönemin edebiyatının önüne geçtiği içindir”[3] derken kitabın değerinin zaman içinde anlaşıldığına vurgu yapar. “Dost”un ilk yayımlanışından bu yana altmış beş yıldan fazla zaman geçmiştir. Türk öykücülüğünün kilometre taşlarından biri olarak görülen bu öykü de yer aldığı kitap da halen önemini korumaktadır.
Sibel Yılmaz
[1] Vüs’at O. Bener, Dost Yaşamasız, Yapı Kredi Yayınları, 3. baskı, İstanbul, 2009.
[2] Reyhan Tutumlu, “Vüs’at O. Bener’in Yapıtlarına Anlatıbilimsel Bir Yaklaşım”, Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, Ankara, 2007, s. 139.
[3] Semih Gümüş, “Dost’un Zamanı Eskiten Niteliği”, Erişim Tarihi: 27.02.2016.