Yazmak için yetenek gerekir mi ya da iyi yazmak bir yetenek işi midir? Üzerine düşünülen, tartışılan bir konu bu. Ben bilmiyorum. Tek bildiğim önümüze konulan setleri aştıkça iyi yazdığımız. İyi derken neyi kastediyorum? Samimi olanı, gerçeğe, “hakikate” yaklaşmış olanı. Hakikat bize “gerçek” diye sunulandan uzaklaştıkça ortaya çıkıyor. Setleri yıkmak gerekiyor. Önce kendi içimizdekileri. Asında bu yazdıklarımın okuduğum, sonra üzerine düşündüğüm ve şu anda hakkında yazmaya çalıştığım kitapla, Almodovar Teoremi ile doğrudan bir ilgisi yok.
Almodovar Teoremi, on beş yıl önce geçirdiği kazayla yüzü tanınmaz hale gelen ve bu yüzden günlerini evinde tek başına geçiren Antoni Casas Ros’un gerçekle hayalin iç içe geçen hikayesini anlatıyor. Roman Ros’un gerçek hikayesiyle başlıyor. “15 yıldır beni kimse görmedi” diyor Ros. “İnsanın bir hayatı olması için bir yüz gerekir. Benim yüzüm bir kazada parçalandı ve her şey bir gecede, yirmi yaşımda duruverdi.” Matematik eğitimi almış, iyi de bir matematikçi ve yaşamını internet üzerinden matematik dersleri vererek kazanıyor. Bir yandan da sürekli okuyor. İşte bu hayatın bir noktasında kitap yazmaya karar veriyor ve biz o yazılan kitap içerisinde ilerliyoruz. ”Kazadan beri” diyor bir yerde, “canavarlara karşı ilgisini bildiğimiz çocuklar dışında kimse yüzüme üç saniyeden fazla bakmadı.” Yüzünü bu hale getiren kaza, ormandan fırlayan bir geyik nedeniyle, onu öldürmemek adına kullandığı arabanın direksiyonunu kendi deyişiyle “öldürücü bir şekilde yana çevirmesi” ile gerçekleşir. O kazada, kazanın hemen öncesinde emniyet kemerini çözüp başını onun dizlerine koyan sevgilisi Sandra ölmüştür. Sonrasında uzun bir yalnızlık dönemi geçirir. Yeni hayatının başladığını söylediği 4 Eylül tarihine kadar hayatı bu yalnızlık içinde sürekli şehirden şehire taşınarak geçer. Bu tarih, yönetmen Pedro Almodovar’ın onunla ilgili bir senaryo yazdığı hayaliyle ilerleyen, gerçekle düşün birbirinin içine geçtiği bu kitabın yazılmaya başladığı tarih olsa gerek.
Bir keresinde Almodovar’la Barcelona’da karşılaşmıştır, ama o kendisini görmemiştir. Romandaysa Almodovar’la Cenova sokaklarında ilerlerken genç bir transseksüel olan Lisa, Almodovar tarafından Antoni’nin hayatına (yazdığı romana) girer. Neden Almodovar, neden Lisa?
Burada Antoni’nin gerçek hayatına dönelim biraz. Annesi de Antoni gibi bir matematikçi, babası ise bir mühendis. Ama asıl olan annesinin kaçak bir İtalyan komünisti, babasınınsa eski bir sağ görüşlü, dahası bir faşist olması. Şöyle diyor Antoni bir yerde, “Konu kapandı. Amuda kalkıp yürüyebilir, sizi tanımayan birine aşık olabilir, bir faşisti sevebiliriz. Annemle aramda öyle uyuşuyorduk ki farklılıklar, tutkulu bir çekirdeğin yüzeyindeki önemsiz saçaklar gibiydi.”
Almodovar’ın filmleri de böyle değil midir? Her an her şey olabilir. Ama o bunu öyle sıradan bir şekilde verir ki acayip olan her şey doğallaşır. Aslında düşündüğünüzde bütün o acayiplikler hayatın ta kendisidir. Trajediler, saplantılı aşklar, tacizler, tecavüzler, trans sex işçileri, suçluluk duyguları ile örülü melodramatik filmleri bedeni ön plana çıkarmakla birlikte, onu ruhla birleştirir. Kitapta bir yerde Antoni “Le Petit Robert’de (Fransızca sözlük) Balzac’tan alınmış şu cümleyi hatırlıyorum: “Kadın mı erkek mi belli olmayanların şüpheli dünyası”. Hem ses olarak hem de kafada canlandırdığıyla muhteşem bir cümle, Almodovar’ın yorulmadan incelediği dünya işte bu.” diyerek Almodovar’ı nasıl gördüğünü dile getirir.
Peki ya Lisa? O da transseksüel olması nedeniyle Antoni’nin dünyasındadır. Aslında ruhen kadın olan Lisa’nın bedeni hem kadın hem erkektir. Şöyle diyor bir yerde: “Memelerinin gösterişiyle irkiliyorum, bir erkek bedeninde kadına has kıvrımları görmek şaşırtıyor beni. Karnı çok kaslı değil. Kalçaları geniş. Yanılsamayı tamamlamak için cinsel organını, bacakları arasına saklamış.” Bedenen hem kadın hem erkek olan Lisa’nın en temel özelliği çok sahici olması. “Başka insanlarlayken bana acı veren şey, onların benim yüzümden bahsedemeyecek kadar tiksinmeleri, korkmaları. Lisa ise doğal, aklına geldiği gibi konuşuyor, olmamı istediği görüntüye uydurmak için söyleyeceklerini düzeltmeye çalışmıyor. Beni olduğum gibi görüyor, yargılamadan, mesafe koymadan.”
Daha da önemlisi Lisa onun gözlerini görüyor. Lisa yüze takılmıyor. Romanda gerçekten de teoremler var. Benim ilgimi en çok çeken Antoni’nin Almodovar teoreminin sonuçlarından biri olarak verdiği “Ahenk=Kaos” oldu. Üzerine düşünülesi. Tabii Almodovar’ı seçmesinin bir diğer nedeni de onun deyişiyle sinemanın, belki televizyonun bile, canavarı sevimli yapması. Almodovar ve onunla çekilecek film hayal ürünü ama Lisa belki de gerçek. Buna sebep şu cümleler: “Hayaller kurulabilir, hafızada binlerce enfes anı canlandırılabilir ama bir bedenin ötekini arayışının yeri nasıl doldurulabilir?”, “Namus, cinsellikten eli ayağı çekmek ruhun hapishanesidir.”
Sonuçta kurmacayla gerçeğin iç içe geçtiği bu anlatıda öteki olarak Lisa, Antoni için önemli bir yerde duruyor.
Kitap Roberto Juarroz’un şu sözüyle başlıyor: “Boşluğun merkezinde başka bir şenlik var.”
Bense yazıyı kendisi de geçirdiği bir kaza nedeniyle sakatlanan ve belki de o kaza nedeniyle ünlü bir ressam olan Frida Kahlo’nun şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Her zaman olduğumuz ve olacağımız gibiyiz. Aptal kadere bel bağlamıyorum.”
Eylem Hatice Bayar