raw_kacisin-izlerini-suren-bilge-yusuf-atilgan_734897956.jpg

Yakın dostlarına yazarlığından çok günlük yaşamını önemli bulduğunu belirten yazar Yusuf Atılgan, 9 Ekim 1989 tarihinde aramızdan ayrıldı. Üzerinde çalıştığı Canistan adlı romanını yarım bırakarak…

Ancak Yusuf Atılgan, hemen bütün hikâye ve romanlarında, çağımız insanının “yalnızlık, özgürlük, iletişimsizlik, bunaltı gibi sorunlarını modern anlatının kuralları içinde içten bir dille ve destansı bir boyutta” işlemiştir. Sözgelimi, daha sonra sinemaya da aktarılan Anayurt Oteli adlı romanındaki Zebercet, bu yüzden edebiyatımızın unutulmaz tiplerinden biridir.

1921 Manisa doğumlu olan Atılgan, yaşamının bir bölümünü (1946-1976) Manisa yakınlarındaki Hacırahmanlı köyünde geçirmiş, çiftçilikle uğraşmıştır. İstanbul’a geldikten sonra çeşitli yayınevlerinde danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yapmıştır.

Yusuf Atılgan, 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı’nda Aylak Adam adlı romanıyla ikincilik ödülü aldı. Bu romanında Atılgan, gerçekten anlaşılması çok zor bir karakterin zaman zaman başkaldıran, zaman zamansa bütün şu olan bitene katlanıyormuş izlenimini veren aylak zamanlarını ustalıkla anlatıyor. Yusuf Atılgan, gerçekten de insan ruhunun derinliklerine inmede, ele aldığı kişilerin güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne sermede çok usta bir yazar. Roman ya da hikâye kahramanları ister kentli olsun ister kasabalı ya da köylü; Atılgan’ın kaleminde unutulmaz birer “tip”e dönüşüyorlar. Yaşamın karmaşası karşısında durdukları yer, aldıkları tavır ve gösterdikleri davranışlar, birer görüngü olup çıkıyor.

Akıp giden her günün bir önceki günden hiçbir farkı yokken, gecenin bir yarısında gelen Ankara treninden bir kadın iner ve Anayurt Oteli’nde yalnızca bir gece kalır. Fakat o bir gecelik konukluk, otel kâtibi Zebercet’in bütün yaşamını alt üst eder. Zebercet’in yalnızlığı, patlamaya hazır bir hale gelmiş, için için kaynayan kocaman bir yanardağdır. Otelde yalnızca bir gece kalıp sabahın en erken treniyle çekip giden kadın, Zebercet’in yalnızlığını parçalar. Zebercet, artık tanınmaz biri olup çıkmıştır. Bütün takıntıları depreşmiş, davranışlarını denetleyemez olmuş, adeta çıldırmıştır. Manisa çarşılarının serin aydınlığı içinden geçip giderken sanki birden F. Kafka’nın hamamböceğine dönüşür. O, artık bir “hiç”tir.

Canistan adlı romanında ise Milli Mücadele yıllarında Manisa köylerinde yaşanan trajik bir dostluk ve aşktır anlatılan. Atılgan bu romanında değişken insan hallerini modern anlatımın bütün olanaklarını kullanarak, okuru sık sık şaşırtarak gözler önüne seriyor. Fakat belki bundan da daha önemlisi, Atılgan bu son romanında yöre insanını ne kadar yakından tanıdığını, onlarla ne kadar iç içe yaşadığını da gösteriyor.

Yusuf Atılgan geride yazık ki çok yapıt bırakmadı. Az yazan, fakat yazdıklarıyla edebiyatımızın önünü açan, farklı anlatım olanakları yaratan biriydi. Yüzde yüz bizden olan insanların sorunlarına, duyarlıklarına el attı. Kentli, kasabalı ya da köylü olsun; bu insanları yakından tanıdığı için onları gündelik yaşamlarının bütün ayrıntılarına kadar izledi. Hayranlık uyandıracak bir ustalıkla kullandığı dili, ilgi çeken farklı bir söz dizimi, çarpıcı kurguları ile edebiyatımızın diğer öncüleri arasında yerini aldı.

Kendisi de Manisa doğumlu olan bu satırların yazarı, yıllardır Yusuf Atılgan adına neden bir roman/hikâye ödülü düzenlenmez, bir türlü bilmez.

Aydoğan Yavaşlı