Collage_Fotor.jpg

Çocuk Yasası Ian McEwan’ın aynı adlı kitabından uyarlanan, senaryosunu yine kendisinin yazdığı bir drama filmi. Filmin yönetmeni Richard Eyre’i daha önce İrlandalı yazar ve filozof Iris Murdoch’un hayatını anlatan “Iris” adlı filminden de hatırlayanlar olacaktır.

Ian McEwan’ın bu kitabı yazma hikayesi oldukça ilginç. Mary Elisabeth Willams ile yaptığı söyleşide kitabın hikayesini şöyle anlatıyor; Londra’da bir konser öncesi yargıç arkadaşı Alan Ward ile sohbet ederlerken 25 yıl önce baktığı bir davadan bahsediyor ve tam o anda Ian McEwan bu davanın hikayesini yazmaya karar veriyor. Karakterleri ve bazı olayları değiştiriyor.

Film kitapla tamamen paralel gidiyor. Küçük değişiklikler dışında fazla sürpriz yok. Kitaptan uyarlanan filmlerde genelde yönetmenin ya da senaristin kendi yorumunu görmek bazen izleyicide olumsuz etki yaratabiliyor. Bu film için böyle bir riskin olmadığını söylemek gerek. Kitaba tamamen bağlı kalınmış. Ana karakter Fiona Maye’i oynayan Emma Thomson, 50’li yaşlarında başarılı bir hakimi canlandırıyor.

Fiona Maye zekası, aldığı kararlar ve başarısıyla ün yapmış bir Yüksek Divan hakimidir. Üyesi olduğu Aile Hukuku Dairesi’nin davalarında çocukların refahını ve mutluluğunu baz alan kararlar vermek önceliğidir. Hem kitapta hem de filmde hikayenin başlarında Fiona’yı yakın mercekte izleriz. İşini büyük bir titizlikle yapan, karar alma aşamasından önce yoğun çalışan bir karakter vardır karşımızda. Ve bu yoğun iş hayatının özel hayatındaki yansıması pek de iç açıcı değildir.

Fiona’nın eşi Jack ile yaptığı konuşmalardan işini özel hayatının önüne koyduğunu, her zaman çalışılacak ve karar verilmesi gereken önemli bir davanın içinde olduğunu anlıyoruz. Doğal olarak bu durum otuz yıldır evli olan bu entellektüel çiftin ilişkisini olumsuz yönde etkiliyor. Ve Jack kendince haklı sebepleri öne sürerek başka bir ilişki yaşamak için Fiona’dan izin istiyor. İşte bu noktada Yüksek Divan Hakimi Fiona, bunu bir hakaret olarak görüyor. Eşine kesin bir ifadeyle böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini ve yaşanması durumunda sonuçlarına katlanması gerektiğini söylüyor. Adil karar veren bir hakim ya da kırgın bir eş olması fark etmiyor. Tam da böyle yükü ağır bir sorunun ortasında çok ciddi ve acil karar verilmesi gereken bir davayı üstlenmek durumunda kalıyor.

Collage_Fotor 1.jpg

Kitapta Fiona’nın sorunlu aile hayatının detaylarını okurken bir yandan da karakterin zihninden geçen daha önce baktığı davalar hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Film ise bu davalardan kısaca bahsederken daha çok Yehova Şahidi olan Adam Henry’in davasına odaklanıyor. Adam, on yedi yaşında lösemi hastasıdır. Hastalığı çok ciddi boyuttadır ve acil kan nakli yapılmazsa hayatını kaybedecektir. Adam ve ailesi Yehova şahidi oldukları için kan naklinin yapılmasına izin vermiyorlar. Adam’ın kendi kararının da bu şekilde olmasına rağmen Fiona hastaneye gidip çocuğu ziyaret ediyor ve zihinsel anlamda erken gelişmiş bir delikanlıyla karşılaşıyor. Keskin bir zekası olan, edebiyat ve müzikle ilgili bu çocuğun tedaviyi reddetmesine rağmen ölmek için hazır olmadığını düşünüyor. Ve nihai kararı kan naklinin yapılması şeklinde veriyor. Adam’ı inancından ve kendinden koruyarak yaşamasını sağlıyor. Ve bu noktadan sonra çocuğun hayatı algılayışı, dünyaya bakışı değişiyor. Gözlerinin önünden bu perdenin kalkmasını sağlayan hakime karşı büyük bir saygı ve hayranlık duyuyor ve bunu ona yazdığı mektuplar ve şiirlerle ifade etmeye çalışıyor. Hikayenin bundan sonraki kısmı beklenmedik küçük bir olayla ana karakterinin ruh durumunu alt üst edecek, hem romanın hem de filmin akışındaki ritmi hızlandıracaktır.

McEwan’ın kurgusunu filme çekerken karşılaşılabilecek en büyük risk sayfalardaki yoğunluğun ekranda daha hafif kalması. Her ne kadar Emma Thompson’un oyunculuğu övgüyü hak ediyor olsa da kitaptaki o derin ve etkileyici anlatımı filmde hissetmek zor. Yine de kitaptan uyarlanan filmleri izleyince hissedilen hayal kırıklığının en düşük seviyede olduğu söylenebilir.

Çocuk Yasası, inanç ve yasaların insan hayatı üzerindeki büyük etkisini ve iş ya da özel hayatımızda etkileşimde olduğumuz tüm insanlarla aramıza koyduğumuz mesafenin yaşamımızı nasıl yönlendirdiğini son derece etkileyici şekilde anlatan bir eser.

Nilüfer Ataç Canbayır