Edebiyat eserleri birbirleriyle daima bir konuşma içindedir. Konuşma, muhakkak birbirini tanıyan, okuyan, birbirlerinden etkilenen yazarlar arasında olmak zorunda değildir. Bu ahbaplık, hayatının belli bir bölümünü Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’nde geçirmiş, Türk Edebiyatına Zebercet ve Bay C. gibi daima yaşayan karakterler kazandırmış Yusuf Atılgan ile Atılgan’dan 22 yıl sonra Almanya’da doğmuş çağdaş Alman yazar Wilhelm Genazino arasında saptadığım ahbaplık gibi de olabilir. Wilhelm Genazino’nun Yusuf Atılgan okuduğunu, aynı şekilde Yusuf Atılgan’ın da Wilhelm Genazino okuduğunu düşünmüyorum. Bu tanışıksız durum, yarattıkları karakterlerin benzerlikleri karşısında bu yazıyı yazmama sebep oldu. Nurdan Gürbilek, edebiyat içinde çapraz okumalar yapmak gerektiğini, hiçbir yapıtın boşluğa doğmadığını; akan nehre sonradan eklendiğini söylüyor. Bütün yapıtlar kendilerinden önceki yapıtlarla yapılmış bir konuşmanın izini taşır diye de ekliyor.

Yusuf Atılgan, romanlarında toplumdan kopmuşları, yalnız insanları konu edinir. Aylak Adam adlı romanın Bay C. karakteri de böyledir. Berna Moran’ın sözleriyle söyleyecek olursam: “Aydın bir kişidir Bay C. ve gerçek sevgiyi bulabileceği tek kadını ararken, İstanbul’da üniversite öğrencileri ve sanatçılar çevresinde dolaşır.”

Bay C. ailesinden gelen parayla hayatını devam ettirir, para kazanmak gibi bir derdi de yoktur. Sokakları dolaşır, sokak isimlerinle meşgul olur ve aradığı kızın peşinden gider durur. Bay C. günlük hayatta karşılaşabileceğimiz ama umursamayacağımız ayrıntılarla meşguldür. Sokak isimleri, insanlar, kaldırımlar… Bir tarafta da çağdaş Alman edebiyatı temsilcilerinden Wilhelm Genazino’nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk adlı romanının Bay C.’yle benzer özellikler gösteren Gerhard Warlich adlı karakteri vardır. Gerhard Warlich, yayınevinin tanıtım yazısında “Sürekli hayat üzerine kafa yoran ve bir imge avcısı gibi etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya, bunlara tutunmaya çalışan bir adam” olarak tanımlanır. Hayata bağlanamama, onun yerine gündelik yaşamın karşısına çıkardığı ayrıntılarla boğuşan, onların peşinden giden bu iki karakter bir noktada buluşurlar. İki romana da baktığımızda gündelik hayatın ince ince gözlemlenmesi, mizah duygusu, sıradanlığı evrensel bir insanlık durumu olarak yorumlama eğilimi görürüz.

Bay C. 60’lı yılların başında bizimle birlikte tüm dünyada da konuşulmaya başlanan kentli aylak aydın bireyin sorunlarını yaşayan bir karakterdir. Gerhard Warlich ise küçük memur hayatının yarattığı buhranlı ve puslu bir havanın içinde mahsur kalmıştır. Gerhard Warlich’in Traudel adında bir eşi vardır. İlk başlarda onunla mutlu olsa da eşinin çocuk istemesiyle aralarındaki ilişki de hasara uğramıştır.

“Dört gün önce bir sokak levhasında ‘İki Öksüzler Sokağı’ adını okuduğum zaman kendi kendimi bir işe atadım. Şehrin sokak adlarını toparlayacak, bunlar üstüne düşünecektim.” diyen Bay C. yaşadığı hayat içerisinde kendisini nasıl küçük ayrıntılara adadığını gösteriyor bize. Aynı şekilde, edebiyat ahbabı Gerhard Warlich ise “Jilet gibi gömleğimin altına iyice eprimiş bir fanila giymek hoşuma gidiyor. Hayatta er ya da geç yaşanan ıstırapların bir simgesi fanila. Ayrıca (aslında) benim sanatçılık geleceğime işaret ediyor. Bir giysi sanatçısı olmayı (böyle bir şey varsa eğer), hatta bir çürüme sanatçısı olmayı çok isterdim. Çözünüp ayrışmaya başlamış giysiler giymeyi seviyorum. Giysilerin epriyip yıpranması sayesinde kişi (hızlıca ve kabaca düşünürsek) kendi yok oluşunu da aşina olur, giderek epriyen giysileriyle üstünde taşıdığı yok oluşu, adım adım hayatına girer. İnsanların eskimiş giysilerini atmaya bu kadar hevesli olması, lime lime olmuş giysilerin işaret ettiği o süreçleri inkar etmelerinin bir göstergesi bana göre.” diyerek eprimiş bir fanila giymenin, fanilanın zamanın da etkisiyle ayrışmaya başlamasını gözlemlemeye koyuluyor.

Bay C. dünya yaşantısından ve bu yaşantının getirdiği birçok şeyden azadedir, onu ilgilendiren sadece adamın kulağının ardında bulunan Matisse desenine benzeyen bir kirdir: “Ama onun aklı fikri önünde duran adamın kulağının ardındaki kirdeydi. Bu kirin biçimi onu müthiş ilgilendiriyordu. Sonunda Matisse’nin bir desenine benzetti. İçi rahatladı.” Diğer karakterimiz Gerhard Warlich’in hayata karşı tutumu da Bay C.’ninkinden çok farklı değildir: “Hayatı çok az kavradığıma dair o berbat duyguya kapılıyorum yine. Daha iyi düşünebilmek için kendime bir kahve yapacağım.” Hayatı kavrayamadığını düşünen Gerhard bu durumun devamında kendisine bir kahve yapmayı düşünüyor.

Bay C.’nin ve Gerhard Warlich’in cinsel birleşme hakkında düşündükleri de çok benzerdir. Bay C.’nin cinsel birleşme için düşündükleri şöyle ifade edilir:

“Ortak neleri var? Haftanın belli günleri et ete sürtünmekten başka? Gene de dayanıyorlar. Çünkü birlikte yaşama zorunluluğuna inanmışlar. İşte benim onlardan ayrıldığım buna inanamam. Sıkıntımın da, sevincimin de, kaynağı bu. Gücün dayanmaktansa yalnızlığıma kaçarım. Bana tek insan yeter. Sevişen iki kişinin kurduğu toplum. Toplumsal yaratıklar olduğumuza göre, insan toplumlarının en iyisi bu daracık, sorunsuz, iki kişilik toplumlar değil mi?”

Gerhard Warlich ise Bay C.’ye paralel olarak şöyle düşünür:

“Aramızda bir sessizlik oluyor. Yatış pozisyonumuzu değiştiriyoruz, yorgan hışırdıyor. Başlattığımız tartışma içimde, öncekinden de şiddetli bir biçimde devam ediyor. Traudel’le bu tür konuşmalar yapmaya alışık değilim. Ayrıca, gerçekten korkuyorum. Bana göre, bu konuşma bile, çok korktuğum yıkımın gizlice başladığının bir işareti… Şimdi biraz kafa dağıtmayı çok isterdim, ama cinsel birleşmeden sonra televizyonu açmayı ikimiz de kaba buluruz. Fakat burada öyle karanlıkta yatıp duramam da. Yalnızlık normal de, birdenbire ortaya çıkması öyle iğrenç ki.”

Bu iki alıntıda da karakterler cinsel birleşme hakkında duygusal bir bağ kurmaktan ziyade fiziksel, sıradan, zevk alınmadan yapılan bir eylem gibi düşünürler.

İki karakterde de başından beri vurdumduymazlık, başıboşluk, belki biraz da flaneurlüğe rastlarız. Bay C. ve Gerhard’ın sokakta yemek yemekle ilgili olarak da çok benzer yorumları vardır, Bay C. şöyle söyler: “Kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesi yasaktır. Bütün yasaklar gibi bunun da bir kaçamak yolu yok mu? Simidi kır, cebine sok. Tek elinle bir lokma koparıp, kimseye sezdirmeden ağzına at, Ama ben dişlerim sağlamken ısıracağım.”

Gerhard ise daha muzip bir şekilde sokakta yemek yemekle ilgili şunları söylemiştir: “Yakınlarda bir şarküteri olsaydı, şimdi gidip kendime ekmek arası sıcak sosis alırdım. Ekmek dilimini yemez, cüzdanıma tıkardım ve ilk fırsatta cebimden cüzdan yerine ekmek dilimini çıkaracağımı, birine banknot yerine ekmek dilimini uzatacağımı hayal ederdim. Sırf bunu düşünmek bile neşelendiriyor beni.”

Bu iki karakterin ahbaplığı ayrıntılar etrafında şekillenir. Bu ahbaplık okuyucunun edebiyatın sürprizli tarafıyla karşılaşmasını sağlar.

Cem Çakıcı