iskali-karnaval-7233.jpg

“Kılçıksız Sanat”, Kerem Işık’ın üçüncü öykü kitabı Iskalı Karnaval’da (2015) yer alan sekiz öyküden biridir. Kitabın ilk öyküsü “Kalbi Büyüyen Adam”ı dışarıda bırakırsak Iskalı Karnaval’ın tematik bir bütünlüğe sahip olduğu söylenebilir; çünkü öykülerin hepsi birer distopya şeklinde kurgulanmıştır. Distopyalarda otoriter devletlerin insanlar üzerindeki baskısıyla yaşamsal varlığımızı tehdit edebilecek açlık, susuzluk gibi olası sorunlar, genellikle uzak bir gelecekte anlatılır. Burada ise yakın bir geleceği, hatta bugünü okuyoruz. Öykülerde zaman kavramı çok belirgin bir şekilde verilmese de Kerem Işık, bizi günümüzden çok da uzağa götürmüyor.

“Kılçıksız Sanat”ın olay öyküsü şöyle özetlenebilir: Yazar Yunus Bey, üç senedir üzerinde çalıştığı öykü dosyasını sansür kurulunun beğenisine sunmak için SANKİ tarafından mülakata çağrılır. Öyküde bu mülakat sırasında yaşananlar konu edilir. Sansür Kurulu İdaresi anlamına gelen SANKİ; ülke çapında yayımlanacak bütün dergileri, kaynak kitapları ve edebî metinleri denetimden geçiren bir kurumdur ve beş memur tarafından idare edilir. SANKİ’nin

Kılçıksız sanattır halkın hak ettiği

Sıkı bir denetimle mümkündür SANKİ! (s. 80).

şeklindeki sloganı kurulun varlık amacını açıklar gibidir.

“Kılçıksız Sanat” öyküsünde karşımıza çıkan “SANKİ, SERÇE” gibi kısaltmalar kitaptaki diğer öykülerde de vardır. Bu kısaltmaların ne anlama geldiği öykünün içinde ya da sayfa altlarındaki dipnotlarda açıklanır. Kerem Işık, George Orwell’ın ünlü distopyası 1984’teki gibi yeni kavramlar üretmiştir. Orwell, 1984’te “yenisöylem”, “çiftdüşün”, “yokkişi”, “yüzsuçu” gibi özgün kelimelerle orijinal bir kurgu dünyası yaratmıştır. Bunlar, distopik metinde kurgulanan hayalî dünyanın nasıl bir sistemle yönetildiğine işaret edecek şekilde tasarlanır.

Sansür kurulunun genel merkezi gösterişli bir binanın yirminci katındadır. Yunus Bey, öncelikle bekleme odasında ilk roman dosyasıyla mülakata gelen; ufak tefek, kumral, çekici bir kadınla konuşur. Bu kadının öyküde önemli bir işlevi yoksa da öykünün sonunda tekrar ortaya çıkacaktır. Anlatıcı, mülakat odasına girdiğinde mekânın tasviri yapılır. Odanın duvarlarına iktidar partisi döneminde gerçekleştirilen çeşitli projelerin posterleri ve reklam ilanları asılıdır. Burada yaratılan soğuk ve kasvetli ortam, mekân-insan ilişkisinin canlandırılmasına yaradığı gibi distopik metinlerdeki mekân tasarımına da uygundur.

Öyküde kahraman anlatıcı konumunda olan Yunus Bey, kitapları yayımlanmış deneyimli bir yazardır ve en son beş yıl önce bir mülakata girmiştir. Mülakat sırasında beş memur, Yunus Bey’e Bir Tuhaf Boşluk isimli öykü dosyasına dair sorular sormaya başlarlar. Her açıdan tuhaf ve rahatsız edici bir konuşma olur aralarında. Öncelikle yazara neden kitap yazdığı sorusu yöneltilir. Ardından kitabın içeriğiyle ilgili yorum ve tespitler yapılır. Örneğin Yunus Bey’in öyküleri biraz karamsar bulunduğu için eleştirilir; çünkü “halkımızın dertlenmeye değil, neşelenmeye ihtiyacı var”dır (s. 84). Ayrıca kitaptaki “Süslü cümleler. Yabancı uyruklu kelimeler. Tanımlanamayan ifadeler. Uzayıp giden ve bir türlü sonuca ulaşmayan fikir salataları…” (s. 85) halkın beğenisine hitap etmez. Bu noktada anlatıcının ruh hâli üzerinde durmak gerekir. Olay örgüsünün başlangıcında mülakata çağrıldığı için sevinen anlatıcı, olan biteni şaşkınlıkla izler ve ne diyeceğini bilemez. Önceki deneyimlerinden dolayı iyi bir iş çıkartacağını düşünen Yunus Bey, hayal kırıklığına uğrar. Zaman içinde kurumun yapısında değişiklik yapılmış, kitaplara yapılan “müdahale”ler farklı bir noktaya ulaşmıştır. Devlet otoritesinin temsilcisi konumunda olan bu beş memur, düşünce özgürlüğünü baskı altına alırken otoritenin sanata ve sanatçıya bakış açısını da yansıtmış olur.

kerem736.jpg

Kerem Işık, bu öyküde ülkemizde son yıllarda giderek daha da büyük bir sorun hâline gelmeye başlayan sansür konusuna odaklanmıştır. Bu mekanizmanın nasıl işlediği ve yaratıcılığı ne ölçüde etkilediği meselesi, bu hikâyenin yazılma amacıdır denilebilir. Sinemada, televizyonda, internette uygulanan sansür genel bir sorundur; ancak burada kitabın türüne de uygun düşen bir şekilde öykü özelinde işlenmiştir. Iskalı Karnaval’daki diğer öykülerde modern hayatın ve kapitalist sistemin hayatımızı nasıl kısıtladığı günlük hayatın akışı içinde, sıradan olayların aktarımıyla anlatılırken bu öyküde sistem ve çıkmazları, sanatsal üretim ile sanatçının özgürlüğü gibi başlıklar altında ele alınır. Burada okurun üzerinde düşünmesi gereken birkaç soru ortaya çıkabilir: 1) Yazar, yazma edimini gerçekleştirirken ne kadar özgürdür? 2) Sansür ve otosansür yaratıcılığı nasıl etkiler? 3) Editörlük kurumu nasıl işler? Editörün metne müdahale sınırları nereye kadardır?

Kitap sansürü ve yasaklarının tarihi oldukça eski dönemlere uzanır. Devleti yönetenler siyasi, toplumsal, dinî ya da ahlaki gerekçelerle kendi anlayışlarına uygun bulmadıkları kitapları ve yazarları cezalandırmıştır. Örneğin Mahmut Makal’ın Bizim Köy (1950) romanı Anadolu köylerinin yoksulluğunu yansıttığı ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklanırken Harper Lee’nin ırkçılığı eleştiren romanı Bülbülü Öldürmek (1960), Amerika’da bir dönem ırkçı bir roman olarak değerlendirilmiştir. Lewis Carroll’ın Alis Harikalar Diyarında (1865) eseri ise Çin’in bir eyaletinde insanlarla hayvanları eşit gören bir kitap diye nitelendiği için sakıncalı bulunmuştur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Zira muhalif düşüncelere ve yazılı ürünlere yönelik baskı, devlet mekanizmasının varlığını devam ettirmesine yarar.

“Kılçıksız Sanat”ta kahramanımız uğrunda uykusuz geceler geçirdiği, tek bir kelimesi için saatler harcadığı bir eserin kurul tarafından kabul edip edilmeyeceği kaygısını taşırken, yazar da kendi yazma sürecini düşünmektedir. Dolayısıyla kurguda bir oyun olduğu söylenebilir. Kerem Işık, öyküde bir üst-kurmaca gerçekliği yaratarak öykünün iletisini farklı bir bağlamda da okuyabilmemizi sağlar. Edebiyatta sansür meselesini kendi yaratıcılığının ürünü olan bir kurgu içinde düşünürken bir yandan da o kurguyu yazmaktadır. SANKİ memurlarıyla Yunus arasında geçen diyaloglar da üst-kurmacanın varlığını doğrular niteliktedir.

Yazarın ayrıntılara önem veren dikkatinin ve hayal gücünün etkisiyle ortaya çıkan fantastik kurgu, giderek absürt bir “gerçeğe” dönüşür. Memurlardan biri olan Ragıp Bey, Yunus Bey’in çabası boşa gitmesin diye kitabın uygun bir editoryal çalışmayla kurulun standartlarına uygun hâle getirilmesini önerir. Standartlara uygunlukla otoritenin beklentisini karşılayan bir kitabın yazılması kastedilir hiç şüphesiz. “SERÇE” yani Serbest Çağrışımlı Editörlük sistemi, öykülerdeki konuların çağrışımlardan hareketle yeni öyküler yazmayı amaçlar.

Kitaptaki tüm öykülerde kullanılan iki anlatım tekniği “Kılçıksız Sanat”ta da vardır: ironi ve mizah. Memurlar Yunus Bey’in yazdıkları üzerine konuşurken aslında edebiyattan ne kadar anlamadıklarını da açık eder ve komik duruma düşerler. Örneğin memurlardan biri kitaptaki öyküleri okurken dört tane soda içme ihtiyacı hissettiğini söyler. Öykünün sonunda kahramanımız da içinde bulunduğu durumun tuhaflığını kanıksayacak ve öykü yine ironik bir şekilde sona erecektir. Henüz basılmayan kitapların yasaklandığı, “sakıncalı” kitapları çeviren çevirmenlerin gözaltına alındığı, uygun bulunmayan şiir dizelerinin ders kitaplarından atıldığı bir dönemde güncel bir soruna değinen “Kılçıksız Sanat” öyküsü, tekrar tekrar okunmayı ve üzerine düşünmeyi hak eden bir öykü olarak dikkati çeker.

Sibel Yılmaz