“Bir insan, aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanır. Fakat, sonraki prosedür uyumlu değildir ve bu yüzden de popüler değildir.”
Carl Gustav Jung
Ursula K. Le Guin’in Karanlığın Sol Eli romanını bir cümleyle özetlemem istenseydi onun “gölge” kavramı üzerine yazılmış bir kitap olduğunu söylerdim. Jung’un gölge kavramı. Önce gölgenin kelime anlamına bakalım. Gölgenin anlamı sözlüklerde şöyle geçiyor: “Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık” ve “bir nesneye ışık kaynağından yayılan ışık çarptığında, nesnenin aydınlanan yüzünün tersinde oluşan karanlık.” Jung’un gölge kavramını anlayabilmek için ise onun psikoloji literatürüne kattığı “arketip” kavramına bakmak gerekiyor. Nedir Jung’un arketip dediği? Arketip, literatürde algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanmakta. (Budak, S., 2000. Psikoloji Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları)
Arketipler Jung’da başka bir kavram olan kolektif bilinçdışının (bireysel bilinçdışından farklı olarak) içeriğini oluşturan ögelerdir. Arketiplere örnek olarak persona (maske) ve gölge, anima, animus, ben (ego), magna mater (büyük anne), çocuk, tanrı… verilebilir. Bunlardan animus, kadınlarda bulunan evrensel ve bilinçdışından gelen erkeksiliği temsil ederken, anima da erkeklerde bulunan kadınsılığı temsil eder. Gölge ise kısaca ruhun karanlık yüzüdür. Bastırılmış bilinçdışının bir parçasıdır ve toplumca olumsuz olarak nitelendirilen kıskançlık, öfke, nefret, önyargı, saldırganlık gibi durum ve duyguları içerir. Jung’a göre gölge, rüya ve hayaller yoluyla aydınlığa çıkar.
Jung’da gölge kavramını böylece özetledikten sonra asıl konumuza dönebiliriz; Karanlığın Sol Eli’ne, yani Gethen’e (Kış gezegeni). Ekumen’den bir dostluk elçisi olarak gelen Ai’nin hikayesine. Görevi Gethen ile Ekumen arasında ittifak sağlamak olan Ai başlangıçta Gethenlileri hayvanlara (kedi, susamuru, ayıbalığı…) benzetiyor. İfadeleri değişmeyen hayvanlara. Erhenrang’ta Lord Estraven’le tanışıyor. Romanın sonlarına doğru bir tür dostluğa dönüşecektir bu tanışıklık. Fakat kralın gözünde Lord Estraven’den daha gözde olanlar vardır ve onlar Ai’nin orada bulunmasını ve görevini hoş karşılamamaktadır. Estraven kralın gözünden düşmüştür, hatta kendi ülkeleri Karhide ile Orgoreyn arasındaki anlaşmazlığı çözme çabaları yüzünden tıpkı ataları gibi o da hain olarak nitelendirilmiştir. Bir Doğu Karhide masalında üç kuşaktır devam eden bir kan davasını (toprak yüzünden) sonlandıran bir Estraven’in hikayesi anlatılmaktadır. O da romanımızdaki Estraven gibi hain olarak damgalanmıştır. Ai ise millet denen şeyi aşmış bir dünyadan gelmektedir. 51. sayfada şöyle diyor Ai, Gethen’in kralıyla konuşurken: “Ekumen bir krallık değil koordinatördür, ticaret ve bilgi için bir değiş tokuş yeridir… Bildiğiniz gibi hepimiz insanız, efendim. Hepimiz. Farklıyız, ama hepimiz aynı Ocak’ın çocuklarıyız…”
Bunun üzerine kralın sorusu düşündürücüdür; “Hepsi sizin gibi kara mı?” Ve kral nelerden korktuğunu sıraladıktan sonra şöyle der; “Kral korkudur!” (s. 55)
Gethenliler’in en ilgi çekici ve kitap boyunca vurgu yapılan özelliği ise yılın altıda beşini hermofrodit nötr insanlar olarak geçirmeleri. Bu şu demek; bu dönemde Gethenliler çift cinsiyetli yani hem kadın hem erkek. Yılın altıda birinde ise kemmer denilen dönemde oluyorlar. Kemmerin ilk evresinde tümüyle androjen (hem erkeksi, hem kadınsı) durumdalar. Kişi kemmer devresinde bir eş bulduğunda hormon salgısı artıyor ve eşlerden birinde erkek ya da dişi hormonları baskın olana dek sürüyor. Cinsiyet bir kez belirlendi mi tüm kemmer boyunca aynı kalıyor. Tüm bunları Ai’nin gözünden dinliyoruz. Toplumsal hayat bu cinsel döngüye göre belirleniyor. Zahmet ve ayrıcalık eşit paylaşılıyor. Ödip mitosu yok. Çocukların anne babalarıyla hiçbir psiko-seksüel ilişkisi yok. Tecavüz yok. Birkaç çocuk doğurmuş bir ana, daha sonra başka çocukların babası olabiliyor. İnsanlık güçlü ve zayıf, koruyucu (korunan, hükmeden), hükmedilen diye bölünmemiş. Gethen’de insanlar kadın ve erkek olarak değil insan olarak değerlendiriliyor. Savaş yok ama onların rekabete son derece yatkın olduklarını söylüyor Ai. Birbirlerini birer ikişer ya da onar yirmişer öldürebildiklerini ama bunun asla yüzlere, binlere varmadığını söylüyor. Fakat bunun nedeninin androjen yapılarıyla değil de çok kalabalık olmamalarıyla ve iklimle, savaşın soğukla mücadele yoluyla yapılmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor. Cinsiyet konusunda ise onlara “nötr diyemeyiz” diyor, “potansiyel ya da entegral onlar” (s. 108)
Karhide’den Orgoreyn’e giden Ai mahkum olur. Onu Estraven kurtaracaktır. Çünkü Estraven de Ai’yle aynı amacı paylaşmaktadır. Bunu şöyle dile getirir: “Siz neyin peşindeyseniz ben de onun peşindeyim: Dünyamla sizin dünyalarınız arasında ittifak kurulması.” (s. 205)
Bu noktadan sonra Ai ile Estraven’ın amacı yeniden Karhide’ye ulaşmak oluyor. İlk başta Ai aralarında bir sevgi, arkadaşlık olamayacağını düşünüyor. “Bir arkadaş. Her arkadaşın ayın yeni bir evresinde bir sevgili olabileceği bir düzende arkadaş kimdir? Ne kadın ne erkek, ne de ikisi birden, çevrimsel, aya göre değişen, bir anda başkalaşan, insanlığın bu değişkenleri, benim kanımdan değillerdi, arkadaşım değillerdi, aramızda sevgi olamazdı.” (s. 219) Ai’nin dünyasında tıpkı bizde olduğu gibi en belirleyici etken cinsiyet. Bir de şifgretor diye bir kavram var. “Şifgretor oynamak”, “şifgrator ilişkisi”, “şifgratora çağırıyorum”, “şifgrator meselesi” biçimlerinde geçiyor kitabın farklı kısımlarında. Fakat sonunda şifgrator sözcüğünün gölge anlamına gelen eski bir sözcükten geldiğini öğreniyoruz Estraven’den. Zaten sürekli bir gölge vurgusu var romanda. “Korku çok yararlıdır, karanlık gibi, gölgeler gibi.” ya da “Gün ışığı yeterli değil. Yürümek için gölgeler de gerekli” (s. 269) gibi. “Işık karanlığın sol elidir” de burada anlam kazanıyor sanırım.
Ai ile Estraven arasında yolculukları boyunca bir dostluk gelişiyor. Bu Estraven’ın diğer Gethenliler’den farklı olarak Ai’yi başka bir dünyadan gelmiş bir düşman olarak değil aynı amacı paylaştıkları bir elçi olarak görmesinden kaynaklanıyor. Ai ile Estraven hizmet ettikleri şeyde, amaçta birleşiyor.
Tekrar Jung’a dönecek olursak, evet insanın toplumsallaşması gölgesindeki hayvansı yönlerden sıyrılmasıyla mümkündür. Uygarlaşmak buna bağlıdır. Bu personanın (kişinin takındığı kimlik) gelişmesine bağlıdır. Fakat kişi buna karşılık kendi oluşunu, yaratıcılığını, iç görüsünü köreltmek zorunda kalır. Jung’a göre “Gölgeden yoksun bir yaşam ruhsuz ve cılızdır.” Bu anlamda anima ve animus da üzerine düşünülmesi gereken kavramlardır. Ötekini anlamak bedensel olarak onun gibi olmakla değil ruhsal olarak anlamakla olur.
Yazıyı tüm romanı özetleyen ve yine romanda yer alan bir şiirle bitirmek istiyorum:
“Işık karanlığın sol elidir
Karanlık da ışığın sağ eli
ikisi birdir, yaşam ve ölüm
yan yana
yatarlar kemmerdeki
sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi”
Eylem Hatice Bayar