antikyunankultur.png

Viyana kültür çevrelerinin önemli şahsiyetlerinden biri, tiyatro eleştirmeni ve yazar Egon Friedell, önsözde belirtildiği üzere 1938’de Alman birlikleri Avusturya’ya girdikten sonra intihar ettiğinde, olgunluk eseri sayılan bu kitabı henüz yazıp bitirmiştir. Gestapo tarafından el koyulan ancak varislerinin girişimleri sonucu kurtarılarak 1950’de gün yüzüne çıkarılan eserin, Dost Kitabevi Yayınları tarafından ilk baskısı (1999) Necati Aça’nın Almanca’dan dilimize çevirisi ile yapılmıştır. Hristiyanlık Öncesi Yaşam ve Efsane alt başlığı ile yayımlanan Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, hem kültür tarihi meraklılarına hem de yaşamın geçmiş ve gelecek olduğunu bilenlere etkileyici bir insanlık destanı sunuyor. “İonya Baharı” ve “Atina’nın Dünya Günü” olmak üzere iki bölüm halinde işlenen, alt başlıklardan oluşan üç yüz on sayfalık eser, iklimin halkların yapısını, rengini ve törelerini biçimlendirdiğini söyleyerek başlıyor. Yaşam, kültür ve tarih düzleminde yazılmış eserin konu edildiği bu yazı bir tür özet bilgi niteliğinde ele alınmıştır. Yer yer günümüz kültürleri ve yaşayışıyla ilişkilendirilmeye çalışılmış olsa da Friedell’in edebi, renkli üslubu ve o engin bilgisinin ön plana taşınması, meraklısı için okurla yeniden buluşturulması amaçlanmıştır.

Serpiştirilmiş adalar ve karşı kıyılarla çevrili ülkenin limanları ve korunaklı körfezleri, deniz insanı olan Hellenler’i maceraya davetiye çıkaran gemiciliğe teşvik etmiştir. Önlerinde uzanan düz bir denize bakmadıkları için Akdeniz’in bu yöresinin sakinleri, kasvetli ve tehditkâr bir sonsuzluk duygusuna kapılmadılar hiç. Antikçağın Yunan anakarası en kuzeyinde Olympos’un yer aldığı, Peneios nehrinin suladığı yemyeşil tarlalarıyla Teselya’nın geniş düzlüklerinden, orta bölümünde Hellas’ın çekirdeği niteliğindeki Attika ve güneyinde çınar ağacı yaprağına benzetilen Peloponnesos yarımadasına (Dorlar’ın memleketi) dek uzanır. Diğer Yunan bölgeleri dağlık çehresi, korunaklı yaylaları ve kapalı vadileriyle karasal özelliklere sahiptir. Atinalılar denizcilikte ne kadar ileriyse Spartalılar ve Lakedaimonlular iflah olmaz birer kara insanıdır. O dönemlerde yeryüzünün bilinen bir ucundan bir ucuna yapılan seyahatler, yani Suriye’den Güney İspanya’ya gitmek, Jules Verne’in romanındaki devri âlemin süresi kadardır, seksen gün.

I. Bölüm: İonya Baharı

Karakteristik özellikler taşıyan Yunanistan’ın hava koşullarında haziranda başlayıp eylül sonuna dek süren yakıcı, uzun yazlar vardır. Bu yazının kalemine hiç de uzak olmayan o coğrafyanın komşusu memleketimde, cırcır böceklerinin tekdüze ve cırtlak müzikleri kulaklarımda çınlarken, geceleyin serin kumlara uzandığımda gökkubbede yıldızların havai fişekleri andıran parıltısından gözlerim kamaşır. Ahmakıslatan dışındaki kurak yaz mevsimleri eskiden beri Yunanlının yakındığı bir konudur. Öyle ki pınar perilerine saygıda kusur etmezler, bitki âlemini aylar boyunca canlı tutmayı başaran çiy tanelerini taparcasına severler. Tıpkı Batı Anadolunun bazı köylerinde görülen, çimlerin üzerindeki çiy tanelerinin Hıdırellez’de toplanıp bereketin simgesi olarak kilerdeki süte, yağa, una serpilmesi ritüelindeki gibi.

Sıcak ve soğuk mevsimler arasındaki geçişler anidir. Karla kaplı kır manzarası az bulunur, çünkü Homeros’un “Zeus’un beyaz mermileri” dediği karın düşmesiyle erimesi bir olur. Çocukluk resimlerimizi düşünüyorum da… Bacalardan tüten dumana rağmen gökyüzünde gülümseyen kocaman sarı bir güneş olurdu hep. Kıyının öte yanı gibi hiç kar görmeden büyüdü bizim kentin çocukları da. Buna karşılık Ege Denizi’nin kuzeyinde kış ayları sert geçer. Homeros’un canlı bir dille ifade ettiği gibi batı rüzgârı Zephyros ya da kuzey rüzgârı Boras (poyraz) patladığında kimse denize açılmayı istemez. Trakya’nın şarabı testilerde donduran, insanların kulak ve ayaklarını uyuşturan soğukları pektir. Öte yandan Hellen güneşi dillere destandır, özellikle Atina üzerindeki gökyüzü senenin yarısı açıktır. Yıldızsız gecelere yılda ancak üç kez rastlanır. Bu açıdan bakıldığında loş, puslu ışık ya da alacakaranlık romantizminin Yunanlı’nın gözünde bir değeri yoktur. Nem oranı kuzey ülkelerinden düşük olduğu için çizgiler tül perde çekilmişçesine bulanık değildir. Kesin hatlara, belirgin kontrastlara, etkileyici bir palete ve güçlü renklere sahiptir. Homeros’ta bile şafak “gülparmaklı”dır. Kırmızının tonları ise kırmız böceğinden elde edilir. Güneşin etkisiyle renk değiştiren bu sıvıdan sırasıyla limon sarısı, yeşil sarı, yeşil, erguvani, lal, leylak hatta siyaha çalan renk tonları elde edilir ki Homeros eserinde “erguvani gece” demiştir. Hellen doğası ara renkler bakımından zayıftır çünkü manzaranın üzerine sır çeken sislere, hafif renk karışımlarıyla sönüp giden güzlere pek rastlanmaz. Uçsuz bucaksız düzlükler onları sıkar. Sahillerin beyaz dalgalarını, çelik mavisi nehirleri, cam yeşili gölleri, gümüş suları, yosunlu çayları, asırlık ağaçları, sık fundalıkları sevmeleri bundandır; aynı parlak güneşin altındaki bu doğa parçalarını, benim de öykülerimde betimlemeyi sevdiğim gibi. Dağlar bile onlar için bir resim çerçevesidir. Bu nedenle heykel ve mimaride taşın rengi beyazdır, perspektif duygusu az gelişmiştir. Hellenlerin tüm eserlerinde her şey ön plandadır. Ilıman iklimin bir diğer sonucu olarak uyumak dışında diğer her şeyin evlerin dışında, göğün altında olup bittiğindendir belki de.

Ağaçlar, bitki örtüsü makiler her daim yeşil ve kalın yapraklıdır. Ege ve Akdeniz sahillerimizde sıkça rastladığımız, günümüz Yunanistan’ın karakteristik özelliği olan zakkum ağaçları ancak imparatorluk döneminde ortaya çıkmıştır. İğne yapraklı karaçamlar dayanıklıdır, gemi yapımında kullanılır, kozalaklarından çam fıstığı elde edilir. Reçine, şarap katkı maddesi olmasının yanı sıra merhemlerin rayihasında, akciğer hastalıklarında tıbbi amaçlarla kullanılmıştır. Çınar ağacı bugünkü gibi gölgesinden dolayı sevilir. Apollon’un kutsal ağacı defne, Dionysos’unki sarmaşık, Aphrodite’ninki mersindir. Zeytin, üzüm ve incir ekonomik açıdan büyük bir öneme sahiptir. Taşlı topraklarda bile yüksek bir yaşa erişebilen kanaatkâr zeytin ağaçları, gümüşi yapraklarıyla göze çarpar. Odysseia’daki Kyklops’un topuzu zeytin ağacındandır. İlias (İlyada)’da tanrılar, insanlar ve rahşan atlar zeytinyağı ile yağlanırlar. Zeytin, Athena’nın kutsal ağacıdır ve onuruna düzenlenen şenliklerde testilerde zeytinyağı verilir. Zeytin, Ege’de büyümüş benimki gibi mübadil ruhlar için yalnızca bir endüstri bitkisi değil kuşaklarca sürecek olan bir yaşam biçimidir. Trakyalılara takılan isim ise Butyrophagoi (tereyağı yiyenler) idir.

Yunan efsane ve şiirlerindeki deniz hayvanları arasında yunus, özel bir yere sahiptir. Ayrı ve büyük bir medeniyet olan Girit’ten gelen mübadiller arasında da yunus masalları anlatılagelmiş, genç kızların çeyiz sandıklarındaki el nakışlarını süslemiştir bu figür. Tonbalığı Ege için önemlidir. İnsanlar tonbalığını olta, ağ ve çatalla avlıyorlardı ki Poseidon’un asası çataldır bu yüzden.

pc368258
Poseidon heykeli.

Söze ethos’tan başlamak gerekirse; ethos sözcüğü karakter, kişilik, ruh ile karşılanabilir ve fakat günümüzdeki ahlak kavramı da sözcüğün anlamları arasındadır. Dünya özgürlük, sorumluluk, yurtseverlik ve dini inançlara saygı gibi değerlerle Yunanlılar aracılığıyla tanışmıştır. Öte yandan yalan dolan halkıydılar. Odysseus, sahtekârlık konusunda çeşitli örnekler sergiler. Athena bundan dolayı ona hayranlık duymakla kalmaz, yalancılık konusunda onunla ancak tanrıların boy ölçüşebileceğini söyler. Yunanlıların itibar hırslarının ardında ateşli bir tutku yatar. Bunun için ulusal kahramanlarına, bir savaşçı olan Akhilleus’a bakmak yeterlidir. Pandora mitini hepimiz biliriz: Kutunun içinden insanlara sıkıntı veren belalı şeyler çıkmıştır ve fakat Pandora, kutunun kapağını erken kapatmış ve “beklenti” içinde kalmıştır. Hellen sanatının ruhunda ve mitlerinin özünde sessiz bir hüzün vardır: Gün ortasında çöken kötümserlik diyebileceğimiz bir dünya korkusu. Bu nedenle eğlencenin ve ânın tadını çıkarma konusunda ustaydılar. Dünyanın en doğal halkıydılar. Bir diğer yönden aşırı bir üslupçulukla yoğrulmuşlardı. Anıtsallık onların tipik bir özelliğiydi. Deneylerden çok fikirleri cazip buluyorlardı. Kuramsal insanın ve ussallığın temelini atmışlardır. Edebiyat ve sanat türlerini keşfedenler ilkin onlardı: Tragedya, komedya (Dor komedyası, Attika komedyası), mimos, solo liriği, ağıt, aforizma, epigram, anı, biyografi, nutuk, deneme gibi. Hellen kültürünün muazzam yaratıcı gücünün temelini teşkil eden bireycilikleriydi. Hayata bir oyun gibi bakarlardı. Yunanlı, bir sanatçı gibi oynardı, sürekli yeni şeyler keşfetmek zorundaydı. Eğer isteselerdi birleşir ve o eşsiz kavrayışları sayesinde dünyaya en derin gözlerle bakabilir, hâkim olabilirlerdi. Yegâne rakipleri Kartacalılar ve Persler bile bunu engelleyemezdi. Ne var ki onlar güzelliği seçtiler. Görüntünün görüntüsünü her şeye tercih ettiler.

Yunancayı diğer dillerin üstüne çıkaran şey müzikalitesiydi. Sözün canlılığı, akıcılığı, yazının duruluğu, vecizliği, ahenk dolu güzelliği, sözcük türetme gücü… Yunanca, yazıyla sabitlendikten sonra bile konuşulan bir dil olmaya devam etmiştir. Beşinci yüzyıla dek okuyucu kitlesi diye bir şey yoktu. Bir edebiyat eseri dinleyicilere yazıldığı için ritim ve sese çok dikkat edilirdi. Homeros’un şiirlerini yazdığı çok sonraki soylular toplumu bile okuma yazma bilmiyordu. Dört büyük yazın dili vardı: İon, Dor, Aiol ve Attika lehçeleri. Smyrna doğumlu Homeros, Hellenler’in inciliydi. Odysseia, insana dair her şeyi kapsayan ender dünya masallarından biridir. Yunan kültürünün simgesi sayılır. Homeros’un her bir sözüne verilen değer sayesinde geç dönem Yunanistan’ında filoloji bilimi doğmuştur. Hesiodos, sanat gücü bakımından Homeros’la birlikte anılmıştır. En önemli eseri “İşler ve Güçler”dir. Hece ölçüsü, cümle yapısı ve vurgusu bakımından Homeros’a bağlı kalmıştır. Bu üslup insanın edebi açıdan kendini ifade edebildiği tek biçimdir de ondan belki. Homeros’un krallar, Hesiodos’un köylüler için yazdığı söylenegelmiştir. Hellenler teolojik tasarımlarını bu iki şairden devşirmiştir. Onların kutsal yazıları dünyevi şiirlerdir. Yunan dini, Yunan dili ve destanı kadar bir sanat eseridir. Kronos ile Titanlara dair karanlık efsaneler, Olympos inancı, insanların ve tanrıların babası olan yıldırım seven Zeus, Apollon, Hades, Artemis, üç tanrıça Hera, Aphrodite ve Athena, Ares, Hermes, Demeter, Dionysos, dünyadaki bütün cadıların atası Hekate, kahramanların tanrısı Herakles, Olimpos’un zanaatçı tanrısı Hephaistos… Yunanlı için dindarlık bu göksel varlıklara saygı göstermek demektir, o kadar. Homeros’un dininin tanrılar âlemi, insanlar âleminin abartılı tekrarlarıdır. Olympos sakinlerinin yeryüzündekilerden tek farkı ölümsüz olmalarıdır. Homeros’ta her şey tanrısaldır, ne de olsa tanrısallık insanlıktan başka bir şey değildir. Yunanlılar insanlığın öğretmeniydi, onlara göre her şeyin ölçüsü insandı. Bu yüzden gelmiş geçmiş en büyük sanatçı halk olmuşlardır. Gündelik yaşamda çağdaş Yunanca’ya denk düşen halk dili kullanılırken edebiyatta, kilisede, resmi dairelerde arı dil dedikleri eski Yunancayı taklit etmeye çalışırlar. Çocuklar okulda bu dili öğrenmek zorundadır. Modern şairler ise şiirlerini halk dilinde yazmışlardır.

Yunan tarihi Avrupa’da en uzun sürmüş tarihtir. Aralıksız dört bin yıl boyunca uzanır. Dorlar, İonyalılar, Akhaialılar, Arkhadialılar (Arkadia “ayı diyarı” anlamındadır)… Yunan kolonileri iki asır içinde Akdeniz havzasının tamamına yayıldılar.

Yunan tarihi Avrupa’da en uzun sürmüş tarihtir. Aralıksız dört bin yıl boyunca uzanır. Dorlar, İonyalılar, Akhaialılar, Arkhadialılar (Arkadia “ayı diyarı” anlamındadır)… Yunan kolonileri iki asır içinde Akdeniz havzasının tamamına yayıldılar. İtalya’nın bütün kültürü Yunan kökenlidir. Alfabeleri, zanaatları, edebiyatın tamamı, dinleri bile… Altıncı yüzyıl ortalarında kolonileşme zayıflarken büyük devletler ortaya çıkar: Doğuda Persler, batıda Etrüskler ile Fenikeliler. Buna karşın Atina’nın yükselişi başlar. Atinalıların devlet işlerini yoluna koyması için bir şairi, ateşli şiirleriyle Solon’u seçmiş olmaları şaşırtıcıdır. Toplumsal değişimlerle birlikte ekonomide de değişiklikler yaşanmış, yedinci yüzyılın başlarında İonya sahillerindeki kentlerde para kullanılmaya başlanmıştır.

Spartalılar’ın Hellas’taki konumu çok özeldir. Sparta’nın devlet düzeni sürekli savaşa hazır olmak ve dış ülkelere kendini kapalı tutmakla korunabilirdi. Can düşmanları Atinalılar’dı. Dorlar’ın ikinci büyük yerleşim alanı Girit’ti. Homeros, farklı halklarla dolup taşan bu adanın güzelliğini över ve onu yüz-kentli diye niteler. Korinthos, Akdeniz’in ticaret merkeziydi; Korinthos işi vazolar, Dionysos onuruna söylenen türküler buradan bütün dünyaya yayılmıştır. Kültürel ağırlık noktası ise doğudaki İonya’dır. Altıncı yüzyılın ikinci yarısında doruk noktasına ulaşan tiranlar döneminin barok, zengin ve şatafatlı yaşam biçimi İonya zevkini yansıtır. Tiranların iktidarı giderek yasadışı olmaya, bir tür askeri diktaya dönüşmeye başlar. Modern zorbaları andıran tiranlık, İonya sahilleriyle, adaların bir kısmı ve Orta Yunanistan’ın tinsel açıdan en canlı kentleriyle sınırlı kalmıştır. Aristoteles tipik bir tiran tablosu çizmeyi denemiştir: “Güçlüleri zayıflatmak, kişilikli insanları ezmek, çeşitli yaşam belirtilerini, hatta bilimsel tartışmaları bile denetlemek, sürekli bir baskı havası yaratmak, ortalığa ajan salmak, kışkırtmak, savaş açmak. Öte yandan devlet servetini artırmak, kült merkezlerine ve şehrin dış görünüşüne önem vermek, liyakati yüceltmek de başarılı bir tiranın özellikleri arasında sayılır (fakat bütün bunların amacı göz boyamaktır)”

Sparta, Argos dışında yarımadadaki bütün devletlerin bağlı olduğu bir tür askeri konvansiyon diyebileceğimiz Peloponnesos Birliği’ni kurarak aristokratları desteklemiştir. Kent deyince akla sur ya da kale gelmek zorunda değildir. Bir polis, mevcut köy cemaatlerinin birleşmesiyle oluşur. Sparta, askeri kampa benzer köylerden oluşan bir kompleks olsa da tam anlamıyla bir polisti. Her kentte meclis binası, pazar yeri, tiyatro bulunurdu. Kent devletinin özelliği belirli bir mekânla sınırlı kalmasıdır. Fazla küçük olduğunda varlığını sürdüremez, büyük olduğunda polis olmaktan çıkar. Bir polisten beklenen temel özellikler bağımsızlık, özerklik, kendine yeterliktir. Kapalı ve başına buyruk bir polis, vatandaş için her şey demektir. Dünya tarihinde gerçek bir devlet yaşamı kurabilmiş yegâne millet Yunanlılardır. Vatandaş demek kentli, polites demekti. Herkes askerlik yapmak zorundaydı. Bu günümüz militarizminden çok farklıydı. Hellenler’e göre iyi bir vatandaş her şeyi yapabilmeliydi.

Barış döneminde bütün ilgi spora adanırdı. İlk sırayı Olympia’daki oyunlar alır. Beş dalda (pentathlon) yapılan yarışlar düzenlenir; Hellen dünyasında hatipliği ya da ozanlığıyla şöhret olmak isteyenler orada boy gösterirdi. Bu oyunların önemli bir farkı vardı: Kadınlar eksikti. Eski Yunanlıların güzel cins diye yalnızca erkekleri nitelemiş oldukları kesindir. Pers öncesi kadın heykellerine baktığımızda, yapısı ve hatlarıyla Yunan delikanlılarına benzediklerini görürüz. Çıplak kadın heykelciliğine pek rastlanmaz. Yunan lirizmi eşcinsel bir düzlemde yer alır.

Hellenler henüz tarihi bir halk olmadan çok önce de kendilerine özgü seramik sanatına sahiplerdi. Vazo ressamlığının duvar ressamlığının anası olduğunu Pompeii’ye bakarak görebiliriz. Vazo ressamlığı daha çok sade yapısı, matematiksel netliği ve kesinliğiyle Yunanlılara özgüdür. Atina, ince bir toprağa sahip olduğu için seramik endüstrisinin merkeziydi. Her şey resmedilmiştir. Çizimler hayran kalınacak ölçüde zariftir. Goblen dokumacılık, halı dokumacılığı, kil tabletler biliniyordu. Her şeyi ideal çıplaklığı içinde sunma hırsıyla yapılan anıt heykeller, tanrılar için evler, üçgen çatıların, kendine has özellikleriyle Dor, İon, Korinthos sütunlarının süslediği mimariden uzun uzun söz edilebilir.

Sappho And Erinna In A Garden At Mytilene
Sappho ve Erinna, Midilli’de bir bahçede.

İonya, Yunan lirizminin de vatanıdır. Bir şair her koşulda bir müzisyendir, üçüncü kardeş ise danstır. Yunanlıların ulusal çalgıları lir, kithara ve arp gibi telli çalgılardı. Bunlara zamanla çoban kavalı, klarnet, trompet gibi nefesli çalgılar da eklendi. Onlara göre ahenk, oran dediğimiz şeydi: Parçaların bütünle ve kendi ölçüsüyle uyumlu olması. Mimarileri akan müzikti, hitabetleri ise dile gelmiş müzik. Yunanlıların ününü ve etkisini zaman ve mekâna en çok retorik, yani hitabet sanatı taşımıştır. Hitabet, Hellenliğin özüne işlemiştir. Bir hatip daima ezberden konuşurdu. Atina mahkemelerinde davalı ya da davacı kendi davasını yürütürdü. İnsanların ortalama bir hitabet yeteneğine sahip olmaları beklenirdi. O duygusal derinlik Lesbos’daki Mytilene’de (Midilli) yaşamış Sappho’nun aşk şiirlerinde fazlasıyla mevcuttur. Dünya edebiyatının ilk kadın şairi, aynı zamanda en büyük kadın şairidir o. Tutkusu ve dobralığı sanatına eril bir hava katmıştır.

Yunanlılara göre felsefenin babası Miletoslu Thales idi. Anaksimandros, batı dünyasının ilk metafizikçisidir. Anaksimenes bir doğa araştırmacısıydı, ona göre dünyanın temel öğesi hava, yani nefestir. Pythagorasçılara göre ise her şey müzik, uyum ve rakamlardan ibaretti: İkinci dereceden denklemler, geometrik cebir, irrasyonel sayılar… Herakleitos’un aforizmaları kasten gizemliydi. Dünyevi her şeyin ebedi bir değişime tabi olduğunu “aynı nehre iki kere girilmez” sözüyle açıklamıştır. Ona göre varoluşumuz da böylesi bir nehre benzer. Thales’in suyu, Anaksimandros’un havası gibi Herakleitos, her şeyin ateş olduğunu söylemekle her şey canlıdır demek ister. Neredeyse bütün batı felsefesinin Sokrates öncesi filozoflar tarafından ele alınmış olduğunu görürüz. İlk Yunanlı tarihçiler aynı zamanda vakanüvistir. Yıldız haritası, ilk kara haritası da Yunanlı coğrafyacılara aittir.

İtalya, dönemin Hellenler’inin iyi tanıdıkları bir ülkeydi. Yunan yarımadasının tersine, Apenin yarımadası güçlü nehirler, geniş düzlükler, yemyeşil tepelere sahipti. İtalya topraklarını köken, tarih ve dil bakımından birbirinden farklı çok sayıda ulus mesken tutmuştur. Bunlar Roma tarafından birleştirilmişlerse de homojen nüfusa sahip Yunanistan asla bir birleşme yaşamamıştır. İtalya’nın en görkemli halkı Etrüsklerdir. Zengin, tüccar ve denizci bir halktılar. Etrüskler adı handiyse deniz korsanlarıyla eşanlamlı hale gelmişti. Hünerli de olsa sanat anlayışları barbardı. Şiir duyguları gelişmemiş, bilimsel alanda tarih öncesi aşamada kalmışlardı. Roma tarihinin kökenine baktığımızda kardeş katlinin yattığı görülür. Kral baş yargıç, başrahip ve başkomutandı; devletin üzerinde aile babasınınki gibi bir ağırlığı olurdu. Yaşlılar meclisi etkisizdi. Roma’daki kral, Yunanistan’daki tiran unvanıyla aynı akıbeti paylaşmıştır. Savaşçı bir halk olan Romalılar’da denizcilik terimleri Yunanca, at ve araba sporlarıyla ilgili terimler Keltçedir. Yunanlıların Galatlar dediği Galyalılar, Kelt Göçü ile İtalik ırkın melezleşmesinde rol oynamıştır. Onların torunları İrlandalılardır, dilleri Galce’dir. Çoban bir milletti ve vahşi bir savaşma tarzları vardı. Güçlerini bu ilkellikten alıyorlardı, militarist ruh gelişmişti. Düello âdeti de onlara aitti. İkinci bir tutkuları daha vardı, nükteli konuşmak (espri); bu, İngilizlerde bulunmayan bir özelliktir. Anglosakson, literatürde espriyle karşılaştığında işin içinde her zaman bir İrlandalı arar. Geniş bir düş gücüne sahip oldukları mitolojileri, tarihi kahramanları, zengin efsaneleri vardı ki bu da İrlanda edebiyatı ile fıkralarının temelinde yatan sözlü geleneğin gücünü göstermesi bakımından önemlidir. Catullus, Livius, Plinius ve Latin kültürünün nice temsilcisinin damarlarında Kelt kanı dolaşırdı. Bugünün ünlü üzüm bağları ve şarap markalarının ülkesinde üzüm, incir ve zeytincilik kültürü güç bela gelişmiştir. Bilim ve sanatla ilgili her şeyi bir tür edepsizlik diye reddetmişlerdi. Latincede yalnızca yazar sözcüğü vardır; şair ödünç bir kelimedir. İtalya topraklarında doğan yegâne şairane eser müstehcen sözleri, kabalıkları, içki ve kavga sahneleriyle bir halk baladıdır. İlk edebi anıtları da “On İki Levha Kanunları”dır. Romalılar hayal gücünden yoksun oldukları için sade bir yaşam sürmüşlerdir. Sofuluğu ritüalizmle bir tutarsak, dünyanın en sofu insanlarıydı. Baş tanrıları Iuppiter (şimşekler çaktırıp gökleri gümbürdetir) ve Mars (savaş ve tarım tanrısı) idir. Alametler, kehanette bulunma, olağanüstü doğa olayları, güneş ve ay tutulmaları, gökkuşağı, kuyrukluyıldızlar ve benzeri şeyleri yorumlamayı Etrüskler biliyordu.

201508221459_Battle_of_Issus.jpg
Pers-Yunan Savaşlarının bir temsili.

Ege Denizine kadar uzanan Akhaimenid diyarında Persler nüfusun yüzde birini teşkil ediyordu. Persis’in başkenti Persepolis olmasına rağmen Media en önemli eyaletti. Batılı yazarlar Persler yerine Medler derlerdi. Babil, Ön Asya ticaretinin merkezinde yer aldığı için önemliydi. Persler fethettikleri ülkelerde insanca ve akıllı bir yönetim sergilemiştir. En soylu özelliklerinden biri yabancı yaşam biçimlerine karşı hoşgörülü olmalarıydı ki Yunanlılar polisleriyle baş başa bırakılmıştır. Persler, postanın ve haberleşme trafiğinin mucididir. Lidya topraklarının tamamını ele geçirdikten, Mısır fethedildikten sonra batıya yöneldiler. Ephesos civarında Yunan ordusunu darmadağın ederek 494’te Miletos’u ele geçirdiler. Trakya’da lojistik destekler tesis ettiler; Teselya, Persler’in savaş üssü haline geldi. Akdeniz çerçevesinde ele alındığında Hellas ile Şark arasındaki bu karşılaşma (480) bir dünya tarihinin belki de en düşündürücü savaşıydı. Orta Yunanistan Persler’in eline geçmişti ancak ne Atina ne de Sparta teslim olmayı düşünüyordu. Düşman Attika’yı çöle çevirmiş, Akropolis’i yakıp yok etmişti. Yunanlıların tek umudu Pers filosunu, etkin olamayacakları Salamis boğazında bir çarpışmanın içine çekmekti ve bu kararla savaşın seyri öngörülen biçimde gelişti. Bir yıl sonra da kara savaşının kaderi belli oldu. Yunanlılar filoları Asya’ya sevk etti. Persler’in yerleşik karargâhı ele geçirildi. Mızrak, sayıca üstün oka galip gelmişti. Yunanlıların bu savaştaki harekât planı, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilme manevrasını anımsatır. Hiç şüphesiz ki medeniyetler tarihini okumayı ve ondan ders çıkarmayı çok iyi bilen Mustafa Kemal, Büyük Taarruza giden yolda coğrafi üstünlüğü kullanarak bir karar aldı ve savaş stratejisi uyguladı; sonuç müspet oldu.

Perslere dönersek, hem denizde hem de karada bozguna uğradılar. Yunanlılar etkili bir savunmanın denizde yapılabileceğini biliyordu, çünkü karada uzun süre dayanamazlardı. Galibiyeti denizde yakalamış olmaları bir mucizedir. Pers filosunu Sepias burnunda yakalayan fırtına on iki saat sonra çıksaydı, dünya tarihinin gidişatı bambaşka olurdu. Tarihin derin anlamı işte burada kendini belli eder: Hunlar Katalonya düzlüklerinde yenildi, Türkler Viyana’dan öteye geçemedi, Armada savaşmaksızın mağlup edildi, Moğollar galip geldikleri halde Silezya’yı terk etti. Ayrıca Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gibi bu gizemli dönüm noktaları, özetle tarihin ötesindeki nedenlerin sonuçları olmasaydı, günümüz dünya haritası kuşkusuz farklı olacaktı.

II. Bölüm: Atina’nın Dünya Günü

Klasik dönem dediğimiz gerçek dışı bir dünyaya, Perikles ve Platon’un çağına, dünya ruhunun en canlı çehrelerinden birine uzanıyoruz şimdi. Perslerin uğradığı büyük yenilgi ile Peloponnesos savaşı arasındaki elli yıllık dönem, Yunanlıların altın çağı diye bilinir. Atina, Persler’e karşı askeri bir ittifak olarak 478’de Attika (Delos) Deniz Birliği’ni kurar. Fakat çok geçmeden Persler’i yalnızca bahane ettiği, asıl amacının İonyalılar’ı zorba ve çıkarcı bir boyunduruğa almak olduğu anlaşılır. Pire, Yunanlıların en büyük savaş ve Akdeniz’in en önemli ticaret limanıydı. Atina, eğitim merkezi ve bilgeliğin yüksekokulu, Hellas’ın Hellası diye geçiyordu. Yunan ulusu beşinci yüzyıl boyunca eşi görülmemiş bir gelişim kaydetmiştir. Lidya, Fenike, Mısır gibi ülkelerden gelen göçmenler nedeniyle büyük kentlerin nüfusu artmış, işçi sınıfı ve orta direk hızla büyümüştür. Artan ihtiyacı karşılamak üzere kamu inşaatlarının sayısı ekmek kapısı oluşturmuştur. Buna mukabil aşırı nüfus ve deniz aşırı rekabet nedeniyle tarım geriliyordu. Çöpler yola fırlatılıyordu, hijyenik koşullar iyi değildi. Kentlerde tesislerin görkemi ile tezat oluşturan koşullar hâkimdi. Fransız devrimini izleyen yılları çağrıştıran bir gelişimdir bu. Savaşın yol açtığı yıkımlar iflasa sürüklüyordu. Yunanlıların sırf kötülük olsun diye düşman topraklarını çoraklaştırmak, ormanları yakıp yok etmek, tarlaları kurutmak, meyve ağaçlarını kesmek gibi bir adetleri vardı ki Anadolu bunu Büyük Taarruz sonunda deneyimlemiş, İzmir yangını günlerce sürmüştür. Döneme hâkim psikoloji hep daha fazlasını istemek, açgözlülük, kibir, iktidar hırsı ve bencillikti. Bu özellikler yenilik merakıyla belli ederdi kendini. Hellas üzerinde Atina hegemonyası kurulmadan, Persler’in tam anlamıyla mağlup edilemeyeceğine inandıkları için, önce Sparta ile hesaplaşmak gerekiyordu. Atina’nın muazzam surlarını aşmak mümkün değildi, Attika filosuyla başa çıkabilecek güçte ikinci bir filo daha yoktu. Sparta, savaşa istemeye istemeye sırf Korinthos yüzünden girdi. Demokrasinin son yıllardaki seyri tam bir kâbustur. Savaşın kaderini yurt dışı tayin etmiştir ki bu noktada Spartalılar’a yapılan para yardımı sayesinde bu savaştan en karlı çıkan taraf Pers ülkesiydi.

Komedya ise oynanan, şarkısı söylenen, dans edilen bir hakaretti. Herkesin önünde hakarete uğramak bile başlı başına bir reklamdı. “Reklamın iyisi kötü olmaz” düşüncesi, Hellenler’e özgü hastalık derecesindeki şöhret düşkünlüğü ile açıklanabilir mi acaba?

Atina demokrasisi aslında egemen partinin uyguladığı oligarşik bir düzendi ve ne insan hakları ne de kadın-erkek eşitliği bilirdi. Kadınlar ne seçebilir, ne de memur olabilir, ne siyasi toplantılarda ne de şenliklerde yer alabilirlerdi. Sparta’da bile ancak spor etkinliklerine katılabilirler, sadece harem yaşamı sürerlerdi. Asıl görevleri evliliğe para (drahoma) ve çocuk vermekti. Atina demokrasisine getirilen en acımasız eleştiri Platon’un, karşı ideal devletidir: Kadınlar erkeklerle eşit olmalıydı. Sanatla iç içe kent manzarasındaki Atinalı’nın yaşamı tapınaklar, bahçeler, revaklı avlular, haller, tiyatro, gymnasion, stadyum, kutsal mağara ve korularla doluydu. Hatların sertliği ve hareketlerin keskinliğiyle katı üslup döneminde heykeller kukla gibiydi. Sanatçılar anatomi konusunda yetkindiler. Diken çıkaran adam, antik çağın en popüler heykelidir. Temsiller baharda Dionysos şenliklerinde üç gün süreyle günde dört eser olmak üzere oynanırdı. Akustik mükemmeldi. Tragedya, merhamet ve korku duyguları uyandırarak insanın arınmasını sağlardı. Duygudaşlık, ruhları arındıran felsefi bir duygulanımdı. Üç tragedya yazarı Sophokles, Aiskhylos, Euripides idi. Komedya ise oynanan, şarkısı söylenen, dans edilen bir hakaretti. Herkesin önünde hakarete uğramak bile başlı başına bir reklamdı. “Reklamın iyisi kötü olmaz” düşüncesi, Hellenler’e özgü hastalık derecesindeki şöhret düşkünlüğü ile açıklanabilir mi acaba?

Değişmeyen dört unsur toprak, su, hava ve ateş öğretisinin kurucusu Empedokles’tir. Dört mizaç da ona dayanır: Öfke ateşe, sıcakkanlılık havaya, hüzün toprağa, uyuşukluk da suya dayandırılmıştır. Günümüz astroloji burçlarının ait olduğu elementleri burada aramak akılcı olacaktır. Atina felsefesinin temellerini atan Anaksagoras algılamayı kontrast yasasıyla açıklamıştır: Aynı olan, aynı olanı duyamaz. Bu yüzden ışığı algılayabilmesi için gözün karanlık, ısınabilmesi için de bedenin soğuk olması gerekir. Sofist, bilge demektir. Dönemin önde gelen sofistleri Atina’yı mesken edinmişti. Öğrettikleri retorik, istismar edilmeye yatkındı. “İkili Konuşmalar” adlı sofist metni, bir meseleyi nasıl her iki açıdan ele alabiliriz, hem savunur hem nasıl saldırabiliriz sorusunu ele alır. Polemiğe giriş niteliğindeki bu eser, akademik tartışmalar, savunma avukatlığı, iddia makamı, parlamento ve basındaki muhalefetin kökenidir. Sofistler, Yunan ahlakının öğretmenleridir. Her şeyden kuşku duyarlar. Sokrates yazmak yerine konuşmayı, tartışmayı ve ikna etmeyi tercih etmesi bakımından tipik bir sofisttir. Anavatanının en acımasız eleştirmeniydi aynı zamanda. Sivri diyalektiğin ustasıydı. Hakikat öğretmeniydi. Zekice sorulmuş sorularla öğrencilerin hem kendilerini hem dünyayı tanımalarını sağlardı. Bir yaşam şairi ve tanrı arayıcısıydı, sistem ya da din kurucusu değil. Anlamak net bir fikre sahip olmaktı. Erdem öğrenilebilir ve öğretilebilirdi. Yunan tragedyasının doruğuydu. Demokritos’un etiğine göre ise sütliman denize benzettiği mutluluk, keyifli sükûnet halidir. Haksızlık etmenin haksızlığa maruz kalmaktan daha mutsuz kıldığını öğretir. İnsan kendisinden, başkalarından daha fazla utanmalıdır.

parsomen.jpg
Parşömen üretiminin bir temsili.

Yunanlıların bilinen en eski papirüsü bir mezarda bulunmuştur. Antikçağ boyunca kitaplar rulo biçimindeydi. Hellas ve İran’da en eski yazı malzemesi deriydi; papirüse rakip çıkan parşömenin malzemesi ince işlenmiş hayvan derisiydi. Ahşap veya fildişi tabletler kullanılırdı. Diptykhon, yani çift kat, modern kitapların atasıdır. Mürekkebe kara denirdi. Başlıklarda kırmızı mürekkep de kullanılıyordu. Başlık bölüm sonlarına, kitabın adı eserin sonuna yazılırdı. Tarihin babası Heredotos’tur. Karşılaştırmalı tarihin de kurucusudur. Yazılarının üslubu destansıdır. Thukydides’in kaleme aldığı Peloponnesos savaşı tarihi, yirmi yılı kapsar; o, savaşı yaşayarak anlatmaya karar vermiştir. Savaş meydanlarındaki gözlemleri örnek bir nesnelliğe sahiptir. Gelmiş geçmiş en büyük vakanüvistir.

Hellen’in düşünme ve yaşama biçimi, alt etme ve önde olmadır. Eşitlik ve birlik Yunanlılara özgü kavramlar değildir. Bu kavramların evrensel oldukları gün Yunan tarihi de sona ermiştir. Makedonyalılar, Hellenler’in kuzeydeki topraklarda kalan atalarıdır. Miken tarzında güçlü ve savaşçı bir krallık onlarda yaşamaya devam etmiştir. İskender’le birlikte batı tarihine Yunanlı olmayan bir ruh girer: Yunan romantizmi. İskender’in dünyanın sonuna kadar ulaşmak isteyen sınırsızlık merakı, Şark hayranlığı, düşmana dostça, kadınlara çok zarif davranması romantiktir. Hep bir düş gezgini gibidir. Türkistan, Afganistan, Beluçistan ve Pencap’a seferler düzenler. Dünyanın en aşırı ve en tutarlı demokrasisi, en aşırı ve en tutarlı monarşisini doğurmuştur: Tanrıkrallığını. İskender’in kendini tanrısallaştırmasında inanç, şark topraklarının gücü, yüceliğin yalnızlığı, her şeye hâkim olma duygusu karşımı yatar. Kralın öykündüğü ebedi ideali Akhilleus’tur. İskender arkasını sağlama almak için önce asi Trakyalıların üzerine bir sefer düzenler. Fenike ve Mısır’ı fethederek üssünü sağlama alır. Perslerle girdiği savaştan sonra kendisini Asya kralı ilan eder. Ülkeyi hâkimiyeti altına aldıktan sonra Pencap’a girer. Hedefi dünyayı fethetmektir. Batının tüm kavimleri Libyalılar, Kartacalılar, Keltler, İberler ve Romalılar kendisine biat etmişlerdir. İskender’in planı şudur, Babil’i dünyanın merkezi yapacaktır. İskender’in antik dünyayı Hellenleştirdiği söylense de Yunan yaşam tarzı uzak topraklarda bir ciladan öteye gidememiş, derine işleyememiştir. Dünyadaki en güzel şeyin dobra dobra konuşmak olduğunu söyleyen Diogenes’in İskender’le karşılaşmasına dair dünyaca ünlü öykünün temelinde, bütün dünyayı alt eden kahraman ile dünyayı kendi altında gören bir bilgenin karşı karşıya getirilmesinde derin bir simgesellik yatar.

İdea, görmek sözcüğünden gelir. Soyut değil, gözle görülen bir şeyi tanımlar. Görüngüler ise onların suretleri, yani taklitleri, kopyalarıdır. Platon idealarla neyi kastettiğini ünlü mağara benzetmesiyle etkileyici ve net bir biçimde dile getirir: Bütün doğa ideaların yansımasından ibarettir. Doğru bilgi ya da ideanın kavranması bir düş gücü meselesidir. Kant, düş gücünün hayalperest olmak yerine, aklın sıkı denetimi altında işlenmesi gerektiğini söyler. Platon’un öğrencisi, aynı zamanda felsefedeki zıt kutbu Aristoteles’in en anlamlı hizmetlerinden biri mantığıdır. Kavramları on kategoride toplamıştır: Töz, nicelik, nitelik, bağıntı, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi. Ayrıca özdeşlik, çelişme ve olanaksızlığı belirleyen üç düşünce yasasını da belirlemiştir. Aristoteles’in en önemli öğrencisi Lesboslu Tyrtamos’un -ki hocası ona tanrıdilli anlamında Theophrastos adını verir- otuz küçük portreden oluşan “Karakterler” eseri, dünya edebiyatının en etkili metinlerindendir. Atina toplumunun bir tipolojisini çıkarmaya çalışmıştır. Bütün karakterleri ince ayrıntılarla işlemiştir: Geveze, çalçene, palavracı, arsız, görgüsüz, köylü, münasebetsiz, namussuz, dalkavuk, koltukçu, beleşçi, pinti, edepsiz, işgüzar, şapşal, kendini beğenmiş, batıl inançlı, güvensiz, özentili, hasis, gösteriş budalası, kibirli, korkak, oligarşi yanlısı, geçkin, fesat. Yunanistan’ın ilk üniversitesinin rektörü ve ordinaryüsü böyle işlerle uğraşıyordu işte! Yunanlı sanatçıların, gerçekleştirmek bir yana bugün tasavvur etmekte bile zorlandığımız şeyleri bildiklerini düşünmekten başka bir şey gelmez elimizden. Yunanlılık, dünyanın yazgısı olmak, kendi halkının ruhunu insanlığın ruhuna dönüştürmek, ölümsüzleşmek uğruna ölmek için yola koyulmuştur. İskenderiye döneminde tarihi önemini yitirmiş olan Yunan halkı yüce bir imge olarak dünyevi gökte bir burç gibi parıldamaya devam eder.

Belirli dönemlerin, ülkelerin ya da medeniyetlerin düşünsel ve kültürel özelliklerini inceleyen bir bilim dalı olarak kültür tarihinde insanlık için öğrenilecek çok şey, günümüz insanı, topluluklarını ve yönetimlerini anlamak, açıklamak için kuşkusuz çok fazla hikâyecik vardır. İster tanrıkral, imparator, tiran, satrap, sanatçı, bilge ya da sade vatandaş olsun her ölümlünün toprağın altına çekilme zamanının bir gün gelmesi gibi ömrünü dolduran medeniyetlerin de tarihsel dizinde yerini alması kaçınılmazdır. Her ne kadar tarihin tekerrür etmediği öğretilegelse, geçmişteki bir olayın aynı koşullar altında bugün gerçekleşmesinin mümkün olmadığı bilinse de ibretlik durumlar her zaman söz konusudur. Çünkü dünü, yani tarihi anlamadan bugünü kavramamız olanaksızdır, dünyayı değiştirmek de öyle. Dilediğimiz o dünyaya erişmek, onu her çağda yeniden oluşturabilmek her şeyden evvel donanım gerektirir. Bu da ancak akılla, öğrenmeyi bilmek ve emekle mümkündür.

Esme Aras