Clarissa Pinkola Estes’in uzun incelemeler ve araştırmalar sonucunda yirmi yılı aşkın bir sürede bitirdiği eseri Kurtlarla Koşan Kadınlar, her kadının -hatta kadın doğasını gerçek anlamda tanımak isteyen erkeklerin- okuması gereken bir başucu kitabı. Eser, bir anlamda feminist bir destan niteliğinde. Kitabevlerinin psikoloji, kişisel gelişim, şiir, dini kitaplar gibi birden fazla bölümde bulundurdukları bu çok yönlü eserin, aile üyeleri, arkadaşlar veya sevgiliyle birlikte de okunduğu da bilinen gerçeklerden biri.
“Feminizmin başyapıtı” olarak adlandırılan Kurtlarla Koşan Kadınlar, kendini tanımak ve bulmak isteyen kadınlar için bulunmaz bir kaynak. Masal incelemeleriyle birlikte psikoloji ve felsefe gibi bilim dallarının da katkısıyla yazılan eser, kadın yaşamının her dönemine ve her yaştan kadına seslenmesiyle bir çeşit psikolojik terapi kaynağı olarak da görülebilir.
Yazar, coşkulu anlatımıyla henüz kitabın önsözünde kurtlarla kadınların birer gövde-gölge ilişkisi olduğu gerçeğini okuyucuya sezdiriyor: “Hepimiz vahşiye özlemle doluyuz… Bize bu tür bir arzudan utanç duymamız gerektiği öğretildi… Ama Vahşi Kadın’ın gölgesi… arkamızda tırıs giden bu gölge kesinlikle dört ayaklı.”
Vahşi hayatın olduğu gibi vahşi (doğal) kadın soyunun da tükenmekte olduğu gerçeği üzerinde duran Estes, bu görüş üzerinde iz sürüyor. Yazara göre; yaradılış sürecinden bu yana toplumlar tarafından çeşitli nedenlerle kadın ruhunun sürekli mutasyona uğramaya zorlanmış olması onu doğallığından uzaklaştırıp bol katkılı, yapay bir madde durumuna soktu. Bu nedenlerin başında da kadından başkalarını memnun etme beklentisi geliyor. Tıpkı dünya gibi içsel ve gerçek doğasını yitiren kadınların çoğunluğu, saf vahşiliğini de kaybetti.
Kurtlarla Koşan Kadınlar için kurtların ve kadınların yaradılıştan günümüze dek dejenerasyon süreçlerini ve saf, doğal vahşiliklerini yitirme maceralarını anlatan bir kadın destanı diyebiliriz. Kitap boyunca mitler, arketipler ve masallar eşliğinde -en doğal haliyle masalların içinde yaşadığına şahit olduğumuz- kadın ruhunu çözümleyen satırlarla karşılaşıyoruz.
Yazar güç, bağlılık, cesaret, sezgi gücü, zariflik, duyarlılık, dayanıklılık gibi olumlu ortak özellikler taşıyan kurtlarla kadınların; avlanmak, taciz edilmek, sapkın veya saldırgan hasımlardan daha az değerli görülmek gibi olumsuz özelliklerde de benzerlikler gösterdikleri realitesini ortaya koyuyor.
Kitapta, asırlar boyu “nadastaki bir bahçe gibi” koruma altına alınan kadın cinsinin arasından rüzgâr sayesinde yabanıl tohumların da çıktığı ve bu tohumların gelecekteki kadınlar adına son derece yararlı olduğu düşüncesi su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Özellikle ülkemiz şartları ve kültür yapısı düşünüldüğünde kadınların bastırılmış ve örselenmiş duygularını ortaya koyarak kadın cinsinin kendisinin farkına varması, zarif ve edepli tutumuna karşılık kendisini korumasının sırlarını çözebilmesinin yolları, bilimsel araştırmaların ışığında anlatılıyor. Bu bağlamda kitapta, genç kızların almaları gereken geniş çaplı mesajlar olduğunu da görüyoruz.
Kurtlarla Koşan Kadınlar, kadın dünyasının, kadın ruhunun sezgisel, döngüsel, cinsel ve arketipsel çeşitli dönemlerini ele alan ve kadının tarzı, yaratıcı ateşi, bilgisi gibi derin yönlerini açığa kavuşturmakta yetersiz kalan psikoloji vb. bilim dallarını tamamlamak amacıyla da kaleme alınan bir eser: “Kadınlar yitirdikleri vahşi doğalarını bulduklarında ne pahasına olursa olsun korumaya uğraşırlar… çünkü onunla birlikte yaratıcı hayatları çiçek açar; ilişkileri anlam, derinlik ve sağlık kazanır; cinsellik, yaratıcılık, iş ve oyun döngüleri yeniden kurulur; artık başkalarının yıkıcılıklarına hedef olmazlar.”
Satırlar arasında ilerledikçe “vahşi kadın”ın; sağlıklı sınırlara sahip, tüm kültürlerde aynı olan prototip, yabanıl kadın anlamında kullanıldığını görüyoruz. Kısaca Vahşi Kadın, dişil ruhtur, dişiliğin kaynağıdır. Kitap, özünde yabanıl dişinin incinmiş taraflarına iyi gelmeyi amaçlıyor: “Sağlıklı kadın tıpkı bir kurt gibidir: Sağlam, kunt, diri, hayat verici, konumunun bilincinde, yaratıcı, sadık ve göçebedir… Döngülerin yaratıcısıdır… Bütün kadınların gübreli köküdür.”
“Öyküler ilaçtır,” söylemiyle yazar, yitirilmiş psişik bir gücün onarılması için gereken çareleri öykülerin içinde bulabileceğimizin altını çiziyor. Estes bu durumda, öykü (masal) anlatmanın, dinlemenin veya okumanın büyülü yanlarından birini ortaya koyuyor çünkü ruhumuzu her besleyişimizde, onun gelişmesini garantilemiş olacağımızı biliyoruz.
Vahşi kadın arketipi ve kurtlar arasındaki önemli benzerliklerden biri olan sezgi gücü üzerinde duran Estes, bu gücün tıpkı kaslar gibi kullanılmadığında zayıflaması gerçeği gibi durumlara da basit çözüm önerileri getiriyor: “Akıllı bir kadın, psişik ortamını düzenli tutar. Bunu, zihnini açık tutarak, çalıştığı yeri temiz bırakarak, fikirlerini ve tasarılarını tamamlamaya çalışarak gerçekleştirir. Birçok kadın için bu görev her gün düşünmeye (tefekküre) zaman ayırmalarını, içinde yaşadıkları ve sadece bu işe ayrılmış kendi kâğıtları, kalemleri… sohbetleri, zamanları, özgürlükleriyle açıkça kendilerinin olan bir yere sahip olmalarını gerektirir.”
Araştırmacı yazarın bu cümleleri bize elbette Virginia Woolf’ün Kendine Ait Bir Oda’sındaki düşüncelerinin ne denli isabetli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Kitap akışında yer yer özgün ve ilginç söz gruplarına rastlamak, yolculuk sırasında gözünüzün önünde umulmadık bir anda beliren manzara duygusu uyandırıyor. Örneğin “ölü kadınlar kültürü” yazarın, toplum tarafından dayatılan sessiz, uslu, uyumlu kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı sonucu ortaya koyduğu bir tanımlama. Toplumun bu baskısı kadının coşkun, yenilikçi ve özgün olmasının yaratıcılığını da tetikleyeceğini hissettiğinden olmalı.
İçindeki Vahşi Kadın’ı ortaya çıkartamamış kadının yaratıcı hayatı da ölür, görüşünü savunan Estes, “Yaratıcı hayatı geri getirmek için sular tekrar tekrar temizlenmelidir… Zaman, aidiyet, tutku ve egemenlik. Biriktirin. Bunlar nehri temiz tutar. Ve mazeretler, kirlenmenin başka bir şeklidir… En iyi arketipsel koşullarda olması beklenen şey, harekete geçip Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmalarıdır.” Dolayısıyla yaşam akışında akla gelebilecek her türlü olumsuzluk adına kadınları uyaran ve onlara cesaret vererek kendine güven duygusunu aşılayan bir rehber kitapla karşı karşıyayız.
Kitabın son bölümünde yazar, masal anlatıcılığının başlıca prensipleri üzerinde duruyor ve bu görevin öneminden dem vuruyor. Estes, masalların psikanalitik eğitim ve şifa alanlarındaki yerlerini vurgulayarak en ideal anlatıcıların, kendi yaşadıklarından çıkartıp geliştirerek temelinde gerçeğin ve tecrübenin yattığı öyküleri ele alanlar olduklarını belirtiyor. Bunun için de yaşanmışlıklarını gerek yazılı gerekse sözlü olarak öykülemek, kadının biricik görevi olmalıdır, mesajını veriyor.
Selva Trak Ulupınar
İlgi ile okudum.Okumaları için kızım ve eşime de bu kitabı önereceğim.8