2015-03-25 Polyester Takım Elbise
We ate overcooked meat and he wore polyester suits.
Eti çokpişmiş yerdik ve o polyester takım giyerdi.
Turuncu yağmurluklu Berk.
Mor atkılı Yavuz.
Kızıl atkılı Yalçın. (at kılı)
Kırmızı fularlı çocuk.
Fötr şapkalı Orhan K.
Fötr şapkalı Oktay.
Mayolu Cevdet.
Pardesülü Orhan.
Pardesülü Sait.
Kapşonlu Enis. Çoban kabanlı.
Çatalcalı çoban kaban.
Kulaklıklı Ahmet.
Eşarplı Sevim.
Takkeli Fuzuli (asıl adı Mehmet. Bağdat’ta doğdu.)
Takkeli Mahmut Kaşgari.
Fesli Agah.
Bastonlu Yahya.
Karakedili Hamdi.
Çıplak Rıfat.
Fileli Behçet. (fil eli)
Çizmeli Samim.
Kamuflaj Turgut.
Papyonlu Doğan.
Balıkçıyaka İlhan.
Paltolu Orhan.
Şemsiyeli? Kimdi şemsiyeli yazar?
Minietekli seyyare semazen.
2016-02-03 Hasta Akıl
Sonra hayatının bir döneminde iki-üç doktorla bir hastaneyi mahkemeye vermiş. Ordan aldığı tazminatlarla geçinmeyi umuyormuş bir süre. Bir köy evi almış. Taş duvarların tamiriyle bir on yıl falan uğraşmış. Yaban otları, taş çeşitlerini anlatan risaleler yazmış bu yıllarda. İki ödül kazanmış. Meyhanede duyduğu bir şiir dizesini kendine mal edip yayınladığı iddia edilmiş ama yaşından dolayı mesele kapatılmış hemen. Hastane mahkemesi uzadıkça uzamış inadı yüzünden. Reçetelerden birinin düzmece olduğu kanıtlanmış. Utanılacak bir şey bu. Üstelik Tabipler Derneği Başkanı onun en sevgili şair arkadaşlarından biri olduğu için. Tarihte bir akıl hastanesi ve akıl hastalarını iyileştirme(me)siyle ünlü bir kasabalı olan şair hayatını yazarken bir deli abla icat etmiş ve o deli ablayla çocukluğunu, çocukluğundaki savaşları, savaş tacirlerini anlatmıştı. Deli abla işgal altındaki yurdu, şahbaz abi de işgalcileri temsil ediyor. Kasaba yangınını uzaktan seyredişini unutamadığı için de yangınlar ve yıkımlardan geçip geride kalan şeylerin şiirini yazmış hep. Akla karşı cenk etmiş ömür boyu.
2017-02-12 En Sevdiğim Şarkı
Üstünü başını toplasana. Biraz da dikkatli otur. Şarkı dinliyoruz. En sevdiğimiz şarkıcıyı dinliyoruz yahu. Biraz saygı. Bunun ondan dinlediğim en son şarkı olduğunu bilseydim üstümü başımı toplar daha saygılı otururdum.
2016-02-16 Çocuk Bakıcısı
Anlattım bunları daha önce ama yine tekrar edeyim. Bir gün bir arkadaşla konuşuyoruz çocuklarını büyüten bakıcılar var. İki bakıcı. Tacikistanlı mı, yoksa Özbekistan’dan mı, diye sordum. Bilmiyorum abi dedi. Ya, nasıl bilmezsin, çocuklarını büyütüyorlar, yani insan hiç merak etmez mi? Kimsin, nesin, n’apıyorsun burda, ne işin var, bırakıp gelmişsin (her şeyi bırakıp geldin mi, onu da bilmiyoruz) senin kocan var mı, çoluğun çocuğun, özlemiyor musun onları, akşam burda kalıyorsun, aldığın parayı n’apıyorsun, aldığın para yetiyor mu… hiç mi merak etmiyorsun? Yani o noktada ben anladım ki bir kopuş, bağlantısızlık (disengangement) var. Bir ayrılık var. Ama bu kopuş, bu ayrılık, açıkça işaret etmek gerekiyor tabii, bu zıtlık apayrı yerlerden, bambaşka sınıflardan geliyor olmamızdan kaynaklanıyor. Ben bir tornacının oğlu olarak büyüdüm. Hep ezilmişlik çeken, kira ödemeyi, bakkal borcunu, kasap borcunu her şeyden önemli sayan bir adamın oğlu olarak büyüdüm. Bütün derdi borcumuzu ödeyebilecek miyiz, aman sokakta kalmayalım’dı. Ben ilkokul 2’ye giderken elektriğimiz kesildi. Belediye, ESHOT, gelip elektriğimizi kesti. İki gün mü, üç gün mü her neyse, elektriksiz, karanlıkta, gaz lambasıyla oturduk. O kadar işlemiş ki içime anneme babama verdiği o üzüntü bugün hala ne zaman asfalya, kontak lafı geçse yani ben anında o günleri düşünüyorum. O anılar canlanıyor. Böyle bir şeyi yaşamamış birine anlatmak mümkün değil.
Rüya: Crystal Palace’i geziyoruz annemle. Buranın camlarını silmek ne zordur. Allah yardımcıları olsun, diyor. Ayasofya’yı gezerken taş bezi yetişmez buraya, diyor. Sultanahmet’te halıları sirkeli suyla silmek lazım ama bir kişiyle basa çıkılmaz.
2016-02-16 Biz Sizi Okuyamazuk
Biz sizin yazdıklarınızı okuyamıyoruz diyorlar. Siz benim okuduğum yazarları okumuyorsunuz. Kendi sevdiğiniz yazarları ne kadar anlıyorsunuz ki? Yani siz neyi, hangi şiiri, hangi öyküyü anlıyorsunuz? Okuduğunuz metinleri gösterin, ne anladığınızı oturup karşılıklı konuşalım. Biz de o zaman a çocuk şunu anlamıyormuş demek ki diyelim. Yani şunu mu diyorsunuz: Siz çok iyi bir okuyucusunuz, siz benden çok üsttesiniz, yazdıklarınızı anlamıyoruz dediğinizde biz kimleri okuduk da anladık, sizin yazdıklarınız beş para etmez, anlamına geliyor herhalde, onu mu diyorsunuz? Yani seni annen okumuyor, seni çocuğun okumuyor… ben annem için yazmıyorum. Benim annem Ekmekçi Kadın’ı okumuş ve sevmiştir. Eski Türk filmleri seyreder. Canı istediğinde başka filmleri de seyreder ama benim annem benim yazdığım edebiyatı okuyor olsa ben onun çocuğu olmazdım. Oğlum da yazdıklarımı okumuyor, çünkü çok genç henüz, ben de o yaştayken babamın yazdıklarını okumazdım. Ben de o yaştayken çok az edebiyat okurdum. Edebiyat diye okuduğumuz bizim zavallı şeylermiş. Bizim zavallılığımızı gösteren şeylermiş.
Babam Arko traş kremi, siyah (kırmızı yerine, beyaz şarap karşıtı) şarap, kırmızı şarap yani, limon kolonyası kokardı. Bir de her zaman traşlıydı (matruş?) Hastalığının en ileri günlerinde bile anneme traşının geldiğini söylemeyi unutmazdı. Takma dişleri vardı bir de. Ağzında ağır bir rayiha. O kokuyu sonra bütün ihtiyarlarda duydum. Bir gün benim ağzım da öyle kokacak. Çok ağır bir koku. Gençlikle yaşlılığı ayıran bir koku. Ağız bakımı bilmeyen. Ağız bakımı yapamayan ihtiyarlar. Yaşlılık orda başlıyor galiba. Yaşlıların bakıcıları ne düşünüyor koku konusunda?