Nezihe Meriç’in 1953 tarihli ilk öykü kitabına ismini de veren “Bozbulanık” öyküsünün büyük bir bölümü Bilge karakterinin iç konuşmalarından oluşur. Giriş mahiyetindeki ilk paragrafta hâkim anlatıcı, “otuz yedi dokuz ateşle” koltukta oturmakta olan Bilge’yi tanıtır bize ve hemen ikinci paragrafta çift tırnak içinde verilen kısımlarda karakterimizin aklından geçen duygu ve düşünceleri okuruz. Bilge hastadır ve baş ağrısı hafiflesin diye konyaklı çay içmiştir. Dolayısıyla hem hastalık hem de alkol nedeniyle bozbulanık bir zihne sahiptir ve geçmişle şimdi arasında gidip gelerek düşüncelere dalar. Öykü kurgusunu oluşturan düşünce silsilesini daha kolay takip edebilmek için Bilge’nin zihninden geçenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Poker oyununa dair izlenimler: Bilge, evinin salonundaki koltukta yarı uyur vaziyette otururken aile üyeleri ve konuklar, “golden çukulata” ve “muz likörü”ne bahse girerek poker oynamaktadır.
- Pokere katılanlara dair izlenimler: Bu kişiler arasında özellikle “avukat bey” olarak nitelenen kişiye dair izlenimler öyküde önemli bir yer tutar. Bunun dışında konuklar arasında İfakat Hanım ve Nüzhet Bey’in ismi geçer. Bilge, İfakat Hanım’ın babasında gözü olduğunu düşünmektedir.
- Salonda bulunan Berran, Birsen ve Zerrin karakterlerine dair izlenimler: Kız kardeşi Berran, amca kızı Berrin ve arkadaşı Zerrin hakkında kimi düşüncelere dalan Bilge, onların gönül maceralarıyla ilgili ufak bilgiler de paylaşır. İyi eğitim alan (Kolej, Dil Tarih, Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde okurlar) bu kadınlar, gelenek ve modernite arasında sıkışıp kalmışlardır.
- Hastalığın getirdiği bıkkınlık ve yorgunluğa dair izlenimler: Sık sık baş ağrısından şikâyet eden Bilge, odasına gidip yatmak ister; ancak misafirlere ayıp olmasın diyerek koltuktan kalkamaz.
- Radyodan gelen müzik seslerine dair izlenimler: Poker sırasında radyo açıktır ve Bilge, dinlediği şarkılar üzerine düşünür. BBC, Thomas Bichem ve keman sesleri, müzikle ilgili ayrıntılar arasındadır.
- Eski sevgiliye dair izlenimler: Bilge, öyküde geçen birkaç cümlede artık Londra’da olduğu anlaşılan eski sevgilisine dair özlemini dile getirir.
Bu sıraladığım akış dışında zihninde yer eden çağrışım zincirlerinden hareketle bazı başka kişi, olay ve mekânlardan da söz etmektedir Bilge. Ancak bunlar yukarıda sıraladıklarım kadar mühim bir yer kaplamaz. Örneğin Ahmed isimli bir arkadaşının yazdığı mektupta geçen “Gel Anadolu’ya da insan onurunun iki paralık oluşunu gör (s. 37) cümlesi Bilge’yi bir yerlere götürür. Ancak Ahmed kimdir ve bu cümleyi hangi bağlamda sarf etmiştir, bunu bilemeyiz.
Okuyucu, Bilge’nin iç konuşmalarına odaklanmışken arada bir, dış dünyadan yapılan müdahalelere de maruz kalır. Bu sebeple öyküde iç dünyayla dış dünya arasında belirgin bir çatışma vardır. Örneğin Avukat’la Zerrin aşka dair konuşurlar ve onların diyaloğu bölük pörçük de olsa Bilge tarafından duyulur. Başka bir yerde Avukat, Bilge’ye neden sohbete katılmadığını sorar. Bunların dışında Avukat, Berran ve Zerrin arasında evlilik, namus ve ahlak konulu bir konuşma geçer, ki burada söylenenler öyküde önemli bir yer tutar. Bu üçlü arasındaki sohbette evli erkeklerle birlikte olan kadınlardan söz edilir. Bilge, Avukat’ın sözlerinden yola çıkarak dönemin ahlak algısıyla ilgili eleştirilerde bulunur. Ahlak yasaları sadece kadınları cezalandırıyor gibidir. Buna örnek olarak Beran’a gelen imzasız bir aşk mektubunu hatrına getirir Bilge. Evli bir adamdan gelen bu mektup, Berran hakkında çeşitli dedikoduların yapılmasına neden olmuş ve genç kızı, ilgisi olmayan bir konuda töhmet altında bırakmıştır. Toplumun kadınlara karşı takındığı bu tavır, erkekler için geçerli değildir. Kadın yargılanırken erkek beraat eder.

Bilge, Avukat’tan yola çıkarak kendi kuşağının erkekleriyle ilgili tespitlerde bulunur. Toplumdaki yozlaşmadan ve birey olamama sorunundan dem vuran Bilge, Avukat’ı bu kuşağı temsil eden biri olarak görür ve onun nezdinde kuşağını eleştirir: “Bunun pipo içişi, gözlerini kısarak konuşması, kızlara sigara ikramı hep rol kesmek. Bizim kuşak erkekleri niye böyle?.. Hiç çelebisine rastlamadım. Çoğu Amerikan işi Jön rolünde! Biz neyiz ya? Geç Allahaşkına.” (s. 34) “Tazı suratlı” diye nitelediği Avukat’a kötü özellikler yükler. Ancak Avukat’ın kim olduğu, Bilge’nin onu neden sevmediği de tam anlaşılmaz. Avukat’ın sözlerinden ve Bilge’nin onun hakkındaki izlenimlerinden yola çıkarak tahmin yürütülebilir ancak.
Bilge, İfakat Hanım’ın babasına olan ilgisinden bahsederken bir sıçramayla annesine geçer ve annesiyle babasının ilişkilerini düşünür. Çocukluk yıllarına dönen Bilge, “Biz de çocuk olduk ha? Ne tuhaf! Çocukluğumuz, mutlu olduğumuz yıllar 1943’te kaldı demektir? Herkesinki böyle bir yerlerde kalmıştır mutlaka.” (s. 35) sözleriyle çocukluğun geride kalmasına dair üzüntüsünü dile getirir. Burada da görüldüğü gibi “geçmiş” ve “şimdi” arasında gidip gelen zihin, farklı duyguları tecrübe etmekte ve iç çatışma yaşamaktadır.
Yine geçmişten bir anı olarak eski sevgilinin Londra’ya gittiğini, ‘Gittiğime değil de, sisli akşamlarda seninle Dolmabahçe’den Taksim’e yürüyemeyeceğime yanıyorum’ demişti. Toplu iğneyi Taymis’e attıysa eğer, ben de gideceğim demektir. Efsane! Olsun. Gerçek olan şimdi burada olmayışı. Ne fena…” (s. 34) cümlelerinden anlarız. Bilge, olay zamanında bu gidişe üzülmekte ve eski sevgilisini özlemektedir. Onunla ilgili birkaç anıyı daha bölük pörçük de olsa hatırlar öykü boyunca.
Öykünün sonlarına doğru Bilge’nin zihni iyice bulanır. Yoğun duyguların etkisi altında “Of! Allah kahretsin ki beynim ağrıyor. Gece yarısına kadar oturur şimdi bunlar. Ben de…” (s. 38) diye düşünürken birden bilincin akışı kesilir ve öykünün son kısmı tekrar hâkim anlatıcının bakış açısıyla verilir. Bilge, bu sırada hafifçe uyumakta ama bir yandan da Zerrin ve Berran’ın topluma dair söylediklerine kulak misafiri olmaktadır. İki genç kadının söyledikleri II. Dünya Savaşı sonrasında dünyanın ve de toplumun yaşadığı dönüşüme dair kimi tespitleri içerir. Bu diyaloglar, eğitimli kişilerin dönem algısıyla ilgili ayrıntılı bilgileri değilse de bu algının nüvesini verir bize. Berran’ın kızgınlıkla sarf ettiği şu sözler, kendini yaşadığı topluma ait hissetmeyen insanların iradesizliğini, amaç ve hedef yoksunluğunu açığa çıkarır:
“Ofsayt efendim ofsayt! Kendini hiçbir şeye karşı sorumlu duymamak durumudur bu bizimki. Anadan, babadan, dostluk, arkadaşlık kavramlarından, yani, aileden, toplumdan, insanlardan çözülmek, körü körüne bir Allah’a inanış içinde yaşamak, toplumun bütün kurumlarının çürük olduğunu öğrenmek… Daha sayayım mı? Yaşamak için ekmek kadar, su kadar gerekli olan, inanmak, güvenmek, çalışmak gücünü bulamamak… Gündelik olayların, dedikoduların içinde yuvarlanmak… (s. 38)
Berran’ın söyledikleri 1950 Kuşağı’na özgü bir yabancılaşmanın ve karamsarlığın yansımasıdır. Bunun çeşitli örneklerini hem 50 Kuşağı öykücülerinde hem de II. Yeni şiirinde görebiliriz. Berran’ın da belirttiği üzere kendilerini bulundukları mekâna ait hissedemeyen öykü kişilerinin içine hapsoldukları köksüzlük, iradesizlik ve umutsuzluk zincirinden kopamayışları, bu kuşağa özgü bir özelliktir. Bu sebeple “Bozbulanık” öyküsüne de karamsar bir bakış açısı sirayet eder. Özellikle kadın-erkek ilişkilerinden söz edilirken hep olumsuz bir tablo çizilir. Kişiler, daha eşitlikçi bir ilişki biçimi mümkün değilmiş gibi konuşurlar. “Toptan çürümüşüz…” (s. 34) diye düşünen Bilge, toplumdaki kokuşmuşluğa dikkat çeker, çıkışsızlığı işaret eder. Ancak “Bozbulanık” öyküsünün sonunda, karamsar hava biraz olsun dağılır. Annesine su getirmek için koltuktan kalkan Bilge, Birsen’le karşılaşır ve yirmi iki yaşındaki bu genç kız, Avukat’ın kendisini öpmesini hayal ettiğini söyler Bilge’ye. Bilge’nin sıkıntılı ruh hâliyle Birsen’in gençlik çağına özgü hayallere kapılmasının getirdiği yaşama sevinci ve umudu, tezat oluşturur. Birsen’in söyledikleri karşısında gülmekten kendini alamayan Bilge, mutfağa girer ve öykü burada biter.
Behçet Çelik, Meriç’le ilgili bir yazısında[1] Bozbulanık ve Topal Koşma (1956) kitaplarında bir kuşağın yaşadığı bozgun duygusunun farklı görünümlerini bulmamızın mümkün olduğunu belirtir ve şöyle der: “Ortalık bozbulanıktır, kadının toplumdaki rolü, kadınlardan beklenenler, kendilerinin bekledikleri, yaşamayı umdukları ve yaşadıkları…”. Bir kadını merkeze alan “Bozbulanık” öyküsü de tam olarak beklentilerle gerçeğin çatışması ve bunun yarattığı sıkıntıyla bezginlik duygusunu anlatır. Öykünün geneline baktığımızda Bilge, salonda poker oynayanları pek umursamaz, kendi dünyasındadır. Hâkim anlatıcının ifadesiyle “içiyle halleşiyordur”. Neden huzursuz bir ruh hâli içinde olduğunu tam olarak bilemeyiz. Çünkü düşünceleri kişisel olandan çok, toplumsal olana yöneliktir. Ancak, “Ben niye böyleyim? Böyle oldum daha doğrusu. Bomboş, kaskatı, dümdüz…” (s. 34) demesi kendine yönelik özeleştiriyi de beraberinde getirir. Kendini kuşağından soyutlamaz. “Önce kendimden umudum kesilmiş. Değil ki insanlar…” (s. 33) sözleri de bunun yansımasıdır.
İlk öykülerinden itibaren klasik olay örgüsü kalıplarının dışına çıkan Meriç, “Bozbulanık”ta olaydan çok izlenim, düşünce, anı ve çağrışımlara yer verir. Sesle ilgili unsurlar olarak konuşma ve müzik sesleri de öyküde önemli bir yer işgal eder. Tüm bu öğelerin birlikteliği, çok parçalı bir yapının ortaya çıkmasını sağlar. Bu yüzden de öykü dikkatli okunmadığı sürece bağlantıları takip etmek güçleşecektir. Ancak buradaki iç konuşma ve bilinç akışının Toplu Öyküleri 1’de[2] Bozbulanık’tan sonra gelen Topal Koşma ve Menekşeli Bilinç (1965) kitaplarındaki kadar karmaşık olmadığını da söylemek gerekir. Meriç, birçok yönden Bozbulanık’a benzeyen bu kitaplarında biçimsel denemelere girişmiş ve öykü dilini değiştirmiştir.
“Bozbulanık” öyküsünün diline gelecek olursak kurgu, iç konuşmalara dayandığı için yazarın konuşma dilinin doğallığını yakaladığı söylenebilir. Bilinç akışının uygulandığı yerlerde ise eksiltili cümlelere yer verilmiştir. Bunların dışında “kekâ, fasarya” gibi argo sözcüklere, “Doğru duvar yıkılmaz, eğrilir derler”, “Kozunu ille de kaz yapacak”, “Ben düdüğümü çoktan öttürdüm” gibi deyim ve atasözlerine, “pis herifler, Allah belanızı versin” gibi ilenme/ kızgınlık içeren ifadelere rastlarız. “Çukulata, mutbak, afferim” gibi sözcüklerin yazımı da Meriç’e özgü dil kullanımını örnekler.
Yayımlandığı yıl edebiyat dünyasında ilgiyle karşılanan ve övgüler alan Bozbulanık, Meriç’in daha sonra yazacağı eserleri hazırladığı için de ayrı bir önem taşır. Meriç, eleştirmenler tarafından öyküde kadın duyarlığına yeni ve özgün bir bakış açısı getiren bir yazar olarak görülür. Jale Özata Dirlikyapan’ın[3] da ifade ettiği gibi Meriç, “yenileşme yolundaki ilk kadın öykücü”dür ve onun eserlerinde hem taşralı hem de şehirli kadınların yaşamı farklı yönleriyle ele alınır. Bu yüzden yazdıkları arasında bütünlük vardır ve bir öyküde karşımıza çıkan kişi, olay ya da mekânlar başka bir yerde de karşımıza çıkabilir.[4] Örneğin Bozbulanık’ta bulunan “Kurumak” öyküsündeki başkarakterin ismi de Bilge’dir. Topal Koşma’da yer alan “Susuz III” ve “Susuz VII” öykülerinde de burada olduğu gibi Ahmet isimli karakterler vardır. Bunların aynı kişiler olduğu kesin değilse de kişilik özellikleri ve hayata bakışları arasında büyük benzerlikler söz konusudur. Bu sebeple Meriç’in öykü kişilerinin eserleri arasında gezinen birer gezgin olduğu söylenebilir.
Nezihe Meriç’in eserleri ve edebiyatımızdaki öncü rolü üzerinde yeteri kadar durulmamışsa da 2019, Nezihe Meriç edebiyatının konuşulması açısından verimli bir yıl oldu denebilir. Bursa Nilüfer Belediyesi, bu yılın yazarını Nezihe Meriç olarak belirlemişti ve yapılan çeşitli etkinliklerle Meriç’in adı daha fazla duyulur oldu. Umarız bu görünürlük, okur nezdinde de etkili olur ve Nezihe Meriç, edebiyat tarihimizde ismi daha çok anılan bir yazar hâline gelir.
Sibel Yılmaz
[1] Behçet Çelik, Nezihe Meriç’in Öyküleri: Yeni Hamura Yeni Tekne, https://t24.com.tr/k24/yazi/nezihe-mericin-oykuleri,1806
[2] Bak: Nezihe Meriç, Toplu Öyküleri I: Bozbulanık, Topal Koşma, Menekşeli Bilinç, (7. Baskı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.
[3] Jale Özata Dirlikyapan, Kabuğunu Kıran Hikâye: Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı, Metis Yayınları, İstanbul, 2010.
[4] Nil Sakman, Bozbulanık’tan Korsan Çıkmaz’ına Nezihe Meriç, https://t24.com.tr/k24/yazi/bozbulaniktan-korsan-cikmazina-nezihe-meric,1799