501-272.jpg

Edebiyatın büyük ustası Leylâ Erbil, dünyaya veda etmeden birkaç yıl önce başyapıt niteliğinde bir roman armağan etmiştir bizlere. Adı Kalan’dır bu armağanın. Geçen ömrün insan ruhunda bıraktığı bir avuç anı-zamanın, arınmışlığın ardında kalan öz’ün adıdır bence Kalan.

Leylâ Erbil’in dâhil olduğu 1950 kuşağının yeniden yükselişe geçtiği ve nitelikli edebiyatın fark edildiği bir dönemdeyiz. Zamanın yüreğinden geçip yeni bir solukla doğdu Kalan. Kalıcı bir ses; “baki kalan hoş bir seda” gibi.

Leylâ Erbil, Kalan’da novella türünün anlatım olanaklarını deneyimliyor; kısa anlatımlarla, az sözcükle yoğun anlamlar yaratıyor. Metnin anlam zenginliğine ulaşabilmek, alt anlamları ve göndermeleri çözmek, sıkı bir okuma çabasını ve yapı sökümcü bir çalışmayı gerektiriyor. Metnin içinde katman katman açılıp zenginleşen çoğul anlamlar, başka metinlere göndermeler yoluyla açıldıkça yeni anlamlarla genişleyen muhteşem bir yazın evreni oluşuyor; zihin kuşları bu evrende özgürce kanat çırpıyorlar.

Kalan, iyice yaşlanıp ölümün kıyısına yaklaşmış, direngen bir kadın yazar olan Lahzen’in bilincinden geçenler üzerinde yükseliyor. Kalan metni, bilinç akışı tekniğinin başarılı bir uygulamasını oluşturuyor; bilinç akışı novellanın az sayfalı yapısı içinde zengin anlamlar yaratıyor. Yüzlerce sayfada bitirilemeyecek pek çok konu, olay ya da olguya, bilinçte sürekli akan anımsama ve düşünme süreçleri aracılığıyla değinilerek, metnin anlam ve anlatım olanakları çoğaltılıyor. Böylece Leylâ Erbil, novellanın bilinç akışı tekniğiyle uyumlu birlikteliğinden yepyeni deneyselliklere açılıyor. Yazarın, “metni deneysel olmaya zorlayan içeriktir.” sözünü anımsıyoruz okurken. Romanın şimdiki zamanında Lahzen’in zihni, ileri geri sıçramalarla zaman ve mekânları aşıyor. Çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa Lahzen’in ömründen uzun bir zamanı izliyor; iç labirentlerindeki karmaşaya, geçmişle hesaplaşmalarına tanık oluyoruz.

Leylâ Erbil’in diğer yapıtlarındaki gibi Lahzen de entelektüel, iç dünyası zengin, ileri görüşlü, devrime ve sosyalizme inanmış, farklı, sıra dışı, “yarı deli” bir kadın karakter. Lahzen, edebiyat-hakikat ilişkisini de sorguluyor ve yazma süreçlerini kapsayan yaratıcılığın kökenlerini irdelemeye çalışıyor. İlaçlarla zihninin uyuşturulup düşüncelerinin durdurulmak istenmesinden yakınan Lahzen bu olgunun yaşlılık ve ruhsal sorunlarla ilgili gerçek boyutunu dile getiriyor. Asıl yazar Leylâ Erbil,  düşüncelerin durdurulmak istenmesini aynı zamanda bir metafor olarak kullanıyor; yazarlara yönelik düşünce yasaklarını ve sansür mekanizmalarını gösteriyor; onun yanı sıra egemen güçlerin toplumsal belleği yok etme çabalarını. Lahzen’in direnişi dikkat çekiyor; ilaçlarını almamaya, verilenleri gizlice atmaya çabalıyor. Bu durum, dışarıdan verilen, dayatılan, belleği uyuşturan, yaratıcılığı durduran tüm unsurlara yazarın direnişidir.

Osmanlıcada göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zaman anlamına gelen lahze’den yazarın yarattığı Lahzen sözcüğünün çağrışımları etkileyici. Hem ömrün kısalığını hem de içindeki zen(kadın) hecesiyle yazarın başka bir kahramanını; Zenîme’yi çağrıştırıyor. Lahzen, anımsama ve yüzleşmelerle dolu düşüncelerini sürdürmek istiyor; okura ve kendine sesleniyor, kendisiyle yüzleşmeye çalışıyor. Metinde yer yer Lahzen’in bilincinin yarıldığına tanık oluyoruz; birinci kişiden ikinci kişi anlatımına geçen anlatı metni, arada bir üçüncü kişi anlatımına dönüşüyor. Lahzen’in bilincindeki yarıklardan dünyayı, yaşamı, insanları yeniden gözlemliyoruz. Bir ara Lahzen’in bilincinden geçerek, kocası Sabit’in bilinci içine giriyor, onun saydamlaşan zihnini okuyoruz. Lahzen’in ironik, kara mizaha açılan anlatımı içinde Sabit’in bilincini gösterme yoluyla, Leylâ Erbil’in yine harika bir kurgu oyunu yarattığını fark ediyoruz.

Toplumsal mücadele yıllarından arkadaşı ve eski sevgilisi Zeyyat da Sabit’le Lahzen’i ara sıra ziyaret eder; Sabit durumdan rahatsız değilmiş gibi görünür, dostça davranır ama Lahzen’in bilinç kapısından onun bilincine aktığımızda durumun farklı olduğunu görürüz.

1390.1

İstanbul, tarih, çok kültürlülük izleğini Üç Başlı Ejderha’daki gibi Kalan’da da yoğun işliyor Leylâ Erbil. Kitapta tarihin akışıyla Lahzen’in bilinç akışı bazen birbirine paralel, bazen karmaşık olarak ilerliyor. Lahzen’e göre yazmak, çocukluğun anlam kuyusuna inmekle başlar. O da doğup büyüdüğü mekânlardaki yaşanmışlıklarda tarihsel zamanın izlerini görüyor. Tarihin, eğitim sisteminin ironisinden sonra birçok edebi metnin yoğun anlamlarına geçiyor. İlkokuldaki sınıfında sosyal yaşamı, kültürel-sınıfsal farklılıkları keşfediyor Lahzen. Kardeşlik duygusunu Musevi Rosa’da, çocukluk aşkını Rum Vangel’de yaşıyor. Eski mekânların ruhunda bıraktığı izlerin yazma süreçlerine etkilerinden söz ediyor. Oğuz Atay, Tevfik Fikret, Refik Halid… ve novella boyunca pek çok yazar ve esere atıfta bulunuyor.

Mahalle aralarından canlı, unutulmaz insan manzaraları, ilginç tipler, sıra dışı ilişkiler, danslar ve kültürlerin sarmaşması; hakikatin gizli özünün çocuklukta yakalanması dile getiriliyor. Kalan’da 6-7 Eylül’deki yıkım ve yağma bir tragedya olarak tüm çarpıcılığıyla anlatılıyor; sonrasında Lahzen’in ilk aşkı Vangel İstanbul’dan göç ediyor ailesiyle.

Bilinç akışı ve sıçramalarla akan zaman… İroni sarmalında çoğalan şiirsellik… Zamanın düz bir çizgi olduğu yanılsamasını kıran muhteşem bir bilinç akışı izliyoruz Lahzen’in zihninde. İstanbul’daki mekânlarda tarihin izini sürerken, şimdiki ânın içinde yaşayan geçmiş zamanlara, hem bireysel hem de toplumsal açıdan tanık oluyoruz. Metinde bilinç akımı; görüntü, ses, imge, düş, düşünce akışını kapsıyor. Bilinç, uzam-zaman’da ileri geri akıyor. Bilinç akımıyla kırılan zamanların anlatımı, geniş bir yazınsal ifade olanağına zemin hazırlıyor; bir ufuk açılıyor yazarın ve okurun önünde. Saydamlaşan bilincinde Lahzen’in pek çok bireysel ve toplumsal gerçeği dillendirdiğini okuyor, görüyoruz. Çağrışımlar, anımsama süreçleri, sorgulama, yüzleşme, geçmişle hesaplaşma anları romanın şimdiki zamanını oluşturuyor.

Lahzen’in bilinç akımı, psikolojik-bireysel akış olarak sürerken, yanı sıra tarihsel zamanlar, sosyal olaylar, toplumsal değişmelerin akışı sürüyor. Bireyin yaşantıları ile sosyal yaşantılar aynı bilinç akışının içinde yer alıyor. Bu akışta toplumsal yaşamın bir panoraması var. Bizans surlarının gölgesinin düştüğü tarihi zamanlar, mitoloji, felsefe, eski mekânlar, farklı kültürler,  2. Dünya Savaşı günleri, siyasi cinayetler, devlet, iktidar ve din adına cinayetler, bağnazlık, eşitsizlik,12 Mart, 7 TİP’li gencin öldürülmesi, 12 Eylül, işkenceler… Olaylar karmaşık bir zihin akışı halinde sunulurken, kahramanı aracılığıyla toplumsal bellek yitimine karşı yazınsal/yaşamsal bir direniş ve vicdani duyarlılık oluşturmanın, yazarın asıl amaçlarından biri olduğu dikkat çekiyor.

Çocukken Lahzen, annesi, ablası ve dayı dedikleri garip bir adamla, Fener’de bahçeli, ahşap bir evde yaşar. Bahçedeki ağaçları, çalıları, eski sarnıcı, çakıl mozaiklerini unutamaz. Sarnıçtaki ölü suda ego’lar yaşar küçük Lahzen’in düşlerinde. Renkli, hareketli, sıra dışı, modern bir kadın olan annesi, farandola dansı yapmadan önce bir ritüel gibi sarnıcın kapağını ayağıyla itip açar; içinden ego’lar çıkar. Bahçede başka düşsel varlıklar da yaşar. Kalan’da ara sıra Kafkaesk atmosfer çöker sayfaların üzerine. İshak adlı horozlarını gözleri önünde vahşice kesen dayıdan ömrü boyunca nefret eden Lahzen, yıllar sonra safra kesesi ameliyatı olduğunda tıbbın açıklayamadığı, horozibiği rengi bir tortu aldırır. Çocukken tanık olduğu vahşetten kalandır o. Metinde karnavalesk bir sahne vardır ayrıca; bu sahne annenin “farandola” dansı çevresinde döner.

Din ve mitlerdeki kurban olayını sorgulayan Lahzen, Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’sinde ele aldığı Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etme girişimini, Kierkegaard üzerinden sorgulayarak ‘varoluş’ sözünü ilk kullanan bu filozofun, kurban olayını Protestan bakış açısıyla yorumlamasına dair akıl yürütür. Tarih boyunca dünyada din adına işlenen cinayetleri, Sivas kıyımı, Hizbullah cinayetleri gibi toplumsal olayları anımsar. “Hayat geriye doğru anımsanır; ileriye doğru yaşanır” diyen Kierkegaard, bireysel zaman fikrini de ortaya atmıştır; Kalan bir anlamda toplumsal zamana bakan bireysel zamanın metnidir.

Kalan’da düzyazı yapı bozumuna uğruyor, paragraflar dağılıp dizelere dönüşüyor; sayfalar sonrasında dizeler yeniden paragraf düzenini alıp satırları oluşturuyor. Metin sürekli dağılıp toplanarak, yaşamın kendi gerçekliğine benzer bir oluşum sergiliyor. Düzyazının çözülüp şiirselleşmesi olgusunun doğal ve kendiliğinden gerçekleşmesi, metnin sürekli çözülüp toplanması, çözülüşlerde bilinç akışının, anımsama ve yorumlama süreçlerinin hız kazanması, metnin akışı açısından etkileyici. Diyaloglar ve tiyatro izlenimi uyandıran konuşmalar metne ayrı bir hareket kazandırırken, iletişimsizliğin ironisini gerçekleştiriyor.

Kalan’ın bir boyutu ölüme açılıyor; Lahzen’in irmik helvası yaparken Sabit ve Zeyyat’la konuşması esnasında ölümün parodisi gerçekleşiyor. Eriyen tereyağı ve irmik helvası; yaşamın tükenişini ve ölümü gösteren geleneksel birer simge olarak yer alıyor.

Her şeye karşın umudun, devrimin, düşler ve ütopyanın sonsuz gücünün sezdirilmesiyle bitiyor sayfalar. Lahzen’in bilinç akışının ve olayların sürüyor olmasının, yaşamın sürerliliğiyle örtüşen bir hakikat oluşu kaplıyor bilincimizi.

Yine dopdolu, çoğul anlamlı, senfonik yapılı, sıra dışı, özgün, deneysel, yaratıcı bir Leylâ Erbil anlatısı ve edebiyatta ölümsüz kalacak bir eser Kalan.

Hülya Soyşekerci