Emre Şahinler: Lupoc’un bireyi dünyayla yüzleştiren, toplumsal dokulara temas eden ve hiçleyen bir üslubu var. Toplumsal normların etkisi altında kalan modern bireyin yaşadığı ikiliği tasvir eden yeni bir biçem Lupoc. Sizin için Lupoc nerede?

Erkut Tokman: Benim için Lupoc, kendi kitaplarım arasında gerek şiir dili gerekse şiir biçemi olarak apayrı bir yerde duruyor. Lupoc benim şiirimde ciddi bir kırılma noktası. Bu kırılmaların nereye kadar gittiğini ya da gideceğini sonraki çalışmalarımda göreceksiniz. (Örneğin O’nun şiirlerinde). Anlamı, imgeyi, biçemi vb. hiçlikten, sonsuzluktan, sonsuz bir üç boyutlu düzlemden kağıda taşırken; içsel olarak ezoterik, ruhbilimsel bir oylumdan dışsal olarak metafizik, uzaysal ve bilim kurgusal alanlara kadar uzanan ve somut olarak bilimsel gerçeklerden toplumsal zeminlere inişler yapan, sürekli kendi içinde sonsuz bir enerji ile devinen bir metin yaratmaya özen gösterdim. Bu anlamda formun (biçemin) da (de) devinip sürekli değiştiği bir görsel boşluk imledim. Burada formun (biçemin) bu görsellikten konuştuğunu, görsel alanı imlediğini dolayısıyla görsel bir imgeyi klasik dilin alanına sokarak onunla bütünleştiğini görüyoruz. Bu aynı zamanda uzamsal boyutu olan bir algı derinliğini okumanın ve şiir dilinin içine katıyor. Burada derinliğin uçuna doğru ilerledikçe zamansal ve mekansal anlam ters orantılı yitmekte; kendini boşluktan yeniden doğuran bir içsel devinime sürüklenmektedir: Bu sezgiye ve sezgiden damıtılan yepyeni bir gerçeklikte kendini dönüştüren bir şiirin doğduğu yerdir. Yüzleşme, toplumsal dokuyla temas da bu bağlamda; çeşitli düzlemler arasındaki geçişlerde mevcuttur: Siyasal düzlem, toplumsal düzlem, çevresel ve doğasal düzlem, uzaysal düzlem, matematiksel düzlem vb. gibi düzlemler arasında ince belirsiz geçişler ve kaynaşmalar; akışkanlık söz konusudur. Bütün bunlar bu dünyanın ve toplumun gerçekliklerinden doğan derin sızıların ve yaraların çatlaklarından sızan kanamalardır. Lupoc bu yaralara yapılan bir pansuman mıdır? Bir merhem midir? İyileştirici midir? Buna kesin cevap vermek çok zor olsa da böyle bir istem şiirin düşünsel altyapısında inceden inceye saklıdır. Burada belki bilinçdışı gizli saklı bir önerme söz konusudur. Bu önerme aynı zamanda uzaysaldır. Zamanın ve şiirin dili Lupoc’u okuyucuda yeniden yaratıp çoğaltabilir. Gözardı edemeyeceğimiz bir yokoluşa karşı bir umut ve isyan çığlığıdır Lupoc. Eleştirel düşünce ve sezginin kendi dili içinde yoğuştuğu akışkan ve sürüklenen bir şiir bulutundan boşanan bir sağanak; şiddetli ve gök gürültülü bir yağmur ve onun da ardından gelen uzun bir sükut ve sessizlik gibi… Pek çok şey akla getiriyor…

Lupoc bize kentli bireyin milenyumun getirileriyle hapsolduğu mecradan sesleniyor; gri duvarlardan, etrafı tellerle örülü rezidanslardan yükselen bu ses için monolog diyebilir miyiz?

Evet bir bakıma iç monologlar var diyebiliriz. Çünkü Lupoc vicdanın sesi gibi içimizde devinen, akan bir şiir. İçinde başka başka vicdanlar barındıran ve bunların toplamında koca, büyük bir vicdanın sesini haykıran -bu dünyanın- en geniş anlamıyla -bu evrenin- vicdanı gibi. Evrenin karnında genişleyen yeni bir doğumun, bir patlamanın enerjisi. Başka başka vicdanlar barındırıyor aynı zamanda: İnsan olmanın, siyasi olmanın, dünyasal ya da toplumsal olmanın… Dilsel bilincin, inançsal ya da mistik olanın da peşinden giden, devinen, bir nehir misali akışkan bir ruh kütlesinin zihne, bedene, hayata ve ruha sürüklenen yansımaları bunlar. Belki hayata, şiire ve insana sunulan bir ritüel. Hapsolunan şeylerden kurtulmayı istiyor Lupoc. Özgürlüğü istiyor; mutlak bir özgürlük olmadığını bile bile daha çok özgürlük istiyor. Bizi tutsak kılan her şeyden yana anarşist ama bir o kadar da estetik, akışkan, bilinç düzeyleri arasında dalgalı ve temkinli yeni bir dili var onun.

Eski yazılarımda da bizi lirizm kapanından kurtaracak şiiri beklediğimi söylemiştim. Yenilikçi ve cesur şiirlere ihtiyacımız var. Mırıldanan ve homurtularıyla bende kasvet yaratan eskicil biçemden rahatsızım. Bana katılıyor musunuz?

Lirizm, şiirde gerekli bir şey ama lirizmin nasıl kullanıldığına bağlı bir şey bu aynı zamanda. Lirizmin tuzağına her şiir yazan şair düşer maalesef çünkü her şair şiirindeki bu lirizm oranının dengesini arar bir bakıma yazarken. Çok aşırıya kaçarsa ya da hiç olmayacak kadar anlamsızlaşırsa ya da duygudan tamamen arınırsa da ne kadar şiir olabilir? Şiirde bir lirizm kapanı var mıdır? Şiir duygu dökümü değildir denilen yaygın, şairlerde, ağızdan ağıza dolaşan bir genel eleştiri vardır. Şiirin, anıların; kişisel yaşantı deneyimlerin içinden dile gelen; lirik ve estetik kaygıların da dilde gözetildiği; olgun ve doğru bir türkçeyle güzel anlatımın da bu bağlamda şiirdeki dışavurumu ne kadar gereklidir? Bugün bunu yapan çok şair var. Ben bu tür deneyimlerin, bir kitabın içinde belli ölçülerde ölçülü ve dengeli kullanımının çok büyük bir handikap getireceğini düşünmüyorum ama bunlarla işgale uğramış şiir kitapları var. Bunun yanında şairin bazı aidiyetleri ve kimliklerinin var olduğunu gözardı edemeyiz: Anne, baba, oğul, ailesel, siyasi ve toplumsal vs. Bu kimliklerin ve aidiyetlerin içinden şiire bakan bir dilde de duygusal olarak anlatı şiir geleneğinin vb. başka unsurlarından da yararlanıp lirizmle yoğrulan kitaplar, şiirler; siyasal ve toplumsal bir dönemin özeliklerini, acılarını, sevgilerini, aşklarını yansıtıyorlar. Bu tür şiirleri okumaktan bıktığımız doğrudur. Bu şiirler şiirsel bir hafızanın oluşmasına, hatta ulusal anlamda bir şiir kültürünün ve geleneğinin oluşumuna katkı vermiş olmalarını da yadırgayamayız ya da yadsıyamayız. Bütün bunlara rağmen yepyeni bir şiir anlayışına, şiir dilinde yepyeni alanlar açmaya ihtiyacımız var. Varolan şiirsel hafızaya ve kültüre; genenekselden çağdaşa kuşaklar boyu sisteme, hep aynı şeylerle kirletilen bir kanı sürekli pompalarsanız bir süre sonra zehirlenme başlar. Türk şiirinde de olan budur. Bu Türkiye’de dergiciliği de öldüren; okuyucuyu da şiirden uzaklaştıran; sunileştiren bir açılım yaratmıştır. Bu tür şiirlerin devrinin tamamlandığını söyleyebilir miyiz? Belki de. Ben sadece klasik bağlamıyla yalnızca şiirin değil, tiyatronun da artık bugünün gereklerini karşılamadığını çoktan beridir görüyorum. Onlar artık bir zaman yazılmış ve o zaman için değerli, bugünkü kuşaklar için geçmişi anlayarak bugünü dönüştürmeleri bağlamında -yeniden yana diyelim-bir örneklem, bir ziyaret alanıdırlar ama yeni şiirin bunların tekrarından, yüceltilmesinden, az çok ufak değişikliklerle yeniden yeniymiş gibi sunulmasından ve pazarlanmasından çok beslenebileceğini düşünmüyorum. Bu bizi apaçık var olan şiirin tekrarına, dönüp dolaşılıp hep girilen aynı şiir patikalarına, sözde orjinal sanılan tekrarlı eski söylemlere, lirik ve estetik mükemmellik adına damıtılan elit bir dile ve şiire götürüyor… Bu, şiirin düpedüz sürüklendiği yalnızlığıdır: Böylece ister istemez kurulan tuzaklar samimiyetsiz geliyor okuyucuya; dolaysıyla şiirin de şairin egosundan ve gösteriş vitrini olmasından kurtulması gerekiyor. Lirizm de bu egonun ve gösterişin bir aracı haline gelebiliyor. Lupoc bütün bunlar bağlamında alternatif bir şiir ve şiir dilidir.

Sentetik şiirin alıcısı çok maalesef. Okur tabanında birleşeceksek vasatı kabul etmeli miyiz? İyi şiir için okurunda şiir üzerine mesaisi olmalı mıdır?

Bunun için şunu söyleyebilirim. Okuyucu da kandırılıyor. Bize iyi şiir diye pazarlanan, parlatılan şair ve şiirleri sorgulayacak, bunların hayatındaki karşılığını araştırıp ne olduklarını deneyimleyebilecek, eleştirel bir gözle bakıp değerlendirmesini yapacak; böylece okumayı, şiirsel hafızayı, düşünmeyi vb. zenginleştirme edimlerini gerçek bir okuma kültürüne dönüştürerek onu hayatının bir parçası haline getirip içselleştirecek bir oluşumun okullardan başlayarak ciddi bir temel eğitimin içinden filizlenerek verilmesi gerekiyor. Bunun da ötesinde bunlara eşlik edecek aileiçi bir eğitimin ve tabi ki daha da etkin bir bileşen olarak toplumsal hayatın içindeki okuma kültürünün sorgulanarak yeni bir anlayışla yayılmasını destekleyecek politikalar gerekmektedir. Bu noktada bütün bunlar; kültürel kurumlar ve kimlikler dahil; akademik çevreler, özel teşebbüsler ve kültürel devlet politikaları vb. vasıtasıyla yaygınlaştırılabilir.. Bunların da ötesinde, mevcut kültürel medyayı, kültür kurumlarını, yayınevlerini yöneten kişilerin de şiire, edebiyata bakışları sorgulanması gereken bir gerçeklik Türkiye’de. Bu bağlamda edebiyat ve şiir eleştirmenlerinin -sadece bu işi yapan bir neslin- yetişmesini önemli buluyorum. Bunun da ötesinde akademik çevrelerin, yani üniversitelerin Dilbilim, Edebiyat ve Çeviri bölümlerinin de bu bağlamda aktif olarak edebi hayata katılmasını, edebiyat eleştirisi ve eleştirel okuma kültürünün oluşmasını yaratmadaki rollerini önemsiyorum. Bugünkü medyatik kültürün bize sunduğu çok okunan listeleri vs. suni ve ortalama vasat bir okuyucu profilini aşmayan bir yapılanmanın alt yapısını bize önerirken buna uygun yazarları, şairleri parlatıp vitrinlere sürüldüğünü görüyoruz. Vasat olanı değiştirecek olan dinamik moment bu alternatif kültürün oluşturulmasına ve bu bağlamdaki eleştirel aklın gelişmesine bağlıdır. Şiiri sevdirecek gerçek bir okuma kültürü oluşturulabilirse; özenle ve ciddiyetle; sosyal medyanın ve diğer medyanın yönlendirmesi dışında özgür iradesiyle seçip karşılaştırmalı okuyabilen bir okuyucu profili oluşabilirse; belki gelecekte farklı bir kültürel hafızadan ve dilden doğan bir toplumun içinde farklı kitaplar ön plana çıkacaklar ya da yazılacaklar. Ütopik de olsa güzel bir hayaldir bu.

Şair her kitabında kendini tasfiye etmelidir. Beş yıl önceki şiirlerim bugün yazdıklarımdan farklı olmalı diye düşünüyorum. Her kitabımda kendimi tasfiye edemiyorsam şiirde pek bir yok kat edememişimdir. Çünkü yok ediş, yeni bir bakıştır. Sizce Lupoc bir tasfiye midir?

Lupoc ciddi bir kopuş. Bir kırılma. Büyük bir çatlak. Deprem getirecek bir çatlak. Bende sarsıntılar yaratan bir kitap. Depremlerden sonra bir toparlanma ve yeniden inşa süreçleri başlar. Şiirim Lupoc’dan sonra bambaşka noktalara gitti, gidiyor. Bunun bundan sonra nereye kadar, ne noktaya kadar gidebileceğini de az çok görüyorum ve bu yeni dili -özellikle görsel- yeniden yaratıyorum. Bu bağlamda yazılan O’nun şiirleri var. Onun şiirler’inden önce ise Lupoc’dan sonra yazılmış bir kitabım daha var. Bu kitap da sanırım 2021’de okuyucu ile buluşacak ama bu sefer tam bir şiir kitabı değil bu. Şehirlerle Yanar Dünya ile Lupoc arasında yazılmış ve %70’i bitmiş iki kitap daha bende sonlanmayı bekliyor. Tabi bu kitaplar Lupoc öncesi yazıldığı için daha klasik ve ara dönem bir şiir anlayışının parametreleriyle örtüşen yanlar taşıyorlar ama bunlardan da en az birini 2020’de tamamlamayı hedefliyorum. Belki ikisini de tamamlarım. Burada kitapların tarihsel dizimi önem taşıyor elbette. Şair her yeni kitabında bir diğerini aşmalıdır. Buna kesinlikle katılıyorum. Tasfiye etmeli midir? Edebilir de. Bu kadar büyük cesareti olan şairler elbette vardır; olacaktır. Lupoc’da bütün şiirimi red eden bir tasfiye yok ama ciddi bir sıçrama ve kopuş var. Lupoc zengin baharatlı yeni bir yemek gibi bize sunulan, daha önce hiç tatmadığımız, içinde pek çok unsuru barındıran, lezzetli olduğunu düşündüğüm bir uzun şiir. Tadının da zihne, ruha, yaralara, insana iyi geldiğini, onu silkeleyip kendine getirdiğini, belki de sarstığını, ona ben nerdeyim, kimim, ne yapıyorum, nereye gidiyorum? vb. gibi temel insani ve felsefi soruları sordurtarak içinde birşeyleri kışkırttığını düşünüyorum.