Egon Friedell’in “Antik Yunan’ın Kültür Tarihi” yapıtında, yazar Theophrastos’un (tanrı dilli anlamındadır) “Karakterler” adlı eserinden söz edildiğinde, otuz küçük portreden oluşan ve dünya edebiyatının en etkili metinlerinden biri olan bu eseri incelemek istedim. Atina toplumunun tipolojisini çıkarmaya çalıştığı ve bütün karakterleri ince ayrıntılarla işlediği eseri, Dost Kitabevi Yayınları tarafından (1998) Candan Şentuna’nın Yunanca aslından dilimize çevirisiyle okurla buluşturulmuş. Bu yazı aracılığıyla tek baskı yapmış ve baskısı tükenmiş olan, -ödünç aldığım- bu kitaptan uzunca söz etmek isterim.

“Çeviriye Not” bölümünde yazarın özgeçmişiyle başlıyor kitap: Asıl adı Tyrtamos olan Theophrastos, İ.Ö. 372’de bir Aiol Lesbos (İyonya, bugünkü Lesvos/Midilli Adası) kenti olan Eresos’ta doğmuştur. Eğitimine kendi yurdunda başlamış, Atina’da devam etmiştir. Platon’un Akademia’sında okumuş, ardından Aristo Lykeion’da ders verirken onun okuluna gitmiştir. Aristo, bu -en ünlü- öğrencisine önce Euphrastos (güzel konuşan) sonra bunu biraz daha abartarak Theophrastos (tanrı gibi konuşan) demiştir. Aristo, Khalkis’e sığınmadan önce okulun başına onu geçirmiş ve kitaplarını da ona bırakmıştır. Otuz beş yıl Lykeion’un başında kalan Theophrastos’un yaklaşık iki yüz kitap yazdığı söyleniyor. Bazı kaynaklara göre seksen beş, bazılarına göre doksan dokuz ya da yüz yedi yaşına kadar yaşamıştır. Ölüm döşeğinde yaşamın kısalığından yakınmıştır. Metafizik, etik, politika, hukuk, ruhbilim, retorik, sanat, fizik, zooloji, botanik, bilim tarihi, felsefe tarihi alanlarında yapıtları vardır. Geniş fragmanlar dışında bugüne ulaşan kitapları Bitkiler Üzerine Araştırmalar, Bitkilerin Nedeni ve Karakterler’dir. Karakterler’in Yunan edebiyatında daha önce görülmüş örneği yoktur. Komedya Üzerine adlı yapıtından alınmış metinlerden bir seçme mi, etik yapıtlarında kullanılmak üzere derlenmiş malzeme mi, retorik derslerinde öğrencilerine vereceği örnek betimlemeler mi olduğu konusunda net bir bilgi yoktur ancak bu görüşlerin her birini savunanlar vardır. Yapı bakımından tekdüze olan yapıtta onun muzip gözlemci özelliği öne çıkmaktadır.

“Metnin tarihi” bölümünde söz edilenlere göre, eserin parçalı yapısı bir oturuşta kaleme alınmadığını düşündürmektedir. İ.Ö. 319’da yazıldığı neredeyse kesindir, en azından buna yakın yıllarda yazılmıştır. Theophrastos, hocası Aristo’nun emanetleri ile birlikte kendi eserlerinden oluşan edebiyat mirasını öğrencisi Neleus’a bıraktığında, bu miras onun çocuklarına geçmiş ve eser, İ.Ö. 2. yüzyıla kadar çoğaltılmamış elyazmaları arasında kalmıştır. Bergama Kralı, İskenderiye kütüphanesine rakip olacak kütüphaneyi kurarken (Antik çağlarda uygarlıklar en zengin kitaplığa sahip olmak için yarışıyorlardı!) her yerden kitap toplatıyordu. Neleus’un mirasçıları ellerindeki değerli hazineyi kaptırmaktan korkarak bir mağaraya sakladılar. Ne var ki bu mağarada unutulan eserler nem ve kurtların kurbanı oldu. İ.Ö. 2. yüzyılın sonunda Teos’lu Apellikon elyazmalarını satın alarak birer kopyalarını çıkardı ve fakat bu kopyalar çok hatalıydı. Önce Atina’ya oradan da Roma’ya geçen kopyaların aceleyle hazırlanmış, gözden geçirilmemiş yeni kopyaları, bozuk parçaların ve yer değiştirmelerin başarısız düzeltileri ile çoğaltıldı. Hristiyanlık çağında klasik yazarların yapıtları üzerinde yapılan kısaltmalardan Karakterler de nasibi aldı. Bizans çağının ilk yüzyılında eser bir hayli tutulmuş olmalı ki pek yerinde olmayan bir önsöz ve sahte ahlak dersi eklemeleri yapılmıştır. Çünkü Bizans çağında Karakterler, okullarda ahlak dersi olarak okutulmaktaydı. Bu eklerin genel havası ve üslubu düşünüldüğünde İ.S. 6. yüzyılda yazıldığını düşündürmektedir. Karakterler, Ortaçağ’da çoğaltılarak üzerinde çalışılmıştır. Elimizdeki en eski elyazmaları 10. yüzyıla aitken, en yeniler Rönesans ve matbaa başlangıcıyla çağdaştır. Metnin Latince çevirisiyle birlikte ilk modern baskısı 1527’de yapılmıştır. Daha sonra 1552, 1592, 1599’da kapsamlı baskıları yapılmıştır. Eserde eksik olan iki karakter 1786’da Vatikan kütüphanesindeki bir elyazmasından ortaya çıkarılmıştır. On üç karaktere de önemli ekler getirmiştir. Yeni eklentilerin, eserin özgün bölümleri mi, sahte eklemler mi olduğu tartışmaları başlamıştır. 1834-1836 yıllarındaki incelemelerden sonra Vaticanus’un eklentileri benimsenmiştir. Karakterler’in metni tamamlanmış olsa da üzerinde daha yapılacak çok iş vardır.

Eski metinler elimize ulaşana dek bütün düzeltme aşamalarından geçen eserde yer alan otuz karakter şöyledir: Sinsi, Dalkavuk, Geveze, Köylü, Koltukçu, Arsız, Çalçene, Palavracı, Beleşçi, Pinti, Edepsiz, Münasebetsiz, Güvensiz, İğrenç, Görgüsüz, Özentili, Hasis, Gösteriş Budalası, Kibirli, Korkak, Oligarşi Yanlısı, Geçkin, Fesat, Namussuzun Yardakçısı, Fırsatçı.

Kendisine ait olup olmadığı kesin olmayan önsözde; (ki bu noktadan sonra açıklamalar, eklentiler, fazlalıklar, eksiltmeler, boşluklar sayfa sonu yerine kitap sonunda verilen dip notlar aracılığı ile ilerlemiştir metin. Bu durum okumayı güçleştirse de kitabın yeni basımlarında giderilemeyecek bir eksiklik değildir. Öte yandan karşılaştırmalı okuma yapabilmek için metnin kaynak dildeki baskısına da yer verilmiştir.) “Yunanistan aynı göğün altında bulunduğu halde ve bütün Yunanlılar aynı eğitimden geçtiği halde, acaba neden hepimiz aynı karakterde değiliz. Erdemlilerle kusurluları dikkatli bir karşılaştırmadan geçirdikten sonra, her birinin davranışını yazmam gerektiğini düşündüm. Bu yazılar çocuklarımıza miras bırakılırsa, saygın insanlarla birlikte olmayı, onlarla zaman geçirmeyi tercih edecek olan çocuklarımız sanırım daha ahlaklı olacaktır. Önce sinsilik yapanlardan söz edeceğim. Öteki ruh durumlarını da, tasarladığım gibi, sınıflandırarak anlatmaya çalışacağım,“ der özetle Theophrastos.

Karakterler’in önsözünün düzmece olduğunu ve yanlış bilgiler verdiğini öne süren görüşler vardır. “Onun akıcı ve tutarlı tarzına ters düşen yanları bir yana, Yunanistan’ın tekdüze iklimi, Yunan halklarının aynı eğitimden geçmesi, yazarın yaşı konusundaki bilgiler yanlıştır, ayrıca yalnızca kusurları ele alan, erdemlere hiç değinmeyen kitabın içeriğiyle de çelişmektedir,” görüşüne dipnotta rastlıyoruz. Yine dipnotlar aracılığı ile yazarın bazı karakterleri iki ya da daha fazla tipe ayırdığını görürüz. Kimi karakter özellikleri birbirine çok benzerdir ya da iç içe geçmiş durumdadır. Karakter tipleri dönemin yaşantısıyla örneklendirilmişse de günümüzde birebir karşılığını bulmamız güç değildir, gülümseyerek okuruz. Böylece Antik Yunan insanlarının siyasal, daha çok da sosyal hayatlarına ilişkin; örneğin ibadetleri, şenlikleri, kadınlar ve çocukların genel olarak erkeklerle birlikte yemek yemediği gibi bilgileri de ediniriz. Friedell’in dediği gibi “Yunanlı sanatçıların, gerçekleştirmek bir yana bugün tasavvur etmekte bile zorlandığımız şeyleri nasıl bildiklerini düşünmekten başka bir şey gelmez elimizden.” Şimdi sırasıyla yalnızca olumsuz davranışlarıyla ele alınan karakter özetlerine göz atalım…

Sinsi
Sinsi

SİNSİ: Sinsilik söz ve eylemlerde alttan almak diye düşünülse gerek ama sinsi insan düşmanlarıyla karşılaştığında nefretini gizleyip onlarla sohbete dalar. Arkalarından kuyu kazdığı kimselerle yüz yüze geldiğinde onları över. Haksızlığa uğradıkları için öfkeden köpüren kimselerle sakin sakin konuşur. Yaptığı işlerin hiçbirisini açılamaz. Bir şey duyunca duymadığını, gördüğü halde görmediğini, konuştuğu halde anımsamadığını söyler. Kısacası şöyle konuşmakta üstüne yoktur: “İnanmıyorum, sanmıyorum, şaşırıp kaldım kardeş” ve “sana mı inanmayacağım, ona mı suç bulacağım, bilmiyorum; aman dikkat et, gözü kapalı kanmayasın.”

Dalkavuk
Dalkavuk

DALKAVUK: Öyle bir insandır ki birinin yanında yürürken şöyle der: “Farkında mısın, herkes sana bakıyor? Dün de Stoa’da (Agoradaki sundurmalardan biri, filozofların buluşma yeri) seni övüyorlardı. Senin adınla oturup senin adınla kalktılar.” O konuşurken başkalarını susturur, dinleyeni över ve her durakta “bravo” diye ortaya çıkar. Yemek yerlerken, şarabı ilk o över ve şöyle der: “Ağzının tadını bilirsin.” Dostlarından birine giderken, önden koşarak, “sana geliyor” diye haber verir, sonra geri dönüp “haber verdim” der.

GEVEZE: Düşünmeden ve durmadan konuşandır. Tanımadığı bir kimsenin yanına oturduğunda önce karısını över, sonra gece gördüğü düşü anlatır, bugünkü insanların beş para etmediklerini, buğdayın pahalı olduğunu, yaşamın zor olduğunu, kentte yabancıların çoğaldığını, Odeon’da (üstü kapalı salon) kaç sütun olduğunu söyler. “Dün kustum” der, “bugün günlerden ne?” diye sorar. Ona katlanan biri çıkarsa, yakasını bırakmaz.

Köylü
Köylü

KÖYLÜ: Yol yordam bilmemek diye düşünülebilir. Sarmısaklı lapasını yiyip meclise gider. Bağıra bağıra konuşur. Kent sokaklarında hayranlığını ya da şaşkınlığını uyandıran hiçbir şey yoktur ama bir sığır, eşek ya da keçi gördüğü zaman, durup bakar. Olmadık zamanlarda kilerden yiyecek çıkarıp yutarcasına yer, şarabı su katmadan içer. Sabanını, çuvalını, sepetini, tırpanını ödünç verdiyse, gece istemeye gider, çünkü hatırladıkça uykusu kaçar. Kente indiğinde karşısına ilk çıkana deri ve tuzlu balık fiyatlarını sorar. Hamamda yıkanırken türkü çığırır.

KOLTUKÇU: Koltukçuluk, pek de hayırlı olmayan haz verme davranışıdır. Uzaktan adıyla seslendiği insana hayranlığını açıkça sergiler, övgüler yağdırır. Hakemlik yaptığında temsilciliğini yaptığı kimseye değil hasmına da yaranmak ister. Yabancıların (yabancı devletler ile Atina arasındaki siyasal anlaşmazlıklarda) yurttaşlardan daha doğru konuştuklarını söyler.

Arsız
Arsız

ARSIZ: Utanç verici biçimde davranma ve konuşma cüretidir. Ayaküstü yemin eder, her an sövmeye hazırdır. Onda her yol vardır. Para toplamakta üstüne yoktur. Yüz kızartıcı hiçbir işi geri çevirmez, ispiyonculuk yapar, zar oynar. Annesine bakmaz. (Anne babaya yaşlılığında bakmamak suçtur ve toplum içinde saygınlığını yitirme ile cezalandırılır). Hırsızlıktan mahkemeye verilir, evinden çok hapishanede ikamet eder. Arsızlığını sergilemek için ulusal şenlik günlerini seçer. Sokak serserilerine önayak olur.

ÇALÇENE: Dur durak bilmeden konuşan kişidir. Karşısına çıkanı lafa tutar. “Senin bildiğin gibi değil, “ der, “ben her şeyi biliyorum, söyleyeceklerimi dinlersen sen de anlayacaksın.” Bu arada karşısındakinin sözünü keserek, “lafını unutma”, der. Durmadan söze başlayarak karşısındakine soluk aldırmaz. İnsanları birer birer bunaltır, kaçırır herkesi. Öğretmen ve eğitmenleri lafa tutarak çocukların eğitimine engel olur. Yanındaki insanların mahkemede yargıda bulunmasını, tiyatroda oyun izlemesini, şölende yemek yemesini engeller. Sonunda onu dinleyenler ya lafın başını karıştırırlar ya uyuklamaya başlarlar.

PALAVRACI: İnanılmasını istediği gerçek dışı konuşma ve olaylar uydurur. Sorularıyla saldırılarını sürdürür, karşısındakinin cevap vermesine fırsat bırakmadan devam eder. Söylediklerine öyle tanıklar uydurur ki hiç kimse ona karşı çıkamaz. “Aramızda kalsın” der ama bütün kent halkına duyurmak için oradan oraya koşar.

BELEŞÇİ: Çirkin çıkarlar sağlamak amacıyla onurunu ayaklar altına alır. Borcunu ödemeden borç istemek için adamın kapısına gelir. Kurban kesmişken başkasına yemeğe gider, kurban etlerini de tuzlayıp kaldırır. Tiyatroda para ödemeden oyunu izler. Biri kârlı bir alış veriş yapmışsa kendisine pay ister. Avantasını alırsa sorun yok. Başkalarının evine gidip ödünç arpa, bazen de saman ister ve evine kadar taşıtır.

Pinti
Pinti

PİNTİ: Pintilik, harcamaların aşırı ölçüde kısıtlanmasıdır. Faizini istemek üzere daha aybaşından borçlunun kapısına dayanır. Ortak yemeklerde herkesin kaç kadeh içtiğini sayar. Kölesi bir tabak / çanak kıracak olsa beslenmesini kısarak bedelini ödetir. Bahçesinden incir yenmesine, tarlasından geçilmesine, yere düşmüş bile olsa zeytin ya da hurmaların toplanmasına izin vermez. Arazisinin sınırları aynı duruyor mu diye her gün kontrol eder. Karısının ödünç vermesini yasaklar. Faizin faizini almakta üstüne yoktur.

EDEPSİZ: Edepsizliğin tanımını yapmak zor değil çünkü uluorta hoş karşılanmayan şakalar yapmaktır. Hanımefendilerle karşılaştığı zaman, eteğini kaldırıp edep yerlerini gösterir. Büyük bir dava kaybeden birine mahkemeden çıkarken yanaşıp kutlar. Tiyatroda zevkle izlediği oyuncuları ıslıklar, oturanlar kendisine baksın diye yüksek sesle öğürür.

MÜNASEBETSİZ: Çevresindekilere sıkıntı vererek zamansız işler yapmaktır. Birinin işi varken karşısına geçip dert anlatır. Mesele dinlenip anlaşıldıktan sonra kalkar yeni baştan açıklamada bulunur. Kefillikten mahkûm olan birinden kendisine kefil olmasını ister. Dava karara bağlandıktan sonra tanıklık yapmaya gelir. Düğüne çağrıldığında kadın milletini kötüler. Satış bittikten sonra daha çok veren bir alıcı getirmekte üstüne yoktur. Hakemlik yaparken barışmaya gönüllü tarafları kavgaya tutuşturur.

İŞGÜZAR: Yerine getiremeyeceği sözler verir. Herkesin doğru kabul ettiği bir konuda onlara karşı çıkarak eleştiriye girişir. Yol göstermeye kalkar ama sonra ne tarafa yürüyeceğini kestiremez. Komutanın karşısına çıkıp ne zaman savaş düzenine gireceklerini, ertesi gün ne emir verileceğini sorar. Hekim hastaya şarap verilmesini yasaklarsa, deneme yapmak için hastaya bir güzel şarap içirir.

Şapşal
Şapşal

ŞAPŞAL: Söz ve eylemlerde zekâ geriliğidir. Hesap tahtasında (bir tür abaküs) toplamı bulduktan sonra, yanındakine “Ne ediyor?” diye sorar. Hakkında açılmış davanın duruşmasına gidecekken, davayı unutup tarlasına gider. Bir şeyi kendisi alıp bir yere koyduğu halde arar ve bulamaz. Bir arkadaşının cenazesinde, gözyaşları arasında üzüntüyle “Talihi açık olsun!” der. Kışın ortasında kavun almadı diye kölesine çıkışır. Tencereye iki kez tuz atıp yemeği yenmez hale getirir.

KENDİNİ BEĞENMİŞ: Söz ve davranışlar açısından terslik göstermektir. Selam verenin selamını almaz. Yanlışlıkla çarpanın ya da ayağına basanın özrünü kabul etmez. Yolda yürürken ayağını taşa çarpsa, taşı lanetler. Bir dostu bağışta bulunmasını istese, para vermeyeceğini söyler. Ne şarkı söylemeye, ne şiir okumaya ne de dans etmeye yanaşır. Uzun süre kimseyi çekemez.

Batıl İnançlı
Batıl İnançlı

BATIL İNANÇLI: Batıllık, tanrısal güç karşısında duyulan korkudur. Önünden bir gelincik geçecek olsa, yoldan başka birisi geçmeden ya da yola üç taş atmadan yürümez. Un çuvalını bir fare kemirecek olsa, yorumcuya gidip ne yapması gerektiğini sorar, yorumcu çuvalı yamaması gerektiğini söylerse, bunu dikkate almaz, gidip kurban keser. Hekate’nin (sihir, büyü ve hayaletleri simgeleyen yeraltı tanrıçası) ziyarete geldiğini ileri sürerek evini durmadan arındırır. Yolda yürürken baykuş öterse altüst olur. Mezarın üstüne basmaktan kaçınır. Bir düş gördüğünde düş yorumcularına, bilicilere ve falcılara gidip hangi tanrıya/tanrıçaya dua etmesi gerektiğini sorar. Bir deliye ya da saralıya rastlarsa, içini bir ürperti sarar.

Memnuniyetsiz
Memnuniyetsiz

MEMNUNİYETSİZ: Elde edilen nimetleri haksız yere küçümsemektir. Bir dostu yemeğinden ona da pay gönderse, getirene “çorbasını, kötü şarabını benden esirgedi, beni yemeğe çağırmadı” der. Zeus’a yağmur vermediği için değil, geç verdiği için kızar. Sevgilisi onu öptüğünde “Hayret! Yürekten mi öptün beni?” der. Bir dava kazansa ve bütün oyları toplasa bile, konuşmayı yazanı birçok haklı noktayı atladı diye suçlar. Dostlarından yardım toplansa, biri de “sevinsene” dese, “neden, minnet duymam gerektiği için mi?” diye sorar.

GÜVENSİZ: Bütün insanlardan haksızlık görme kuşkusudur. Kölesini alış verişe gönderdiğinde, neyi kaça aldığını öğrenmek için arkasından bir köle daha gönderir. Parasını kendi taşır (kölesine taşıtmaz) ve her stad’ta oturur sayar. Yatağa girdiğinde karısına, sandığı kitleyip kitlemediğini, dolabı mühürleyip mühürlemediğini ve avlu kapısını demirleyip demirlemediğini sorar; karısı onaylasa bile, üstünü başını giymeden fırlar, feneri kaptığı gibi yalınayak dolaşıp tümünü denetler, ancak güç bela uykuya dalar. Borç para verdiği kimseler borçlarını inkâr etmesinler diye faizi tanıklar önünde ister.

İğrenç
İğrenç

İĞRENÇ: Başkalarını rahatsız edecek şekilde bedenini ihmal etmektir. Uyuz ve cüzzamlı haliyle, kara tırnaklarıyla ortalarda dolaşır ve bu hastalıkların doğuştan olduğunu iddia eder. Koltuk altları böğrüne kadar hayvan gibi kıllıdır, kara ve kırık dişleri vardır. Yemek yerken sümkürür, kurban keserken kanları sıçratır, konuşurken ağzından tükürük saçar, içerken geğirir. Sofraya tükürmek isterken şarap dağıtıcısının üstüne tükürür.

GÖRGÜSÜZ: Zararlı değil ama sıkıntı verici bir tutumdur. Kendisiyle gevezelik etsin diye daha yeni uyumuş birini uyandırır. Denize açılmak üzere olanları yollarından alıkoyar. Yemek yerken dışkısındaki safranın, önündeki çorbadan daha koyu olduğunu anlatır. Bir aşçısının olduğunu, evinin aşevleri gibi dolup taştığını ve dostlarının dibi delik fıçı gibi demlendiklerini, içkiye hiç doymadıklarını anlatır. Konuk ağırlarken, sofradakilere asalağının (soytarı) marifetlerini gösterir.

ÖZENTİLİ: Avami bir itibar tutkusu olarak düşünülebilir. Yemeğe çağrıldığında sofrada ev sahibinin yanına oturmaya, yolda yanına Etyopyalı bir köle almaya özen gösterir. Sığır kurban ettiğinde, geniş şeritler doladığı başı tam girişin üstüne asar ki içeri girenler sığır kurban ettiğini görsünler. Asklepion’a bir parmak adasa, gidip her gün ovar, çiçeklerle süsler ve kokulu yağlar sürer. Halka kurban törenlerini açıklamak için arkadaşlarını ayarlar, sonra eve gidip karısına ne kadar başarılı olduğunu anlatır.

Hasis
Hasis

HASİS: Harcamalarda eli sıkıdır. Tragedya yarışması kazandığı zaman Dionysos’a adak niyetine tahta bir levha sunar ve üstüne yalnızca kendi adını yazar. Mecliste bağış toplanırken sessizce kalkar ve ortalıktan yok olur. Kızını evlendirirken rahiplerin payını verip kalan kurban etlerini satar. Kadırga komutanı olduğunda kendi yaygılarını evde bırakıp güverteye dümencininkileri serer. Drahoma getirdiği halde karısına hizmetçi almaz.

Gösteriş Budalası
Gösteriş Budalası

GÖSTERİŞ BUDALASI: Olmayan nimetleri varmış gibi göstermektir. Dalgakıranda durup yabancılara servetinin denizde yattığını, çok da zarar ettiğini anlatır. Böyle atıp tutarken, bir yandan da tek drakhme’si (Yunan para birimi drahmi) kalmadığı halde köle çocuğu tezgâha koşturur. Cins at satıcılarının yanına gidip kendini alıcı gibi gösterir. İskender’le birlikte nasıl sefere çıktığını, onun sayesinde nasıl servet edindiğini, değerli taşlarla bezeli kadehler getirdiğini anlatır. Asya’daki sanatçıların Avrupa’dakilerden üstün olduğunu iddia eder; üstelik kentten dışarı adımını atmamıştır.

KİBİRLİ: Kibir, kendinden başka herkesi küçümsemektir. Yaptığı iyiliği hiç unutmaz. Bir göreve seçildiğinde hiç zamanı olmadığına yemin ederek görevi geri çevirir. Hiç kimsenin ziyaretine ilk giden olmak istemez. Yolda yürürken rastladığı kimselerle konuşmaz, önüne bakarak yürür ya da tersine gününe göre başı yukarıda. Dostlarını ağırlarken onlarla birlikte yemek yemez. Mektubuna “lütfedersin” yazmaz, “böyle istiyorum” yazar.

Korkak2
Korkak

KORKAK: Ruhun korkuya yenik düşmesidir. Deniz yolculuğunda kayaların korsan gemisi olduğunu iddia eder (açık denizde yolculuk gizli kayalardan ötürü tehlikelidir); sonra yanındakine gördüğü bir düşten ötürü korkuya kapıldığını söyler. Savaş patırtısını duyup insanların öldüğünü görünce, düşmanla savaşmaktansa elinden gelen her şeyi yapar. Üstü başı kanlara bulanmış savaştan dönenlerin karşısına çıkar ve “kendimi tehlikeye atıp bir dostumu kurtardım” diye açıklama yapar.

Oligarşi Yanlısı
Oligarşi Yanlısı

OLİGARŞİ YANLISI: Güç ve kazanca dayalı bir üstünlük duygusu olarak düşünülebilir. Homeros’un destanlarından yalnız şu dizeyi aklında tutar, ötekileri hatırlamaz: “Çok başlı olmak iyi değil, bir tek önder olsun.” Şu sözleri de dilinden düşürmez: “Biz bize toplanıp bu konuları görüşmeliyiz”, “Halk kitlesinden ve çarşıdan uzak durmalı”, “Bu kentte ya onlar yaşamalı ya biz.” Sırtında harmanisi (dönemin kıyafeti), saçı sakalı orta uzunlukta ve bakımlı tırnaklarla öğleüstü çıkar evden, dramatik bir hava içinde şöyle sözler söyleyerek kurumla yürür: “Muhbirler yüzünden kent yaşanmaz hale geldi”, “halk nankördür: dağıtılandan ya da verenden yanadır.”

GEÇKİN: Geç öğrenim, ileri yaşta öğrenme çabasıdır. Altmış yaşında, ozanlardan parçalar öğrenir, sonra bunları şölende söylerken unutur. Bir fahişeye aşık olup kapısına dayanınca, kadının aşığından dayak yiyip mahkemeye düşer. Tarlaya başkasının atıyla giderken bir yandan da binicilik çalışmaya kalkar ve attan düşüp kafasını kırar. Kölesiyle uzuneşek oynar. Çocukların eğiticisiyle ok ve mızrak atışı yapar, sanki işini biliyormuş gibi ona öğretmeye kalkar.

FESAT: Kendini sözlerde gösteren kötü bir ruh tutumudur. Başkaları dedikodu yaparken onlara katılır: “Benim bu adama karşı nefretim çok, çünkü suratından melanet akıyor.” Birlikte oturduğu kimselerden biri kalkıp gidince arkasından konuşur. Kendi dostları ve ailesi, ölüp gitmişler hakkında da kötü konuşur. Dedikodunun konuşma özgürlüğü, demokrasi ve serbestlik olduğunu söyler; yaşamda en çok zevk aldığı şey budur.

Namussuzun Yardakçısı
Namussuzun Yardakçısı

NAMUSSUZUN YARDAKÇISI: Kötülük arzusudur. Halk mahkemesinde suçlu bulunup yurttaşlık haklarını yitirenlerin arasına karışır, bunlarla yakınlık kurduğu takdirde toplumda korku uyandıran bir insan olacağını düşünür. Hiç kimsenin doğuştan dürüst olmadığını, herkesin birbirine benzediğini söyler, insanlarla dürüstler diye alay eder. Mahkemelerde kötü eylemleri savunur ve karar verirken tarafların söylediklerini kötü yanından alır.

FIRSATÇI: Adice kazanç hırsıdır. Konuk ağırlarken sofraya yeterli ekmek çıkarmaz. Evine gelen konuktan borç para alır. Pay dağıtırken, dağıtanın iki pay almasının doğru olduğunu söyler ve kendine pay alır. Su katılmış şarabı dostuna satar. Devlet parasıyla yurt dışına giderken, devletten aldığı yolluğu evde bırakır, görev arkadaşlarından borç alır. Kölesine taşıyabileceğinden çok eşya yükler. Söylemeye gerek yok: Otuz mina borcunu öderken, dört drakhme eksik verir. (100 drakhme 1 mina eder ayrıca dört drakhme’lik gümüş sikkeler vardır) Onun evinde toplanıldığında odunun, mercimeğin, sirkenin, tuzun ve kandil yağının hesabını çıkarır. Dostlarından biri evlenirken armağan göndermemek için düğünden bir süre önce yola gider.

Bir sonuca varabilmek, dönemin ruhunu daha iyi kavrayabilmek ve konunun ayrıntılarına hâkim olabilmek için bir de Halikarnas Balıkçısı’na kulak verelim ve onun Anadolu uygarlıklarını mercek altına aldığı “Merhaba Anadolu” kitabındaki makalelerinden alıntılarla devam edelim.

Ona göre Homeros’un ünlü destanına konu olan “Troya, binlerce yıl süresince Homer’in hayalinden doğma bir kent sayıldı. Fakat bir Alman, Şliman, Hisarlık Tepesini kazınca, bir tane yalancı Troya yerine birbirinin üzerine kurulmuş dokuz tane Troya’yı meydana çıkardı. Sonradan altıncı Troya’nın, Homer Troya’sı olduğu Dorpeldt tarafından keşfedildi. Boğazköy (Hitit başkenti Hattuşaş) arşivlerinde Taroisa yani Troyalılardan söz edilir. İ.Ö. 1926’da Hitit İmparatoru Mutallu’dur. Midilli Adasının adı bu imparatordandır.”

Bir başka makalesinde ele aldığı söylencede ki ona göre efsaneler büsbütün uydurma değildir. Onların ilk şekillerine ne kadar nüfuz edilirse, gerçeğe o kadar yaklaşılmış olur.

“Anadolu, matriyarkal (kadınların erkeklere egemen olduğu) bir sistemle idare edilirken, büyük Ana Tanrıça Kibele’ye tapılırdı. Kibele, üçlek bir ay tanrıçasıydı. Kızlığı, kadınlığı ve analığı temsil ettiği için doğan ay, ayın ondördü ve azalan ay olarak gösterilir. (Mitolojinin ay tanrıçası Artemis’tir) Ana tanrıçanın birçok adı vardır; Marian, Mirin, Marianna gibi. Troyalılar ana tanrıçaya Mirin diye tapıyorlardı. Bir efsaneye göre de Amazon kraliçesi Kuzey Ege kıyılarını zapt ederken Lesbos adasında Mitilin (bugünkü Mitilini) kentini de kurmuştur.”

İşte Karakterler’in yazarı Theophrastos, dünyanın ilk kadın lirik şairi Sappho gibi bu adada doğmuş, yaşamıştır. “İyonlar (uygarlık ve kültür açısından) gelişmiş insanlardı. Şiirin babası Homer, bilimin babası Thales, tarihin babası Herodot, tıbbın babası Hipokrat, kentçiliğin babası Hippodamos hep İyonyalı idiler.” Yunanistan ve Atina’nın hiçbir önem taşımadığı bir dönemde bilim, sanat, kültür, felsefe, edebiyat ve ticaret alanındaki en önemli isimler bu topraklardan çıkmıştır. Göçler ve akınlarla sayısız uygarlıklar doğup gelişmiş, çeşitli toplumlar ve gelenekler birbirini etkilemiştir.

“Herodot’a göre Lidyalılar ile Medler arasında beş yıldır süren savaşta, çarpışmaların en kritik anında birden bire gün geceye döndü. Miletli Thales bu güneş tutulmasını önceden ayına, gününe kadar bildirerek İyonyalıları uyarmıştı. Ama Medler ve Lidyalılar gün ortasında gece olduğunu görünce savaşı bırakıp hemen anlaşmaya vardılar. Thales’in bilimsel olarak önceden saptadığı güneş tutulması İ.Ö. 585 yılının 28 Mayıs günü olmuştu. İyonya düşünürleri, sözü uzun sakal, sözcüklerle doldurarak, kendilerine filozof ya da bilgin değil, fusyologos (fusis: doğa, logos: bilgi ya da öğrenme demektir) dediler. Homer’i yetiştiren İyonya’nın, insan düşüncesinin doruklarını da yaratması son derece olağandır. İyonya’nın o zamanki ortamının Homer ve Thales gibi adamları ve öteki bütün Sokrat öncesi bilginleri yetiştirecek yüksek düzeye varmış olduğunu gösterir. İyonya bilginlerinin hedefi olan idealde, Efesli Herakleitos’un devinim kuramında (hep akar, değişir) uygulamaya aktarılabilecek planlama ve bilgi anlamı da gizlidir.”

Bu anlamda günümüz bilim ve düşün insanları İyonyalılara çok şey borçludur.

İyon kültürüyle yetişip eğitimini Atina’da tamamlayan Theophrastos, Karakterler’i yazarken hep erkek cinsi üzerinden örnekler vermiştir. Bunu dönemin Atina yaşantısına bağlamak sanırım yanlış olmaz. Konuya ilişkin benzer görüşlere Halikarnas Balıkçısı’nın adı geçen eserinde de rastlarız:

“Yunanistan’da kadınlar hemen hemen bir harem ve hapishane hayatı yaşarlar, kadınlar kocaları ve babalarıyla yemek yiyemezken Egeli kadınlar, kocaları ve babalarıyla birlikte masanın çevresindeki sandalyelere oturarak yemek yerlerdi. Lidya, Etrüks ve İyonya’dan kurulu bölgede yaşayan kadınlar geniş bir özgürlük içinde gelişiyor, kamu yaşamına büyük etkileri oluyordu. Bu nedenle Ege kadınları Yunan kadınlarıyla kıyaslanamayacak kadar ileri ve kişilik sahibiydiler. Anadolu’nun yetiştirdiği ünlü kadınlara örnek olarak şunları sayabiliriz: Salamis Deniz Savaşında Halikarnas Kraliçesi Artemisiya, tarihin tek kadın amiralidir. Karya Kraliçesi II. Artemisiya, Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Mausoleum’u yaptırmıştır. Atina Devletini yönetmede Perikles’e yardımı dokunan Miletli Aspasya ile dünyanın en büyük kadın ozanı Midillili Saffo’dur. İskender’in, Anadolu kadınlarıyla evlenen askerlerine para vermesi, Anadolu kadınlarında bir üstünlük görmüş olmasından ileri gelir. Anakreon ve Pindir gibi eski ozanlar Anadolu kadınlarından söz ederken onların tatlılığından, cana yakınlığından ve munisliğinden dem vururlar. Tarih babası Heredot, Lidya kadınlarının kendi kocalarını seçtiklerini yazar. Masalarına kadın kabul etmeyen Yunanlılarca, kadınların erkeklerle beraber yemek yemelerine iyi gözle bakılmazdı. Frigya’da kadınlar, darphane müdürü olurlardı. Priene, yani bugünkü Güllübahçe’de İsa’dan yüzyıllar önce mahkemelerde en büyük yargıç kadındı. O sırada Yunanistan, hemen hemen vahşet halindeydi. Midilli kenti, Atina’dan çok ileriydi. Yine Atina, Lidya ülkesinin başkenti Sardis’den çok daha sefih, zevk ve eğlenceye düşkündü.”

Anaların ve kadınların üstünlüğüne dayalı anaerkil insan topluluklarında baştanrı, anatanrıça idi. Çünkü kadın doğuruyor, insan soyunu sürdürebiliyordu. Tabiat ana her bahar yeşererek hayat veriyordu. Doğudan batıya göçler devam eder, kültürel birikimler birbiriyle harmanlanırken anatanrıça kültü de zamanla değişti. Toplumlar anaerkillikten (matriyarkal) ataerkilliğe (patriyarkal) geçerken tanrıçalar cinsiyet değiştirerek tanrıya hatta baş tanrıya evrildi. Doğa Tanrıçası Kybele, Girit’te Rhea adıyla oğlu Zeus’u doğurdu. Grek mitolojisinde ataerkilliğin baş erkek tanrısı, tanrıların tanrısıdır Zeus. Sosyal yaşamda görünmeyen kadınların Theophrastos’un eserinde de neden görünmez olduğunun altını Friedell’den yaptığım bir alıntıyla çizerek, yazıyı noktalamak isterim:

“Atina demokrasisi aslında egemen partinin uyguladığı oligarşik bir düzendi ve ne insan hakları ne de kadın-erkek eşitliği bilirdi. Kadınlar ne seçebilir, ne de memur olabilir, ne siyasi toplantılarda ne de şenliklerde yer alabilirlerdi. Sparta’da bile ancak spor etkinliklerine katılabilirler, sadece harem yaşamı sürerlerdi. Asıl görevleri evliliğe para (drahoma) ve çocuk vermekti. Atina demokrasisine getirilen en acımasız eleştiri Platon’un, karşı ideal devletidir: Kadınlar erkeklerle eşit olmalıydı.”

Esme Aras

Karakter illüstrasyonları, 1831 yılında Londra’da yayımlanan “The Characters of Theophrastus; Illustrated by Physiognomical Sketches” adlı kitaptan alınmıştır.