Varlık Dergisi’nin 15 Mart 1957 tarihli 450. sayısının son sayfasında yer alan “OKUYUCULARIMIZLA BAŞBAŞA” başlıklı bölümde okuyuculardan gelen sorular, yorumlar, eleştiriler ve derginin bunlara cevapları var.
Mehmet Vehbi GÜRSES sormuş: “Şahsi kütüphaneniz yok olursa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olacak? diye bir anket açacağınızı söylemiştiniz, bir hayli önce. Mayk Hammerlerle yalnız çıplak kadın vücudu teşhir ederek genç dimağları zehirleyen roman ve dergilerin piyasayı doldurduğu şu günlerde böyle bir soruşturmayı faydalı bulmuyor musunuz?”
Cevapta imza yok ama muhtemelen Yaşar Nabi Nayır da şöyle cevap vermiş: “O anket sorusunu yazar arkadaşlarımızdan bir kısmına dağıtmıştık. Tek birinden bile cevap alamadık. O zaman bu soruya cevap vermenin güçlüğünü düşünerek vazgeçmek zorunda kaldık.”
Sorunun güçlüğü ortada ama 63 yıl sonra Parşömen olarak biz tekrar sormak istiyoruz: “Şahsi kütüphaneniz yok olsa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olurdu?”

1. Don Quijote – Miguel de Cervantes Saavedra
2. Karl Marx, Friedrich Engels – Komünist Manifesto
3. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski – Budala
4. V. I. Lenin – Devlet ve Devrim
5. Franz Kafka – Günlükler
6. Jose Saramago – Bütün İsimler
7. Bilge Karasu – Göçmüş Kediler Bahçesi
8. Elias Canetti – İnsanın Taşrası
9. Ernst Bloch, György Lukács, Bertolt Brecht, Walter Benjamin, Theodor Adorno – Estetik ve Politika
10. John Fowles – Yaratık

Sevgili Parşö,
Bu, cevaplaması çok zor bir soru oldu. 10’a düşürmek çok zormuş sahiden. Ama listem şöyle:
1. “Büyük Saat”, Turgut Uyar
2. “Ben Ruhi Bey Nasılım” ve “Tragedyalar”, Edip Cansever
3. “İshak”, Onat Kutlar
4. “Alemdağ’da Var Bir Yılan”, Sait Faik Abasıyanık
5. “Yağma”, Adnan Özyalçıner
6. “Kör Baykuş”, Sadık Hidayet, (Almancadan ama olsun) Çeviren: Behçet Necatigil
7. “Ama Fareler Uyurlar Gece”, Wolfgang Borchert, Çeviren: Kamuran Şipal
8. “Mırıldandığım Öyküler”, Julio Cortazar, Çeviren: Tomris Uyar
9. “Büyülü Öyküler”, Dino Buzzati, Çeviren: Rekin Teksoy
10. “Bütün Öyküleri”, Edgar Allen Poe, Çeviren: Hasan Fehmi Nemli

Bu sorunun zamanında rağbet görmemesi açıkçası beni şaşırttı. İster istemez kitaplığımın karşısına geçip bir süre baktım ve elime kalemi aldım. Sırayla benim için “olmazsa olmaz” kitapları yazdım. Nihayetinde 16 kitaplık bir liste oluştu fakat akabinde aklımı kurcalayan birtakım sorular -aslında varsayımlar-ortaya çıktı: Henüz okumadığım kitaplar içinde benim için olmazsa olmaz kitaplardan varsa? Nasıl olsa okurum diye aldığım ama yıllardır kitaplıkta bekleyen kitapların içerisinde böylesi kitaplar varsa? Başucu kitabım olacak bir kitap basıldıysa ve ben hala ondan habersizsem? Henüz adını bile bilmediğim bir yazar, tam da böylesi bir kitabı yazıyorsa? Bu varsayımlar uzar gider. Kendimi şimdiki zamana hapsedip bir liste yapmanın doğru olacağını düşünüyorum.
1. Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar: İlk sıraya Huzur’u koyuyorum çünkü ilk kez 20’li yaşlarda okumuştum, sonra 30’larda bir daha okudum ve bambaşka bir tat aldım. Doğru zamanı 30’lu yaşlarmış meğer. Peki yanılıyorsam? O halde 40’larda bir daha okumalıyım. Bu yüzden ilk Huzur’u almalıyım.
2. Sığınak Hikâyeleri, Feyyaz Kayacan: Bugüne kadar pek çok öykü kitabı okudum fakat kimse beni Kayacan kadar allak bullak etmedi. Deyimleri deforme edişi, Türkçeyi kendine özgü, taklit edilemez matematiği ile kullanışı (Metin Eloğlu’nun öykücü şubesi diyebilirim), öyküye ve yazma olanaklarının sınırsızlığına olan bakışımı değiştirdi. Benim için ders kitabı niteliğinde bir öykücülük olduğu için mutlaka kitaplığımda olmalı.
3. Mülksüzler, Ursula K. Le Guin: Bu distopya -affınıza sığınarak ben ona bir üst kurmaca demek istiyorum- kurgu bir metin olmasına rağmen tüm başarılı distopyalarda olduğu gibi gerçek anlamda bir öngörüye sahip olması ve mümkünlük hissi uyandırması bakımından, bir üst kurmacayı gerçeklik hissine yaklaştırmayı başaran nadir eserlerden biri.
4. Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel Garcia Marquez: Büyülü gerçekçiliği öğretmesinin yanı sıra bana kurgusal köy Macondo’yu değil de çocukluğumun geçtiği Hisarardı köyünü anlattığını şaşkınlıkla fark etmiştim. Biri, Kolombiya’da bana uzak bir köy iken aslında çok iyi bildiğim bir yeri anlatıyordu. O gün Marquez bana kitap üzerinden bir soru sordu: Neden sen de Hisarardı’nı anlatmıyorsun? Anladım ki edebiyat birbirine uzak olan coğrafyaları bile komşu yapıyordu. (Listeye Salman Rushdie’nin Geceyarısı Çocukları’nı, Borges’in Alef’ini, Cortazar’ın Mırıldandığım Öyküler’ini de yazmıştım ama benim için ilk olarak Marquez vardı ve bu soruyu bana ilk o sorduğu için bu güzel kitapları parantez içine koymayı uygun buldum.)
5. Pal Sokağı Çocukları, Ferenc Molnar: Çocuk edebiyatına özel bir ilgim var. Burayı pek çok çocuk kitabı ismiyle doldurabilirim ama çocuk edebiyatını temsilen tek bir kitap seçmeye karar verdim. Özellikle Pal Sokağı Çocukları’nı seçiyorum çünkü “Dünyanın bütün çocukları Pal Sokağı’ndandır!” cümlesi bile edebiyatın ve çocukluğun evrenselliğini ön plana çıkarmaya yetiyor. Düşünüyorum da kim istemez Nemeçek gibi bir arkadaşı?
6. Teneke Trampet, Günter Grass: Alman yıkım edebiyatını oldum olası sevmişimdir. Buraya Böll, Borchert gibi pek çok isim getirilebilirdi ama ben Grass’ı seçtim. Özellikle karakterlerle büyümeyi sevdiğim için, kendimi Oscar’a yakın hissettiğim için olsa gerek. Böylesi büyük romanlarda empati düzeyim o kadar yükseliyor ki bazen o anlatının bir kurgu olduğunu unutabiliyorum. Zaten edebiyatı özel yapan şeylerden biri de bu olsa gerek.
7. Durgun Don, Mihail Şolohov: Durgun Don geç okuduğum kitaplardan biri. Bitirdiğimde iyi ki okumuşum dediğimi hatırlıyorum. Hatta biraz abartayım: Bu kitabı okumadan bir hayat geçirmek ne kadar boş ve anlamsız! Teneke Trampet’te dediğim empati duygusunu en çok Durgun Don’da hissettim. Savaşta tüm hayatların pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilmeme rağmen pek çok ölümü karakterlere yakıştıramadım. Bir süre sonra 4 ciltlik bu serüvende Melehovlardan biri olup çıkmıştım.
8. Ses ve Öfke, William Faulkner: İlk bölümünü okurken bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştım, hatta o kadar büyük bir yanlışlıktı ki bu hiçbir şey anlamamıştım, ne yapsam olmuyordu. Bölümü bitirince boşluğa düştüm. Kendime yediremiyordum. Nasıl olur da anlamam, dedim kendi kendime. Sonra Ses ve Öfke üzerine yazılmış pek çok yazı okudum ve mantığını çözdüm. Yeniden okuduğumda anlatmanın 1000 farklı yolu varsa 1001’incinin de olduğunu öğrendim. Ne kadar yazar varsa o kadar üslup vardı. Ses ve Öfke de bir ders kitabıydı benim için.
9. İnce Memed, Yaşar Kemal: Yaşar Kemal, bu ülkenin yetiştirdiği en iyi yazarlardan biri benim için. Sarı Sıcak’taki öykülerini okuyarak tanıdım onu. Meğer öyküleri onun romanlarına geçiş için bir hazırlıkmış. İnce Memed’i soluksuz okuduğumu hatırlıyorum. Bu ülkeden böyle bir yazar geçtiğini görmek bana gurur veriyordu, onunla çağdaş olmak bile benim için çok anlamlıydı. İsyanı, zorbaya karşı verilen mücadeleyi en iyi anlatan kitaplardan biri olduğu için kitaplığımda olması gereken bir kitap.
10. Ölü Ordunun Generali, İsmail Kadare: Kadare son zamanlarda kendime en yakın gördüğüm yazar. Artık onun ruh eşim olduğuna inanıyorum. Okuduğum her romanında benim de hayalini kurduğum ya da yazmayı planladığım anlatılara olan benzerliklerine şahit oluyorum. Türkçeye zamanında çok çevrilse de şu anda baskısı olan iki ya da üç kitabı var. Geri kalanları sahaflardan topladıkça okuyorum. Tarihin anlatılmayan yüzünü, öznel tarihi hikâyeleştirme yeteneğine hayranlık duyduğum için Kadare’nin tüm kitaplarını kitaplığıma yeniden alırdım.