2017-08-19 Akraba Cumhuriyeti
Çocukken akrabalık ilişkileri çok ilgimi çekerdi. Neden bilmiyorum ama (herhalde bayram harçlığıydı sebebi, kim ne kadar veriyor, kim vermesi gerekenden az veriyor, kim demir para veriyor, kim kağıt para) birilerinin başka birilerinin hısım ve akrabası olması bana çok ilginç gelirdi. Şöyle olurdu: tavukları seyrederdim mesela, ya da sokak köpeklerini. Şu şunun teyzesi, bu bunun amcası, şu şunun halasının oğlu. Her birine isim vermeye çalışırdım, unutmayayım, karıştırmayayım diye. Onları sonra ilişkilerine göre sınıflandırır, soyağaçlarını çıkarırdım. Mesela bir tavuk vardı, adı Çilli. Çilli, Ferit’in, yani Ferit Horoz’un teyzesiydi aslında. Bir hara vardı bu hikayede. Bir at çiftliği. Bir bakkal, çizmeli. Çizmeli Bakkal. Bir terzi, kime ne diktiğini bilmediğimiz ama hiç boş durmayan bir terzi. Yani, dükkanına müşteri girmeyen ama elinden de iş düşmeyen bir terzi.
Unutmadan, bir de, Ferit Horoz’un 26 karısı var. Ferit Horoz’un bütün ecdadı birbiriyle evli. Düz allah düz. Ferit Horoz bir Adem. İlk peygamber. Yumurta tavuktan çıktı.
2017-08-18 Eskiden
Eskiden kahvelerde, kitapçılarda, kıraathanelerde bir araya gelen Türk entelektüelleri ya da yazarlar birliği diyelim, artık sadece kafelerde ve D&R’larda buluşuyor. Bu ne demek? Bu şu demek. (bu ne demek bir gün yazacağız…) Kötü bir şey mi bu? Kötü bir şey değil tabii. Kitap okumakla ilgili nerde olursa olsun bir araya gelinmesi elbette kötü bir şey değil. İyi bir şey hatta. Kötü bir şey değil. Çünkü “bir şey” değil. Teşekkür ederim. Bir şey değil. Eskiden tiyatrocuların bir şiir okuyuşu, hikaye okuyuşu vardı. İnsanın gözlerinden yaşlar gelir, her şeyi bırakıp şiiri-hikayeyi öyle okuyası, vezinli kafiyeli şiir yazası, halk hikayesi anlatası gelirdi. Bu biraz uzadı. Ama bunu da söylemeli. Bu bir öykü oluyor korkarım. Bir öykü, eskiden diye başlıyor bütün paragraflar. Eskiden. Eskiden şairler, eskiden yazarlar, eskiden tercümanlar, eskiden doktorlar, eskiden şu, eskiden bu… eskiden öğretmenlere muallim denirdi ve şöyle şöyle yaparlardı. Eskiden doktorlara hekim, tabip denirdi ve şöyle şöyle yaparlardı. Eskiden bu işler böyle olmazdı. Bu işler böyle olmazdı denmezdi eskiden. Eskiden, eskiden, eskiden… Eskiden olsa böyle bir hikayeyi sadece Ahmet Rasim yazardı. Bir anı olarak yazardı herhalde, bir fıkra formunda. Sıradan bir köşe yazısı gibi değil. Çünkü eskiden Burhan Felek diye biri vardı. Burhan Felek var olduğu için önüne gelen gazeteciyim, köşe yazarıyım diyemezdi, korkardı. Tuhaf bir şey, değişmeyen tek şey hemşire. Ne sosyal, sınıfsal statüsünü değiştirebilmişiz hemşirenin, ne maaşını, ne de görev tanımını, ne de kelimenin kendisini. Hemşire doğduğu günden beri hemşire olarak kalmış bizde. Sessizlik aşığı, herkese durmadan sus diyen biri. Dudakları nemli, etli, rujlu, öpülesi. Beni hemşirelere emanet ediniz.

2017-08-17 Dear Reader / Sevgili Okuyucu
Estetik bir vakum yaratıp bir emme-basma mekanizmayla bir iç basınç yaratıp o vakumun içine çektiğimiz hayatı, hayatın o sevmediğimiz yanlarını, hayatın o bizi ittirip kadro dışı bırakan, zehir-zemberek yanlarını, önce onları, o kılçıkları ayıklayacağız sonra içten patlamalı motor gibi yavaş yanmayla birlikte öğütüp yok edeceğiz.
Uykuda seyrettiklerim ölüler. Ölü okuyucular: tabutları yan yana duran, ömürboyu kitap okuyup okudukları kitapları yanlarında alıp götüren. Artık bir daha hiç kimseyle bir kelimeyi bile paylaşmayacak olanlar. Biraz da onlar, onlar için yazıyoruz tabii ki, değil mi? Pahalı peynirler, nadir şaraplarla ve seçkin işi ekmeklerle geçen geceler için değil. Okuyucu kim olursa olsun, önemi yok, toplumun hangi kesiminden olursa olsun, eğitim durumu, gelir düzeyi… Tek bir dileğimiz var, şiirimiz, edebiyatımız televizyonların gündüz programlarına düşmesin ve ters-köşe yazarlarının eline geçmesin. Dean Young, James Tate “Dear Reader” Curtis Fox, Poetry Foundation Podcast
Okurun sevdiği, istediği, en çok ilgi gösterdiği yazarların çoğunun ölü olması gibi, bizim de, yani yazar-şairlerin de en sevdiği ideal okuyucuların çoğu ölü. Onların mezarları arasında dolaşıyoruz. Mezartaşlarını okuyoruz. Onların hikayelerini yazıyoruz. Ödeşme. Ödeşmeler.
2015-10-23 Şarap Hırsızları
21.Ekim.2015: şarap hırsızlarından söz ediliyor National Public Radio’da. Şarap evlerinin, lüks lokantaların şaraplarının çalındığı iddia ediliyor. Büyük paralara el altından satılıyormuş sonra. Milyonlar dönüyor. Endonezyalı genç bir mühendis sahte şarap, şişe, etiket üretip karaborsada zengin oluyor. Öyle hünerli. Yakalanıyor. Bunun neresi suç? Lüks lokantada bir şişe şaraba binlerce dolar ödeyen bir dangalağın kanla kirli parasını alanı neden suçlu buluyoruz? Şaraba binlerce dolarlık fiyat etiketi koyan lokantacı??? Bu bana Pele Osman’ı hatırlatıyor. Pele Osman, Eşrefpaşalılar iyi bilir, bir gece mahalleye park etmiş bir şarap kamyonuna gizlice girmiş, ve kamyondaki şarapların çoğunu içip bitirmiş ve sabaha da kamyonda ölü bulunmuştu. Pınarbaşı-Yazgan şarap kamyonuydu galiba. Talay, Şanver de olabilir. Öyle duymuştuk. Çocukken duyduğum şeylerin çoğu doğru değilmiş, sonradan anlaşıldı. Ayaklı ansiklopedi Pele Osman’ı bir daha görmedik ama.
“Şarapçı”lar vardı büyüdüğümüz mahallede.
“Şarapçı”lık yapan tanıdıklarım var şimdi.
Şarap utandırırdı aileleri eskiden.
Şarap işinden gurur duyanlarla doldu meydan.
Onursuzluğun en yoğun olduğu yerlerde en çok duyulan: Şerefe!
Şerefinize!!!