fbd81-dscf8990
Olcay Özmen

Aklımda hiç şaşmayan şu mavi bayraklı kumsalı unut.

Kime demiştin asmayanları, asanları, buralarda içinden bile taşamayan bir umut.

İçinden hiç çıkılamayan bir kurt.

Umut demeyince aklıma gelemeyenler var. Gelemeyenler işte. Bir türlü de gidemeyenler. Gidemediğinden olsa gerek, kalalarından gıdığından gerdanından sen tut.

Tuttuğunu. Tutukluğunu. Cevapsız çağrılarını. Ağrılarını. Sırtını dayadığın, sırtına dayanan. Flamalarla taşınan. Havada kalan. Kaldıklarını.

Tentelerini gururla ve ter içinde toplayan pazarcıları. Her hafta aynısını tekrarlayanları. Ovaya yayılan, ovalara dümdüz yaydığımız gururu. Hasırı ne kadar katlarsan katla, iz kalmadığını. Çevrimiçi korumamızın sona erdiğini. Hızırın geldiğini. Hızırın geleceğini. Hızır gelmiş miydi? Virgüllerle uğraştığımı. Virgülle uğraşılır mı, basbayağı uğraştığımı. Kendimi bu durumlarda, ucuz bir şeyler bulma ümidiyle pazarın son saatlerine sakladığımı. Tentelerin toplanırkenki. Ümit zaten pazarın sonuna saklanır, umut ise sürekli yanında taşıdığın. Hele yağmur yağıyorsa o sırada, henüz toplanmamış karşılıklı iki tentenin arasından sızan yağmurun hep senin başına denk geldiğini. Denk gelmek, virgülün en yakın arkadaşlarındandır demiş miydim. Dağların havalanmak için bulutları kanat yaptığını. Gecelerin geç olduğunu. Kalecilerin Güney Amerika’dan çıktığını. Şaklamanın sadece seyislerde ani bir kramp yaratmadığını. Bütün atların hızlı, bazı atların daha hızlı çatladığını. Uzun zaman önce küfrü bırakıp bir kasabada sakince yaşamak. Şairin yirmi üç dize önce dediği gibi (şairler hep der zaten, der’leri bitmez), bunların aymakla bitmediğini. Aymak. Evet, o. Ahmak değil. O sensin. Üzerine alınma ama, o sensin. Başka bir yerine alın. Alnında beliren çizgilerini gururla göster onlara. Yani bize. Zamir ve blöf çağındayız. Ne kadar zamirleşirsek o kadar iyi! Beyrut’ta yaşayanlar hiç zamirleşmiyor. Biliyorum. Keşmir’dekiler de öyle ve Bağdat’takiler, Cizre’dekiler, Ramallah’takiler, Varanasi’dekiler, Granada’dakiler, Belfast’takiler, İsfahan’dakiler, kiler. Acenta gibi hissettim kendimi. Ve hiç sevmediğim bir kelimeyle, deplasmanda yan yana düşmenin uğultusunu kulaklarımda. Hissediyorum, demiş miydin. Bunu da demiştin. Kaç zamandır hatlarım keskin! Baltalarım toprağa gömülü. Beni hiç yuvarlama tanrım. Bir kötülüğe arzu nesnesi yapma. Sıfırla aynı cümle içinde geçirme. Kavram olan değil, rakam olan sıfırla. Eğer varsan ve yaşıyorsan bu yazdıklarımı oku. Ve bana tezahür et. Beni üç dille okuyup yazar hale getir. Kiremitlerin altında bırakma. Tentelerin hiç. Başıma yağmur damlaları tapır tapır damlamasın. Ramallah’ı görmeyi nasip et. Diğerlerini gördüm. Bütün kullarının da görmesini sağla. Yardım eyle. Yardımcı ol. Onbirinci tezi anlamayı da. Şimdi buradan selam ederim. Martavallara, karınca dualarına, karınca yuvalarına, hep yuvaya dönmek isteğini kalbinde taşıyan o meşhur kartallara, İmrü’l Kays’a, Asip Dağı’na, Rimbaud için Adana’daki Seyhan’a vakti zamanında dokuz adet siyah gül bırakanlara, peronda benim için bekleyen mavi bir tren görünümündeki mavi uçurtmaya, Çekiç Ali’nin taşıdığı yaraya, Bafra içilen bir zamanı dumanında hala taşıyabilen adamlara ve kadınlara, bir vakitler Yeni Harman vardı diyebilenlere, sonra dalından şeftali çaldığım ağacın sahibi olan o yaşlı kadının bana fırlattığı taşa ve başımdaki yarığa, bu yüzden yirmi yedi yıl şeftali yemeden geçirdiğim o başıboş zamana, paramla satın almış olsam da tam yiyecek iken biri bana taş fırtatır diye düşünüp korktuğum o tali yollara, Reno ile kaybedilen bütün onlara, bunu hiçbir Fransız elbette bilemezdi o Reno’yu tasarlarken diyen sürgündeki o çocuğa. Niyaz ederim.

Razı olmazdım. Olmadım da içimde bir vakitler yaşadığını düşündüğüm çocuğun sırf taş fırlattı diye, sana yardım ve aynı yataktan.

Yıllar çabuk geçiyor ve içinde olmayan şeylerle bile yaşlanıyorsun.

Saçların ağarıyor, yüzünde çizgiler, eklem yerlerinde ağrılar.

Bunlar neyse de, en ağırı yardım ve yataklık.

Biliyorsun, bir kedi tırmalayabilir gökyüzünü.

Tımar bile edebilir.

Eğilip yanından su içer. Eğilebilir.

Sinança diyebilmek müthiş bir şive. Şirin Cemgil’in alnı öpülebilir.

Ulaş Bardakçı’nın ve dahi diğerlerinin.

Marighella okuyan kaldı mı bu sıralar?

Evet bu bir soru işaretiydi ve yutkunduğun anda dilinin ucundaki cevabı yoklar.

Tahtaya kaldırır, soru sorar, yoklama çeker, not verir, seni alaşağı eder, bir kibritle o bembeyaz barutunu sınar. Sınamak ile denemek aynı değiller. Alaşağı etmek ile düşürmek de. Haziran’la partizan da değil.

Evet, eve gidip yargıçlarımı tatlı uykularından kaldırmalıyım.

Benim tanıdık yargıçlarım var ve evet. Bu yüzden yıllardır hiç ceza almadan yaşarım.

Fotoğrafını duvarıma asarken, çivilerin duvarda bilerek bıraktığı boşluğu

Aceleye getirmeden kendime yaparım.

Boşluk, üstelik, aceleye gelmeden yapılır ve doldurulmamak içindir.

Dolduruşa gelmemek için ise,

Bıyık bırakılır

Esmer bir tanrıya tapılır

Bayındır’da çiçek toplanır

Demli çaylar içilir

Islık çalınır vb.

Bütün bunlar devletin ve babaların yontma taş bekası içindir.

(Her sabah tıraş olurlar.)

Olcay Özmen