
gecelerden gelirdin durmadan giderdin gecelere
adını ezberletirdin komşu kadınlara
bahar derdi onlar kaygısız bir kışa dönüşürdün sen
onlar derdi nergis kokusu kendi aynalarına baktıkça
sen bir kokunun adı olurdun
çocuklar oynasın diye keserdim ben bu yaşlı gölgemi
ben bu yaşlı gölgemi çocuklar oynasın diye
sen soyardın bütün gün yaşmaklarını kızların
kızlar gizlendikleri yastık atlarından çıkardı
onlar buna da bir ad verirlerdi kuşkusuz
ben buraya grinin tonlarını anlatmaya gelirdim
ben buraya bir rengin eskimişliğini sana
sen nasıl olur öyle birdenbire
birdenbire gökkuşağında yeni bir rengin adı olurdun
kızlar çırpardı balkonlarından yatak örtüsündeki kırmızıyı
nereden gelir nereye giderdin
kaşlarının çizgileri olurdu tanrılara yol gösterici
yoldan sapanlara da doğru durağı gösteren
hiç bilmediğim sokaklara seni sorardım ben durmadan
saçlarından hatırlardı seni kaldırımlardaki sarhoşluk
hatırlardı yol kenarındaki başıboş bulantı
onlar buna da bir ad vermek için doğururdu annelerini
ben bu yüzümdeki çizgileri keserdim fotoğraflarla
fotoğraflarla ben bu yüzümdeki çizgileri
sen hep geç kalırdın deklanşör sesine
adını duymazdan gelirdi şehirlerin kuşatılmış yerleri
uzatırdım bacaklarını sonra sonsuz kere
uzandıkça bacakların
su birikintisi arınır, derdi komşu kadınlar
adını açılan bir şeye ödünç verirdi
pencere nasıl açılır üzerine dersler alıyorum[1] şairi
sen yine hiç kuşku yok ki bir savruluş olurdun
sokak lambası altında bekleyişlerin tenine
seni oradan alıp buraya getirirdim sorgusuz
burası değil miydi ki beklenilen yerlerin en güzeli
izin verirdin gezinsinler diye her zerresinde ağzının
ağzın ki şam’da, sur’da, şemdinli’de bir bebeğin ağzı olurdu
susardın hiç durmadan konuşanların dünyasında
ben o zamanlar seni tanımaz sanırdım sevgi antikacılarında
seni oradan çıkarıp kuyularda kemik arayıcılarının yanına verirdim
demek ki benim kuyum olurdu
olur olmaz zamanlarda açılıp
içini tenimin en ücra yeriyle doldurduğumda kapanan
isterdim ki yeryüzündeki bütün kuyular ödünçlesin
ilkbahar sabahı gibi öpüp başıma koyduğum omuzundaki çukuru
ve sen nasıl olur öyle birdenbire
çıkardın karşılarına hiç durmadan konuşanların
bir bıçağın körelmiş yeri olurdu ağzının arasında dişlerin
ben o zamanlar annemi de susar sanırdım
sanırdım bir annenin susması kadar uzun sürerdi bütün kuşatmalar
eflatun bekleyişleri uzatırdın odalarda durmadan
bilirsin bekleyiş bir sözcüktür, gitmeye benzer[2]
kaç kez soymuşumdur ben bu ellerimle seni
ben bu boynuma dolamışımdır uzun uzun seni kaç kez
neydin sen, soyunmanın sözlüklerdeki karşılığı mı?
gecelerden gelirdin durmadan giderdin gecelere
adını ezberletirdin komşu kadınlara
onlar incelik derdi eşiği aşındırırken
sen bir aşınmanın resmi olurdun
bilirsin, incelik bakir kalmıyor bu bakır çağda
Bekir Dadır
[1] İhsan Baran
[2] “Üşümek bir sözcüktür, üşümeye benzer” Melih Cevdet Anday