Fat_Tonys_brazilian_lo-res

“Vay efendim, kimleri görüyorum. Zeki ağbi hoş geldin.”

“Obama, ne haber?”

“İyidir be ağbi, biz hep aynı, ne olsun. Gel, otur şöyle. Seni sormalı esas, nasıl durumlar, ayaklanmışsın?”

“İyiyim valla, dün kontrol vardı işte, tahliller de iyi çok şükür. Doktor ufaktan artık küçük yürüyüşler yapabilirsin dedi. Ben de çıkayım bir Naci’ye uğrayayım dedim.”

“Çok iyi etmişsin ağbim. Başımın üstünde yerin var, eyvallah. İnan valla çok sevindim, hele bir de hastanedeki halini görünce…”

“Sorma Naci, nasıl yıprandım bilemezsin, zormuş bu işler.”

“Verilmiş sadakan varmış ağbi. Geçti gitti artık. Neyse… Evet, nasıl yapıyoruz?”

“Yavrum, kafada saç mı var. Halimize bak. Kes işte nasıl istiyorsan, uydur bir şeyler.”

“Olur mu ya, sen her daim bizim yakışıklı ve de karizmatik Zeki ağbimizsin, senin duruşun yeter. Marifet kılda olsa…”

“Obama var ya, sana da sabah akşam adam övdüreceksin. Yap kafana göre işte, sana bıraktım kendimi.”

“Nasıl istersin ağbi. Önden mi başlayayım önce arkadan mı?”

“Ulan ne sapık adamsın, aklınız fikriniz bacak arasında.”

“Ağbi bu arada başın sağ olsun, ev sahibin Nazire teyze vefat etmiş.”

“Daha mı yaşayacak, kızı yetmiş yedi yaşında.”

“Vay be, o kadar var mıydı?”

“Var tabii. Biz işte geldik elli beş yaşımıza, az kalsın gidiyorduk. Uçurumun kenarından döndük resmen. Kimin ne vakit gideceği belli mi?”

“Ağbi irsi diyorlar bu kalp krizi işine genelde, var mı sizde hiç dedelerde falan?”

“Yok yavrum yahu, sülalede bir kişide bile yok. Nasıl oldu biz de anlamadık.”

“Ağbi bir şey diyeceğim ama kızma.”

“Ben biliyorum diyeceğin şeyi, kulağıma geldi. O mavi hap işini hangi yasak aşk çocuğu çıkardıysa onun yedi sülalesini. Şimdi ağzımı bozduracaksın benim, Kara.”

“Ağbi benden duymuş olma ama hep milletin ağzında.”

“Naci, senden başlarım sövmeye bak. Zeki ağbin evelallah hapa mapla işi olacak adam değil.”

“Heyt ağbime be! Kim tutar seni. E, peki ameliyat sonrası o iş nasıl olacak?”

“Doktor, acele etme dedi şimdilik, sonra tabii eskisi gibi tam gaz devam. Devam da öyle iştahlı avradı nerede buldun.”

“Yapma be ağbi. Lastik patlak desene.”

“Sorma Naci.”

“Eyvah, eyvah.”

“Yok başım ağrıyor, yok moralim bozuk…”

“E, sen söylesene bana ben sana yapayım bir güzellik.”

“Tipim değilsin Naci, benim tercihim sarışınlardan yana”

“O değil be ağbi, bende bir katalog var, bildiğin gibi değil. Hangisini istersen, seç beğen al.”

“Kara, yemediğin bir o bok kalmıştı. Aferin oğlum, pezevenkliğe de mi başladın.”

“Ağbi ne olacak ki, yeter ki senin gönlün olsun. Böyle iyi mi, üstleri fazla almıyorum.”

“İyi, iyi… Naci, koltuk da ne kıyakmış, uyusam uyurum ha. Oh, mis.”

“Uyu abi sen, bak keyfine, ben bitince uyandırırım seni.”

“Yok ulan, ne uyuması.”

“Aha, gelene bak.”

“Hayırlı işler! Zeki geçmiş olsun, nasıl oldun birader?”

“Sağ ol Yüksel ağbi, iyiyim valla toparlanıyoruz işte yavaş yavaş. Sen nasılsın?”

“Yüksel ağbin çalışmaya devam, ne yapsın.”

“Çay söylüyorum ağbiler.”

“Bana söyleme gitmem lazım, Zeki’yi gördüm de ondan girdim valla içeri, işlerim var.”

“İç be Yüksel ağbi, ne olacak.”

“Yok valla, çok yoğunum Obama, bildiğin gibi değil.”

Naci megafonun düğmesine bir iki defa bastı, karşıdan cızırtılı sesler geldi.

“Büşra Berber’e iki çay.”

“Ne?”

“Naci’ye iki tane çay.”

“Kaç?”

“İki, iki… İki tane çay Naci’ye.”

“Anlaşılmıyor!”

“Anan!”

“Duyamadım.”

“Annen diyorum, çok güzel.”

“Tamam, Büşra Berber’e iki çay, hemen gönderiyorum.”

“Başın sağ olsun bu arada, Nazire teyze vefat etmiş.”

“Daha mı yaşayacak Yüksel ağbi, kızı yetmiş yedi yaşında.”

“Var mı o kadar?”

“Var tabii. Biz işte geldik elli beş yaşımıza, az kalsın gidiyorduk. Uçurumun kenarından döndük resmen. Kimin ne vakit gideceği belli mi?”

“Allah geçinden versin.”

“Amin!”

O esnada Naci eğilip Yüksel’in pantolon paçasını hafifçe yukarıya doğru sıyırdı.

“Ağdayı yeni yaptım, elleyebilirsin Kara.”

“Ağbi hala kadın çorabı giyiyor musun yahu?”

“Manyak, benim tüm günüm motor tepesinde geçiyor. O nasıl sıcak tutuyor biliyor musun sen.”

“Ağbi ne bileyim, kadın çorabını hiç yakıştıramıyorum ben sana, bari beyaz içliklerden giyseydin.”

“Onlarla rahat edemiyorum ben, bunlar hem daha muhafazalı. Yalnız olur da eğer motor tepesinde kaza yaparsam, ilk yardım ekibine rezil olmak var. Altımda bunlarla… Neyse, size doyum olmaz, ben kaçtım, hadi Allaha emanet olun.”

“Görüşürüz ağbi.”

“Sakalları da alıyorum Zeki ağbi.”

“Al.”

“Evet, çaylar! A, Zeki ağbim de buradaymış, ağbi nasıl oldun?”

“İyidir Levo, gördüğün gibi. Biraz daha iyiyim. Sen nasılsın?”

“Sağ ol ağbi. Bu arada başın sağ olsun, Nazire teyze vefat etmiş.”

“Daha mı yaşayacak yavrum, kızı yetmiş yedi yaşında.”

“Var mı o kadar?”

“Var tabii. Biz işte geldik elli beş yaşımıza, az kalsın gidiyorduk. Uçurumun kenarından döndük resmen. Kimin ne vakit gideceği belli mi.”

“Allah geçinden versin. Zeki ağbi, mayıştın galiba, gözler gidiyor.”

“Sorma ya Levent, Obama’nın koltuğa oturduğumdan beri böyle bir gevşeme, uyusam uyurum yani o derece.”

“Benim cildine yaptığım hassas dokunuşlardan o Zeki ağbi, bıçağı yüzünde gezdirirken evelallah adamı böyle pelteye çeviririm.”

“Laflara bak, ağızlara bak… Ulan Kara.”

“Gel sana da bir dokunayım çaycı.”

“Lan Obama, harbiden şimdi elinde köpük görünce daha iyi fark ediliyor, ne kadar karasın oğlum sen.”

“Biz Doğançamlıyız birader.”

“Hakikaten ya sizin köy komple böyle kara değil mi. Niye öyle, Obama?”

“Kurtuluş savaşı zamanında bizim köyün erkeklerini olduğu gibi Yemen’e, Çanakkale’ye göndermişler.”

“Ulan, iki dakikada tarihin anasını siktin. Seni okutan hocanın ben… Kurtuluş Savaşı’yla Yemen’in Çanakkale’nin ne alakası var.”

“Ya dinle işte. Neyse savaş zamanı köyde bir tane erkek kalmamış. O vakit de köye eşeğiyle çingen bir kalaycı gelmiş.”

“Eee?”

“Köydeki bütün çanağı tencereyi kalaylarken arada da bütün kadınları elden geçirivermiş.”

“Sonuç bu diyorsun.”

“Aynen öyle.”

“Helal olsun kalaycıya.”

“Zeki ağbi biraz masaj yapayım sana.”

“Oğlum uyur kalırım lan.”

“Uyu ağbi, gevşe şöyle güzelce.”

“Sadece başıma ama.”

Naci, koltuğu yatırıp eline krem aldı, masaja başladı.

“Ya, az önce ne oldu. Keskin Kırtasiye’ye çay bırakmaya girdim. Zeki ağbi, aç bir gözünü dinle bak.”

“Kulağım sende Levo, anlat sen. Gözlerimi dinlendiriyorum”

“Neyse, içeride Raife abla var, Sedat ağbi gene o biçim, sabahtan daha başlamış votkaya. Bir de tanımadığım birileri var, Hayvanları Koruma Derneği’nden mi ne gelmişler. Kadın anlattı işte bir şeyler, derneğimiz şöyle güzel, böyle faydalı, desteğiniz önemli falan filan. Sonra birer belge uzattı üyelik için. O esnada Sedat ağbi demesin mi, “Affedersiniz hanımefendi, karım bana kızınca sürekli olarak hayvan diyor. Acaba beni de koruma altına almanız mümkün mü?” Ulan, inan dükkânın içi o an buz kesti, Raife ablanın suratı görecektiniz, ben kahkaha patlatmamak için zor kaçtım dışarı. Var ya, Raife abla kesin parçalamıştır Sedat ağbiyi.”

“Parfüm de sıkıyorum Zeki ağbi, afrodizyak etkili. Levo, harbiden uyudu lan adam.”

“Versene, azıcık da ben sıkayım.”

“Yavaş, yavaş… Pınardan dolmuyor bu. Şuna bak dibini buldun şişenin. Yuh!”

“Ne zaman şu parfümü sıksam çocukluğum aklıma gelir. İlkokuldayız, yılbaşında öğretmenimiz hediye çekilişi yaptı sınıfta, doktor kızı çıktı şansıma da, zengin, kulakları çınlasın Pervin. Gitmiş bana roll-on almış. Ulan hayatımızda roll-on gördüğümüz mü var, nereden bilelim. Artık gömleğe sürüp sürüp kullandıydık. Ne günlerdi be.”

“Çaycı bir kere de şaşırt beni be. Bir kere de düzgün bir iş yap. Zeki ağbi var mı başka bir arzun?”

“Duymuyor bile seni.”

“Dürtsem mi?”

“Yavaşça dokun, korkar bir de, adamın kalbi sakat, çarpıntı falan yapar.”

“Alo… Zeki ağbi! Hadi kalk ağbi istersen.”

“Kara, uyanmıyor lan bu!”

“Zeki ağbi?”

Çağdaş Küçük