Mehmet 002
Mehmet Sürücü

“Akkuş değil mi deniz kıyısındaki?”

“O! Akkuş.”

“Neye uzak duruyor da gelmiyor yanımıza? Kavga mı etti biriyle?

“Bilmem ki! Kimseyle kavga etmez o.”

“Seslensene gelsin. Ben çağırsam nazlanır şimdi.”

Sarı kafalı çocuk, çakıyla yonttuğu sopa parçasını duvarın arasına sıkıştırdı. Çakıyı kapattı, cebinin aralığına saldı. Dalgalara dalgın dalgın bakan Akkuş’a doğru yürüdü. Küçük kum tepeciğine geldiğinde durdu. Elini kolunu sallarken, “Akkuş! Akkuş! Gelsene biraz!” diye bağırdı.

Boynunu kırarak baktığı dalgalardan kaldırdı başını Akkuş.

Döndü. Sarı kafalı çocuğa baktı. Yavaş adımlarla ona doğru yürüdü. Yüzünde bezgin bir ifade vardı.

Çocuklar önünde yarım çember oldu. Gözleri boşluğa dikili, boş boş bakarak, elleri arkasında, omuzları düşmüş bir halde durdu Akkuş.

“Ne oldu lan Akkuş? Neden kaçıyorsun bizden?”

“Kaçmıyorum! Neye kaçayım ki?”

“Ne bileyim oğlum! Biriyle mi kavga etin? Yoksa başka şeyler mi… Tamam, tamam! Top oynamaya gidiyoruz çayıra. Gelecek misin?

“Yok! Gidin siz.”

“Neden gelmiyorsun ya? İşin mi var?”

“Yok! Canım istemiyor.”

“Ellerin neden arkada? Bir şey mi saklıyon?”

“Hayır!”

“Çıkar ellerini de görelim.”

“Uğraşma benle Üseyin! Gidin topunuzu oynayın siz.”

“Bana bak lan lavuk! Çıkar ellerini yoksa hepimiz üzerine atlar, yere yıkarız. Ne saklıyorsun oğlum arkanda?”

Yavaş yavaş ellerini öne doğru uzattı Akkuş. İki avucuyla kuvvetlice sıktığı gri, buruşmuş bir kasket vardı elinde. Çocuklar şaşkınlıkla baktılar Akkuş’un taş yüzüne.

***

“Firuza! Bu oğlanı artık kahveye göndersene kız. Koca adam olmuş, görmüyon mu. Ondan saklı bir şey söylemek için mutfağa, su almaya gönderiyoruz ikide bir. Evde karı osuruğu dinleyeceğine kahvede okey oynasın, erkek muhabbeti dinlesin.”

“Aman sen de! Daha çocuk o. Düşündüğün şeye bak.”

“Ne çocuğu kız. Dudaklarının üzerindeki tüycükler kara kara uç sürmüş, görmüyor musun? Çocukmuş! Bunun kamışına su yürümüş kızım. Eşegi yapsa sıpa doğurtur.”

“Öyle deme Saniye, gücüme gidiyor. Senin oğlunla akran değil mi benim oğlum?”

“Her insan aynı değil ki! Bazısı daha erken erkek olur.”

“Abuk subuk konuşma be! Seninki daha kundakta bebek, bizimki ergen oldu da, kasket takma vakti mi geldi?”

***

Avlu kapısının gıcırtısını duyan Akkuş aceleyle kalkmaya yeltenince annesi koluna yapıştı. “Otur oğlum. Baban gelen, sana söyleyecekleri varmış,” dedi.

Açılan kapıdan odaya dolan soğuk esintinin yaydığı tütün kokusuyla birlikte girdi babası. Ceketini kapının arkasına astı. Akkuş’un yanına çöktü. Ayaklarını maşingaya doğru uzattı. Dizlerini sıvazlarken birkaç kez ofladı.

“Nasıl gidiyor Akkuş? Yüzünü gören cennetlik.”

“……”

“Ne susuyorsun lan sıpa? Ne zaman sorsam yoksun?”

“Yok baba! Neye dedin şimdi öyle…”

“Oyuna bu kadar dalma oğlum! Büyüdün artık. Koşturma sağda solda. Çocuk değilsin. Büyük insan gibi davran. Oyunla, eylentiyle zaman geçirme. Yavaş yavaş, acele etmeden yap ne yapacaksan. Ağır davran, oturaklı ol. Ayıplar sonra insanlar. Laf ederler. Bak, bizim yaşımız ilerledi. Güçten kuvvetten düştük. Tarladaki işlere güç yetiremiyoruz artık. Bize yardım etmen lazımken sen sokakta…”

“Ne lazımsa yapıyorum ya baba. İş olmadığında da akranlarım ne yapıyorsa onu yapıyoruz.”

“Onlar daha çocuk, sen büyüdün artık. Ben onları bilmem. Seni bilirim. Her neyse, yarın kasabaya gidiyorum. İstediğin bir şey var mı?”

“Yok baba!”

“Simit ile tahin helva getireyim mi?”

“Olur!”

“Firuza! Biraz ip getirsene, oğlumun kafasını ölçeyim…”

“Neden ölçüyormuşsun?”

“Gitmişken kasket de alayım Akkuş’a. Kasket takacak kadar büyük artık.”

Kalktı kadın. Ardında ağzı şaşkınlıkla aralanmış bir oğul, kapıyı çekerken, çemberinin ucuyla gözündeki yaşı sildi.

Mehmet Sürücü