Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Çok isteyerek mimar olmama ve mesleğimi severek yürütmeme rağmen, aklımın bir köşesinde daima yazmak vardı. İlk ve ortaokulda kompozisyonlarım dikkat çekici bulunurdu, lisede ise okul gazetesine yazıyordum, sonra yazı hayatımdan çıktı. Yeniden yazmaya başlamaksa kendimle ve ülkemle ilgili pek çok derdin dürtüklemesiyle başlayan bir yolculuktu. 2015 yılında yaşadığım sağlık problemleriyle hayatımın temeli sarsılmış ve şiir yazmaya başlamıştım. 2016 yılının mart ayında ise Ankara Kızılay’da patlayan bombanın yarattığı ruhsal sarsıntıyla, hissettiklerimi biraz da anı deneme tarzında bir ilk öykü olarak yazıp Varlık’a yolladım ve hemen yayımlandı. Sonrasındaki yaklaşık üç buçuk yıllık süreçte, kendimi geliştirmek için daha çok okumaya başladım, yazmayı mesleğimle birlikte yürütebilmeyi sancılı da olsa öğrendim ve sürekli yazdım. Yazdıklarımı hem dergilere hem yarışmalara yolladım, çok fazla hayal kırıklığıyla geçen bir öğrenme süreciydi aslında. 2018 yılının başında katıldığım iki yarışmanın ilkinden birincilik, diğerinden derece alınca ve dergilerde yayımlanmalar da artınca dosya oluşturmaya karar verdim.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Daha önce de bahsettiğim gibi ben yazmaya şiirle başladım. Ama şiir yazarken de aslında öykü yazdığımı sonradan o şiirleri yeniden okuyunca fark ettim. Öykü zaten şiirle kardeştir. Şiirden öyküye geçmek, kendiliğinden gerçekleşen, çok zorlanmadığım ve sanırım doğru bir tercihti benim için. Ayrıca öykünün, bir düşünceyi, duyguyu ya da olayı uzatmadan, ne diyecekse kısa ve çarpıcı bir şekilde söyleyişini, hayatın içinden ve insana ilişkin oluşunu da heyecan verici buluyorum. Dergiler ve yarışmalar aracılığıyla yayımlanma imkânı sunması da öyküyü seçme sebeplerimden.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Yarışmaların verdiği gazla, 2018 yılının ortasında ilk dosyamı hazırlayıp yayınevlerine yolladım. Dosyamın kabul edileceğine o kadar emindim ki, arka arkaya ret cevapları gelince büyük bir yıkım yaşadım. Şimdiki yayınevimin editörü Sibel Öz, dosyamı umut verici bulduğu için beni arayarak bazı öneriler getirdi. Aslında o öneriler ışığında dosya toparlanabilirdi ama ben çöpe atmayı tercih ettim. Aklımda o sıralar yazdığım son öykümden yola çıkarak tematik bir dosya hazırlama fikri dönüp duruyordu. O öyküm çok katılımlı bir yarışmada kitap seçkisine girince bunu bir işaret gibi görüp çalışmaya başladım. Genellikle önce dosya hazırlanır, sonra dosyanın ismi konur, bende ise tam tersi oldu, “Suyun Şarkısı” öyküm henüz dosya ortada yokken kitaba adını verdi. Notabene Yayınevi’nden kısa zamanda olumlu cevap gelince de çalışmaya başladık. Yayınevimi, sevdiğim genç bir öykücünün kitabı vesilesiyle tanımış ve “Bir gün kitap fikrim olursa buraya kesin yollamalıyım,” diye düşünmüştüm.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Elbette, kitabımın editörü Arzu Eylem. Çalışma sürecimizde, kendisinin yapıcı ve mantık çerçevesindeki önerileriyle çok şey öğrendiğim bir dönem geçirdim. Edebiyat çevresinden gelmediğim için, dosyayı hazırladığım dönemde çok kaygılı ve yalnızdım. İlk defa dışarıdan bir gözün bakış açısıyla yaşadığım öğrenme süreci için başta Arzu Eylem’e ve son okumayı yapan Sibel Öz’e müteşekkirim.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Kitap yayınevinden çıkıp bana ulaşana kadar olayın pek farkında değildim. Elimde tuttuğum o ilk an: “Yeni bir çocuğum oldu,” diye düşündüm. Tıpkı öyle bir duygu. Okunup yorumlar geldikçe tebessüm edip seviniyorum ama bir tür yabancılaşma da yaşıyorum. O artık sanki bana ait değil de, kendi yolunda giden bir çocukmuş gibi. Zaten öyle olmalı herhalde. Onun yolunu izlerken bazen meraklı olsam da genellikle duyguluyum.
Telif aldınız mı?
İlk baskıdan telif hakkıma karşılık gelecek miktarda kitap aldım. Telif ücretleri zaten çok düşük olduğu için, önemli olanın doğru yayınevi ile okura ulaşmak olduğunu düşünüyorum.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Yazmaya karar veren biri muhakkak kendine uygun, kaliteli dergileri takip etmeli. Yayımlanmak için başlangıç noktası olmanın yanı sıra, iyi bir dergi aynı zamanda okuldur. Varlık’ta okuduklarımdan o kadar çok şey öğrendim ki, hiç aklımda yokken, “Hadi bir tane de ben yazayım,” diyerek öykü yazmaya başladım. Her yayımlanma yazmak için yeni bir motivasyon olsa da bu iş pek kolay değil. Yazdıklarının genelinin yayımlanmayacağını zamanla öğreniyor insan. Başlangıçta yayımlanmamış, ret almış her öyküm için öyle üzülürdüm ki, sonra sürecin işleyişine alıştım. İşin püf noktası sabırlı olup yılmamak. O zaman çok beğenip yayımlanmadığı için üzüldüğüm öykülere, şimdi dönüp baktığımda “İyi ki yayımlamamışlar,” diyorum. Çünkü yazdıkça gelişiyor ve eski yaptıklarınızı beğenmiyorsunuz. Üç buçuk yılda Varlık, Öykülem, Post Öykü, altZine dergilerinde öykülerim yayımlandı.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Tüm çevrem kitap çıkmadan önce de desteklerini hep hissettirdiler ve yayımlanmalar arttıkça bu işte ciddi olduğumu anlamışlardı. En büyük destekçim ise her zaman eşim oldu. Ben henüz şiir yazarken öykü yazmam gerektiğini söyleyen oydu. Öykülerimi okuttuğum tek kişi de odur ve acımasız eleştirilerine çok şey borçluyum. Kitabın çıkması, sadece “Bir sonraki ne zaman?” sorusunu doğurdu ki bu önemli bir baskı.
Peki, bundan sonra?
Çok yoğun bir meslek olan mimarlıkla beraber yazmayı yürütmek gerçekten çok zor, en büyük engelim hep zamansızlık. Doğru planlamayla öncelikle okumaya ve yazmaya daha çok zaman ayırmak için elimden geleni yapacağım. Öykü yazmaya tabii ki devam ama bir süredir kafamı kurcalayan bir roman fikrim var, yapabilirsem ona odaklanmak istiyorum. Aceleci değilim, önemli olan yazdığım şeyin öncelikle içime sinmesi.