Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Yirmi bir, yirmi iki yaşlarındayken edebiyatla ciddi düşündüğümü idrak etmiştim. Bir süre yazdıklarımı çöpe attım, kendime sakladım. Hayalim roman yazmaktı. Dört yıl kadar sonra, günahıyla sevabıyla bir roman dosyası vardı elimde. Yayınevlerine başvurma sürecim iki yıldan fazla sürdü. OImadı. Bir noktada sıkıştığımı hissederek birtakım kararlar aldım. İlk roman denememi okul saydım ve yenisine başladım. Matbu dergilerde yer bulamaz diye yazmayı ertelediğim uzun öykü tasarılarım vardı, onlara da ağırlık verdim. Roman dosyamı, “Bu son,” diyerek Notabene’ye göndermiş, Betül Tarıman’ın sıkıştırmasıyla (kendisi lisede bir dönem tarih dersimize girmişti), o zamanki yekûnum olan altı öyküyü de başvuruya iliştirmiştim. Öykülerim ilk kez bir yayınevine gidiyordu ve bir beklentim yoktu doğrusu. Altı öykünün yeterli hacimde olmadığını düşünüyordum. Yayınevinin belirttiği tarih geldi geçti, sessizce reddedildiğimi düşündüm ve meseleyi kendi adıma kapattım. Notabene kapatmadı.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öyküye yoğunlaştım diyemem. Yazma mesaimin büyük kısmını roman çalışmaları kaplıyor. Kendimi bir çeşit aktarıcı olarak görüyorum. Bana hikâyeler geliyor ya da onları gördüğümde tanıyorum. Geriye bir biçimde aktarmak kalıyor.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Notabene’ye dosya yollamayı Betül hoca önermişti. İlk kitaplara önem veren bir yayınevi. Biliyordum ama eski metinlerimi gözden çıkarmak üzereydim o zaman. Hoca iyi ki beni biraz dürtüklemiş. Yoksa öyküleri göndermezdim. 2019’da, nisanın son günlerinde Notabene’den dönüş aldım. İlk kitaplarda öykü dosyalarına öncelik veriyorlardı, benimkileri de değerlendirmeye almışlardı. Bir kitap yapabilirdik ama en az iki öykü daha yazmam lazımdı. Neyse ki yeni metinler üzerinde çalışıyordum. Devam ettim. Genişlemiş dosyam temmuzda kabul edildi. Sonraki süreçte büyük aksilikler yaşamadım. Dosya üzerinde çalıştık ve yayın tarihini bekledik. Takvim var, yayınevlerinin iç değişkenleri var, yazması, başvurması, cevap alması. Beklemek sevdaya dâhil.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Tabii. Editörüm Arzu Eylem, (üçü görece uzun) beş öykü ile daha derli toplu bir ilk kitap yapmayı önerdi. Yazdıklarım ve genel olarak öykü türü hakkında görüşlerini belirtti. İşin kurmaca kısmına karışmadı, dosyayı inceltmemi, arındırmamı istiyordu. Bu doğrultuda ilerledik. Benim için oldukça verimli ve keyifli bir süreçti. Editörümden razıyım.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Yirmi dokuz yaşındayım. Onca zaman sonra elle tutulur, içime sinmiş bir kitabımın olması rahatlatıcı. Bu hususta gerçekçi bir beklentiye girmek ise pek mümkün değil. Umut edersin, hayal edersin, herkes eder. Karşılığında ne bulursun, meçhul. Kitap benden çıktı artık. Umarım okurunu bulur.

Telif aldınız mı?

İlk kitabın ilk baskısı için alacağım paranın hayatımı değiştirmeyeceğini biliyordum. Beklentim yoktu, çenemi yormadım. Yayınevi bir miktar kitap gönderdi. Benim için yeterli. Bir de geçenlerde bizim bakkal kitabımı okumuş, çikolatayla ekstra ödeme yaptı. Beğenmese yapmazdı sanırım. Bu da gayet yeterli.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Çok değil. Uzun öyküleri matbu dergilere göndermek boşa çaba olurdu. Eldeki kısa metinlerle şansımı denedim elbette. Biri Notos‘ta yayımlandı. Bir başkası Varlık‘ta direkten döndü. Çevrimiçi mecraları seviyorum, alan sıkıntısı olmuyor genelde. RomancıMag, Kayıp Rıhtım ve İshak Edebiyat’ta çalışmalarım yer aldı.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Benden çok daha bilge kişilerin yazılarından, söyleşilerinden öğrendim, yazacaksanız postunuz biraz kalın olmalı. Yakınlarım ilk başta kafayı yediğimi düşünüyorlardı galiba, aldırmadım, zamanla bu işte ciddi olduğuma ikna oldular. Kitaptan sonra tavırlarında net bir değişiklik olmadı. Çok sevindiler elbette. Belirgin bir özgürlük alanım vardı zaten, tabii şimdi biraz daha genişledi.

Peki, bundan sonra?

Devam. Yeni romanla cebelleşiyorum. Daha işi var. Ayrıca on kadar öykü tasarladım. Onları da yavaş yavaş yapıyorum. Acelem yok.