Kayra’nın işi, her çalışında başka bir duygunun habercisi olan telefonlara bakmaktı. Onun mesleğini müşteri temsilciliğinden ayıran tek şey, arayanların kendisine değil başkalarına küfretmesiydi. Amerika’ya taşındıktan sonra psikoloji okumuş ve pizzacılıktan intihar ihbar hattında çalışmaya terfi etmişti. Bunun yalnızca işi olduğuna kendini inandırmakla geçen üç yılın sonunda, binlerce insanın cankurtaranı, birkaçının da duyduğu son insan sesi olmuştu. Arayanlar içinde kendince bir ortalamaya ulaşmış ve gençlerden çok orta yaş ve üzerinin onu aradığını fark etmişti. Onlar aslında intihar etmek değil vazgeçmek istiyorlardı. Aslında pek çoğu “onları dinlemek zorunda olan biri” olduğunu bildikleri için arıyor, derdini anlatıp telefonu kapatıyordu. Üç yıl içinde her türden insanla karşılaşmıştı. Hepsinin de en aciz oldukları ana şahit olduğu için insanın bütün karanlık odalarını ve o odaların eşyalarını ezbere biliyordu. İş ne zaman kendi hayatına gelse sorunları çözmekten sorumlu devlet bakanıymış gibi ilişkilerini profesyonel ve soğukkanlı bir şekilde yürütüyordu. Telefonda ağlayan birine “Size buradan mendil uzattığımı düşünün” ya da “Masamdaki çiçekleri saçlarınıza takayım öyle konuşalım” diyebiliyordu. Başkalarının hayatı için kırılma noktalarında bant olma görevi, kendi hayatında kırmadan ve kırılmadan devam etmek için onu katı bir çabaya sokuyordu. Sanki herkes her an hayatına son verecekmiş gibi tedirgin olduğu zamanlar yerini umursamazlığa bırakmıştı. Tam bu süreçte ortak bir arkadaşları sayesinde tanıştığı Buket onun için rengarenk bir başlangıç olmuştu. “İnsanlar yaşar, yaşamayı sever herkes çareyi ölümde aramaz” cümleleri yaşadığını hissetmek için yeni bir fırsattı. Damarlarında dolaşan bu umut dolu yeni kan sayesinde işten çıktığında eve kaygılı ve yorgun gitmek yerine kaldırımlardan zıplayarak iniyordu. “Balkondaki hangi insan kendini atacak? Şu köprüdeki adam çok mu üzgün?” diye düşünmek yerine, yemek yemenin ne güzel olduğunun farkına varıyordu. Buket’le yemek yemek ile yemek yemek arasındaki farkı anladığında telefonlarda konuşan ses bile değişti. Artık içinden gelmeyen ama durumu kurtarmak için insanlara sunduğu geçici çözümlerin yerine onlara samimi tavsiyeler verebiliyordu. “Peki bunca şeye rağmen ben neden yaşayayım?” sorusunu duyduğunda “Belki de hepimiz ölemediğimiz için hayattayız” diye düşünmüyordu. Buketle birlikte hayatına gelen renklere rağmen yine de soluk alt tonlarda yaşadığını biliyordu. Onun yanında hep daha tedirgin, kontrollü, bütün ihtimalleri hesaplamaya çalışan Kayra olarak var oluyordu. Bunun aralarında soruna dönüşmesine hiç izin vermediler. Gizli bir sessizlik yemini edilmiş gibi herkes hep mutluydu. Gurbette karşılaşmış iki insanın birbirine ne kadar farklı olsalar da iyi gelebildiğine şahit oluyorlardı. Buket için gurbet memleketinden uzakta yaşamak değildi. Gözlerine baktığı adamın onu anlamadığını düşündüğü yerde, yaptığı işe tutkusu azaldığında, kendini dünyaya gönderilmiş ilk insanlar gibi hissetmeye başlıyordu. Kayra böyle zamanları fark etmiş olsa da bir türlü anlamlandıramıyordu. Hayattalar, birlikteler, sağlıklılar, işleri var. İnsan daha ne ister? diye düşündüğü zamanlarda Buket’ten fersah fersah uzaklaşıyordu. Uzun yıllar geçirip de aslında hiç tanıyamadığı insanların yanında yıllardır özlediği ne varsa Buket’te bulmuştu. Kalbindeki taş plakta naif besteler ağırlıyordu. Telefonun çalmadığı bir aralık, “Herkes bu büyülü kelimeyi bir kez olsun yaşasa ancak tekrar kavuşmak için ister ölümü” diye düşündü. Bugün arayan kız 17 yaşındaydı. Babasını yıllar önce kaybetmiş. Abisi de dolandırıcılıktan hapse girmiş. Bir yıl sonra bu sabah telefonda abisinin intihar ettiğini öğrenmişti. “Ben şimdi ne yapacağım?” sorusu keşke gelecek planlamak için sorulmuş kafa karışıklığı ürünü bir soru olarak kalsaydı. Bazı zamanlar bu soru başlangıç kadar bitişin de simgesi olabiliyordu. Kayra da önce dinledi. Sonra yine dinledi. Ta ki “ben şimdi ne yapacağım” sorusu gelinceye kadar. Aslında bu soru içinde umudu da hayal kırıklığını da eş zamanlı olarak barındırıyordu. Hem “Sen bana ne dersen de yapacak bir şeyim kalmadı. Ölmek istiyorum” hem de “Yalvarırım yapacak bir şey söyle ve beni kurtar bu acıdan. Ölmek istemiyorum” demekti. Kayra kendini kızın duygularından yalıtmayı başardıktan sonra daha çok genç olduğunu ve onu güzel bir hayatın beklediğini söyledi. Böyle zamanlarda söylediklerine kendisi de inanamıyordu. Ama o kadar inandırıcı söylemek zorundaydı ki karşı taraf elindeki ilaç kutusunu bıraksın, boynundaki düğümü çözsün ve ayakları onu evine geri götürsün. Bu akşam telefonda tanıdık bir ses duyana kadar Kayra kendisine de yaşamak için çok matah bir sebep bulmuş sayılmazdı.
“Alo?”
“Merhaba kayra”
“Buket neden bu numaradan aradın? Hattı meşgul etmeyelim cep telefonum açık. Çok acil değilse evde de konuşabiliriz. Bir saatim kaldı.”
“Bilerek burayı aradım. Daha fazla devam edemiyorum. Sen nasıl beceriyorsun onu da anlamıyorum. Her gün hayatına son vermek için arayan insanları yaşamaya ikna ediyorsun. Sanki bunu biz seçiyor muşuz gibi! Seçemediğimiz şeylerle dolu bir hayatın içinde, yaptığımız hataları yüklenmiş ağır ağır yürüyen kaplumbağalardan farkımız var mı sence? Ha bir de o meşhur kelime kader herkesin kutsal sığınma mekanı…”
“Buket ne diyorsun? Neler oluyor anlamıyorum? Eve geleyim konuşuruz. Nerden çıktı şimdi bunlar?
“Hiç anlamıyorsun değil mi? Bir kukla gibi yaşadığımız hayatların içinde kralcılık oynuyoruz. Ama sen mutlusun. Çünkü birlikteyiz mutluyuz sağlıklıyız. Hep aynı şeyler… Sonsuz tekrar eden bir çarkın içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyorlar demek ki. Seni arayanları diyorum. Bırak kurtulsunlar bu düzenden. Bırak birileri çıksın çarkın içinden. Elinde çomakla gezen insanlara yaşamın güzelliklerini anlatıp onlara umut aşılamaktan yorulmadın mı?”
“Bu benim işim Buket. Neden kendilerini öldürmelerine izin vermeliyim. Anlamıyorum seni gerçekten. Kimse durduk yere, her şey güzel giderken çok mutlu olduğu bir anın içinde beni arayıp ölmek istediğini söylemiyor zaten. Acı çektikleri için, bir yakınlarını kaybettikleri için… Yaptıkları hatalar yüzünden belki de. Neden bu insanlara destek olup hayatlarının daha iyiye gitmesine yardım etmeyelim?”
“Herkes bir tür esaret altında sen de bunu anlamıyorsun. Yalnızca iyi duygular hissederken içinde bulundukları durum, bir körlükten ibaret. Gerçekliğe dair ne var bu hayatın için de? Hepimiz peynir kokusunun ardından labirentte kaybolan fareleriz. Bu şekilde yaşamak istemiyorsa birileri, bırak da en azından özgürse ölebilsinler.”
“Kim böyle bir sebepten ölmek istiyor? Bana gelenlerin hiç böyle nedenleri yoktu.”
“Mesela ben.”
“Nasıl yani? Buket ne demeye çalışıyorsun. Korkuyorum artık. Çıkıp geliyorum. Neredesin?”
“Aslında ben veda etmek için aramıştım. Her şey çok güzel giderken bırakma cesaretini gösteriyorum. Çünkü ölüm çaresizliğe kurban edilemeyecek kadar anlamlı geliyor. En azından o kadarcık seçme şansım var. Yaşamak için esaslı bir neden bulmuş olmayı dilerdim. Ama olmadı. Hoşça kal.”
Telefon kapandıktan sonra oda da uzun süre boğucu bir sessizlik oldu. Kayra nefes almayı, gözlerini kırpmayı unutmuştu. Düşünemiyordu. Aniden bir yakınının ölüm haberini aldığında yaşanan boşluğunu ve şoku yaşıyordu. Kocaman bir farkla, Buket onu arayıp veda etmişti. Hemen kalkmalı onu bulup durdurmalı ikna mı etmeliydi? Bacakları ona ait değil gibi öylece duruyordu. İçinde onu harekete geçiren her ne varsa bir anda yok olmuş gibiydi. Yeşermesin diye bodruma indirilmiş patates çuvalıyla aynı durumdaydı. Yaşamak, ölmek, sevmek, insan, kadın, erkek, zaman ve kader… Hangi kavram yansa zihninde ardına başka bir kelime kabul etmiyor. Tek başına asılı kalıyordu. “Kader” Ee? Kader ne? Kader nasıl? Bu şekilde kaç dakika geçti. Ne yaşandı? Kayranın hücreleri dile gelse yine de anlatamazdı. İçinden durumu değiştirmek için herhangi adım atmak gelmediğini fark etti. Hatta biraz cesareti olsa diğer taraf denilen yerde buluşmak adına Buket’in ardından gidebilirdi bile. Az önce duydukları onu esir almıştı. Gerçekten bir fare ya da bir kaplumbağa gibi olabilir miyiz? diye düşünürken tekrar telefon çaldı. Çaldı. Kapandı. Kayra hafifçe gülümsedi biri daha çarkın dışına çıktı diye düşündü. Çünkü artık kendisinin de burada kalmak için bir sebebi yoktu. Elinden gelse sokaklarda bağıracaktı. “Kaçın kurtarın kendinizi. Ölün! Ölelim! Kimse ne olacağını bilmiyor ama belki orda özgürüzdür.” Telefon bir kere daha çaldı. Yaşlı bir erkek sesi:
“Ölmek istiyorum.”
“Lütfen durmayın amcacım. Arkanızdan geliyoruz. Nasıl bir yöntem deneyeceksiniz. Bence acısız olsun. Belli ki en az elliniz bitmiş. Sizin için acısız bir ölüm planlayalım ne dersiniz? Köpeğiniz var mı? Onu da yanınızda götürmenizi tavsiye ederim.”
“Ne diyorsun sen be?!”
Telefon Kayra’nın suratına kapandı. İçinde bulunduğu durumdan, aklına ne geliyorsa söylemekten zevk almaya başlamıştı. Birazdan gece çalışacak arkadaşı gelecekti. Eve dönmesi gerekecekti. Ve evde Buket? Evde buket olmayacaktı. Buket evde… Her hangi bir evde Buket… Kelimeler döndü dolaştı. Ancak Buket o eve bir türlü giremedi. Kayra sabaha kadar telefona bakmak ve arayan herkesin kendini öldürdüğünden emin olmak istiyordu. Belki sonra o da… Yanında götürebildiği kadar arkadaş götürmesi ne güzel olurdu. Keşke bu düşünceler biraz daha onu esir olabilseydi de Kayra acıyı böyle unutmaya devam etseydi. Saate baktı 22.30 bütün bunlar son yarım saatin içinde olup bitmişti. Zaman ne kadar sahtekardı ona karşı. Acıyı, hüznü, beklemeyi uzattıkça uzatır. Az biraz mutlu olsa onu hemen elinden alırdı. Zamana ağız dolusu küfretmeye yeltenmişti ki kapı açıldı.
“İyi ki doğduuuuuuun!”
Buket ve Kayra’nın birkaç arkadaşı elinde pasta ve hediyelerde içeri girdi. Kimse Kayra’nın şakayı bu kadar ciddiye aldığını düşünmemişti. Buket, Kayra’dan bir karşılık bekleyerek gözlerinin içine bakıyor ve kocaman gülümsüyordu.
“Hadi Kayraaa! Sana sürpriz yaptık. Şaka yapmak istedim. Neden böyle bakıyorsun. Yaşamın bütün anlamı bu işte. Sadece yaşamak! Yaşamak ve keyif aldığın ne varsa onları yapmak. O sorgulamalar yalnızca can sıkıcı ve günde kaç kere duyduğun şeyler sonuçta. İşte amacımız bu, birlikte ve mutlu olmak.”
Kayra cevap vermiyordu. Yüzünde en ufak kas kıpırdamadan ortalarından geçip gitti. Arkasından ona seslendiklerinde duymadı. Havada uçuşan özür dilemeler, yalvarmalar onu hiç etkilemedi. Sessizce yürüdü. Önce uzun ve ışıklı bir caddeyi, sonra bilmediği sokakları… Otoriteyi bedenine bırakmıştı. O zaman anladı. Sokaklar aslında çoktan ölmüş ama hala yürüyebilen cesetlerle doluydu. Buket onun içinde ki dehlize bir patlayıcı bırakmıştı. Çok değil birkaç soru sorarak yapmıştı bunu. Şimdi sevdiğin insanla mutlu olmanın da, sağlığında, bir gün çocuklarıyla yapacağı şeylerinde… “İçinden sessizce edilen küfürler de iyi geliyormuş. Bundan sonra danışanlarıma böyle söylerim” diye düşündü. “Bundan sonra…” Ertesi sabah buket kapısında bir not buldu:
“Hayatın kötü bir şaka olduğunu bana öğrettiğin için minnettarım. Sanki uzun zamandır bunları duymayı bekleyen aç bir canavarla yaşıyormuşum. Bir anda onu doyurdun. Kim bilir belki de diğer tarafta sahiden buluşabiliyoruzdur. Bu mektubu bana bahsettiğin çarka hediye edilmiş bir çomak olarak kabul et. Hâlâ buralarda kalmak istersen şayet, umarım hoşça kalırsın.”
Beyza Yıldız