Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

“Kitapsız Bir Hevesli” olmak benzetmesi pek hoşuma gitti doğrusu. İnsanı hafiften gülümsetiyor. Uzun zamandır öykü yazan biri olarak, “kitapsız” olmanın mahcubiyetini de hissettiriyor. Evet bir kitabınız yoksa, ne kadar uzun zamandır yazıyor olsanız da, özel günlerde, öykü seanslarında öykünüzü okuma fırsatı bulsanız da bu sizi “hevesli” olmanın ötesine taşımıyor. Kitabınızın olması bir tür onay sanki, yazarlığınızın tescili gibi bir şey. Teslimi ise başka bir süreç.

Yanılmıyorsam 1997 sonbaharıydı, Bilim ve Sanat Kitabevi’nin alt katında, pazar günleri “Öykü Saati” adıyla öykü seansları yapılmaya başlamıştı. Zamanla, yurt içinden ve yurt dışından yazarların bir araya geldiği Ankara Öykü Günleri’ne dönüşen bu seanslarda çok değer verdiğim öykü yazarlarıyla tanışma, ilk yazdığım öyküleri okuma fırsatı buldum. İlk kitabımın da geçen yıl basıldığına bakılırsa, kitaplı bir yazar olmaya pek de can atmadığım görülüyor. Aslında doğru da. Başka bir söyleşide de dile getirdim, yazmaya devam etmem için bu öykülerin artık bir kitap haline gelmesi gerekiyordu. Çünkü basılmamış her öykü, tamamlanmamış bir hikâye olarak zihnimde dönüyor, karakterler yeni yazdığım metinlere sızmaya çalışıyordu. Bir yol ayrımındaydım. Onun için dosyamı hazırlayıp yayınevlerine göndermeye karar verdim.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Başından beri öykü kurmacası üzerine kafa yordum, öykü yazmayı denedim. Okur olarak da, edebi türler arasında öykünün yerini ayrı tutarım.

Öykü kuramı üzerine çalışanlar, öykünün, okurun kafasında “tek bir etki” yaratmak üzere, bu etkiyi yaratmak için bir oturuşta okuyup bitirebilecek kısalıkta, hikayenin ve karakterlerin de tek etki etrafında kurgulandığı bir metin olduğunu belirtiyor. Çizilen çerçeve kısıtlayıcı gibi görünse de benim kafamın çalışma şekliyle uyumlu sanki. Çünkü benim zihnim, içimde gezdirdiğim hikayenin, nasıl bir dil ve anlatım biçimi ile öyküleşebileceğine kafa yorarken hep âna odaklanıyor. Karakterimi değiştiren, bir daha aynı kişi olmasının mümkün olmadığı o an. Anlatmaya değer bulduğum, herkesten farklı bir şeyi gördüğüm sanısına kapıldığım ve okurun da görmesini istediğim tek bir etki. Bunun için de dağınıklığa, fazladan tek bir sözcüğe tahammülü olmayan bir anlatım biçimi kendini zorunlu kılıyor.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Yayın yönetmenim öykülerimi biliyor ve artık bir kitaba dönüştürme zamanının gelip gelmediğini soruyordu. Benim bu sorunun yanıtını verebilmem için, dosyamı bir kitap taslağı haline getirdi. Bilgisayar ekranımdaki metinleri, yazı karakteriyle, sayfa düzeniyle kitap formunda görmek farklı bir deneyim. Metinlere başka bir gözle bakmamı sağladı. Ancak ondan sonra yayınevlerine göndermeye karar verdim. Çok kısa sürede döneceklerini sanmıyordum ama döndüler, olumlu yanıt almamıştım. Çok dertlenmedim. Çünkü sonunda kafamda eski metinleri bir kenara ayırmış, yeni yazdığım öykülere yoğunlaşmıştım. Bu arada, bu çalışmalarda bana yol gösteren Bilim ve Sanat Yayınları öykülerimi yayınlayabileceğini söyleyince başka bir arayışa girmedim. Oturup çalıştık. Çok da çekmedim aslında.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yayına hazırlama sürecinde yayınevimin yayın yönetmeni ile çalıştım. Mehmet Öz’le okuma seansları yaptık. Bu okumalar hikayenin akışında bir aksama olup olmadığını anlamamı, karakterlerin sesini duymamı sağladı. Herhalde, yayın yönetmenim de çok eğlenmiştir, elimde kalem sözcüklerin üstünü çizdim, “Bu adam da bu lafı niye etti şimdi!”, “Yine mi bu sözcük!” diye söylenip durdum. Sayfa tasarımında da Ayhan Çınar’la çalıştık. Aynı işbirliği kapak çalışması yaparken de devam etti. Aynı günlerde yayınevim Güray Öz’ün Kuşların Kanat Sesleri romanını yayına hazırlıyordu ve kapağında eşi ressam Çağlayan Efendioğlu Öz’ün bir tablosunu kullanılacaktı. Başka bir tablosunu da benim kitabımın kapağında kullanmamız için izin verdi. Kitap hazırdı.

Ama tüm bunlardan önce kitapta yer alan öyküler, kalemine güvendiğim yazar dostlarımın ellerine teslim edilmişti. Anlam bütünlüğü, seçtiğim anlatım biçimi, kullandığım dil konusunda onların görüşlerini, metnin aksayan ve güçlü yönlerini onlarla tartışmıştım. Masa başına oturduğunda, egolarını bir kenara bırakıp, birbirinin emeğine değer veren, birbirinden bu zamanı esirgemeyen insanlarla bir arada olduğum için şanslı olduğumu düşünüyorum.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Bir şey ummuş muydum? Bilmiyorum. Sanırım ummamıştım. Onun için umduğumu buldum ya da bulamadım diyemeyeceğim. Ama kendimle ilgili bir şeyi keşfettim. Bunu kitabımın tanıtımını yaptığımız ilk toplantıda da dile getirdim. Kitabı elime aldığımda öykülerimi yayınlatma veya bir kitap haline getirme konusunda neden bu kadar isteksiz davrandığımı anladım. Ben hikayelerimden, öykü karakterlerimden ayrılmayı istememişim. Bir anda kendimi yalnız ve terk edilmiş hissettim O çalışmalar falan bir anda kendini sıfırladı, kitabın kapağını açamadım. Ateşe değmiş gibiydim. Benden çıkmış gitmişler, aramıza tarifsiz bir uzaklık girmişti.

Ancak bu duygudan çabucak sıyrıldım. Okuma grubumdaki arkadaşlarım kitabımı kutlamak için bir öykü seansı düzenlemişti. O akşam kitabımdan kendi seçtikleri öyküleri okudular. Bir anda o öyküleri kurguladığım, kaleme aldığım günlere döndüm, okurun zihninde yeni bir yolculuk başlamıştı. İç huzuruyla arkama yaslanıp keyfini çıkardım.

Peki hayatımda ne değişti? Pek değişen bir şey yok, yine tüm zamanım okumak ve yazmakla geçiyor. Ama sanki, yazma uğraşısı anlamında keyfim yerinde. Kendimi hafiflemiş, özgür hissediyorum.

Telif aldınız mı?

Yayınevimle ilk baskı için telif almayacağım konusunda anlaşmıştık. İkinci baskıyı heyecanla bekliyorum.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Dergileri ve dergiciliği önemsiyorum. Pek çok edebiyat dergisini takip ediyorum. Yeni öykücüleri tanıma, edebiyat kuramı üzerine yapılan tartışmaları izleme, öykücülüğümüzün ne yönde ilerlediğini takip edebilmek açısından önemli bir işlevi yerine getiriyorlar. Benim de bu kitapta yer alan üç öyküm daha önce dergilerde yayımlandı. Yönetim kurulunda görev aldığım bir dernek bünyesinde de üç yıl boyunca iki aylık bir dergi yayınladık. 14 Şubat Dünyanın Öyküsü. Bugün teknolojinin olanaklarını kullanarak masaüstü yayıncılığı sürdüren pek çok platform da edebiyatın biçimlenmesi ve zenginleşmesinde aynı etkiyi yaratıyor.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Yakın çevrem yazıyla olan ilişkime hep destekleyen bir tavır içinde oldu. Bana sezdirmediler ama öyküleri yayınlatmada geç kaldığımı düşünüyor olmalılar ki kitabın yayınlanmasını da heyecanla karşıladılar. Neredeyse tüm zamanımı okuma ve yazma uğraşıyla geçirdiğim için yazıyla ilişkimin ciddiyeti konusunda kafalarında bir soru olduğunu sanmıyorum. Kitap bu anlamda bir özgürlük kazandırdı diyemem.

Peki, bundan sonra?

Yazmaya devam ediyorum. Notlar alıyorum. Kafamda öyküler dönüp duruyor. Kitabın yayına hazırlandığı günlerde yazmaya başladığım bir öykü vardı. Bir nedenle yarım kalmış, kahramanımı bir yayla evinin bahçesinde, kafasında türlü düşüncelerle bırakmıştım. Olmadık zamanlarda kendini hatırlatıyor, kaygılı bakışlarla beni izliyordu. O öyküye noktayı koydum. İkimiz de huzur bulduk. Sonra geçenlerde bir sabah uyandığımda, hiç aklımda olmayan bir hikayenin, kurgusu, dili ve anlatım biçimiyle kafamda olduğunu gördüm. Soluksuz, onu kaleme aldım. Şimdi üzerinde çalıştığım bir metin var. Arada, dil ve biçim olarak öyküden uzaklaşıyor, tutup kolundan getiriyorum.