ET_nm-4XQAEqwRb

Jim Jarmusch’un Paterson’ı (2016) için, sıradanın, günlük olanın şiirsel bir anlatımı dersek klişeye sığınmış oluruz belki ama kesinlikle yalancı çıkmayız. Paterson’ın kahramanı Bay Paterson, doğup büyüdüğü Paterson kentinde otobüs şoförlüğü yapan [23. Hat], evli ve köpekli bir şairdir. Şairdir fakat şiirlerini defterlerine yazar ve onları karısı dışında kimseyle paylaşmaz. Paterson, deyim yerindeyse, şair değil şiir olmak peşindedir. Şiirle hemhal olduğu anlar, şiir düşündüğü zamanlar ona yetmektedir. İsmini kitap kapaklarında görmeye pek hevesli değildir doğrusu.

Paterson’ı izlerken bir Barış Bıçakçı metni okuyor gibi hissettiğim anlar oldu. Çok oldu. Barış Bıçakçı’nın sıradanı, günlük işlerin tekrarını ve rutini anlatırken hissettirdiği kadife yumuşaklığını ve yalınlığı Jim Jarmusch da hissettiriyor. Paterson’ın hayatından bir haftalık kesiti izlerken şoför-şair Paterson’a birçok bakımdan benzeyen Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz’deki Ender karakterinin şu dizeleri eşlik edebilir size de:

Uzaktakini çağırıyordu en uzaktakini.
Mevsimlerin tekrar edemediği bir şeyi çağırıyordu,
gelmesi mümkün olmayanı.

Paterson’ın bir haftalık rutini tamamen şiirle, işiyle, karısı Laura ve köpeği Marvin’le [Jarmusch’un Lee Marvin’in Oğulları adlı gizli kulübüne bir gönderme mi acaba] geçiyor. Paterson, karısı Laura’nın şiirlerini dünyaya açması konusundaki ısrarlarını geçiştiriyor. Favori şairi William Carlos Williams; ki kendisi aynı zamanda bir doktor ve Paterson adında beş ciltlik bir şiiri mevcut. Akşamları Faik Baba’ya benzeyen Doktor lakaplı bar sahibiyle sohbet ediyor. Hayat böyle sürüp gidiyor. Ta ki Marvin haylazı, Paterson’ın şiir defterini parça pinçik edene kadar. Şoför-şair kedere gark oluyor, şehirde en sevdiği yer olan şelaleye gidiyor. Orada rastladığı bir Japon [Aha abi], kendisinin de şiirleri olduğundan açıyor ve “Çeviri şiir, yağmurlukla duş almaya benzer” diyerek güldürüyor bizim Paterson’ı. Akabinde ona bir parşömen defter hediye ediyor, boş bir defterin vaat ettiği ezici umudu bırakıp gidiyor kucağına. Benim de aklıma Can Yücel geliyor:

“Şiir bir umutsuzluktur. Elbette bir umutsuzluktur. Niçin mi? Umutsuz olmayan adamlar şiir yazamaz. Umutsuz olmayan adamlar resim yapamaz, mimar olamaz. Yaratıcı olamaz. Bu dediğim elbet yaşadığımız dünya için bir söz. Çünkü kağıt bir umutsuzluktur. Boş bir kağıt… Tuğlalar, briketler, çimentolar, hepsi umutsuzluktur. (…) Onların içinden bir umudu bulmaktır şiir.”

Paterson, birçok güzel ve naif şeyi çağrıştırıyor ve fakat en çok da Macar şair Anna Pardi’nin şu dizelerine benziyor bana kalırsa:

Ne kan, ne ateş, ne devrim
Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma yalnızca

Onur Çalı

Resim: Sezen Sayınalp