Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Uzun bir süreç oldu diyebilirim. Çok yazarak, okuyarak, başkalarının yazdıklarını dinleyip, üzerinde düşünerek geçen bir dönem. Bir dosyanın ortaya çıkması dört beş yıl sürdü. Dosyam hakkında bir editörden oldukça eleştirel ama üzerinde çalışırsam yayınlanmaya değer bir dosya olduğuna dair e-posta aldıktan sonra yaklaşık bir yıl da kendisiyle çalıştık. Bu sürede çok seyahati olan yoğun bir iş hayatının da süreci sekteye uğrattığını da eklemem gerek. Atölyelerin rolü hakkında epey yazılır çizilir ama çok faydasını gördüm. Beni disipline etti. Dosya oluşturacak sayıda öyküm olduğunda da bir türlü yayınevlerine göndermeye cesaret edemedim. Kim okur ki bunları düşüncesi hasıl oldu. Arkadaşlarımın teşvikiyle gönderdim.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Günlük, anı, deneme hatta masal derken öyküye çevrildi yönüm. Günde 16 saat çalıştığım çok sayıda insanın sorumluluğunu taşıdığım bir işim var. Gece saat dokuz on gibi işim bitiyor, bir iki sayfa okuma ya da bir şey seyretme derken yazmaya neredeyse gece yarısından sonra başlıyorum. Bu saatten sonra da roman yazılmıyor. Latife Tekin bana hem hastane yönetip hem de roman yazamazsın demişti. Zaman kısıtlığından öykü yazmaya başladım ama sonra çok sevdim. Çünkü aceleci bir yapım var, ne yapıyorsam hemen sonuçlansın isterim. Öykü bu fırsatı veriyor bana.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Sorunuzdaki belirlemek fiili gülümsetti beni. İlk kitabı çıkacak yazar adaylarının yayınevi seçme lüksü var mı bilmiyorum? Tabii kitabınız öykü üzerine yoğunlaşmış belli başlı yayınevlerinden çıksın istiyorsunuz. Sonra baktınız olumsuz cevap ya da daha sıklıkla hiç cevap alamadınız, diğer yayınevlerine gönderiyorsunuz. En azından süreç bende böyle oldu. Ancak bir editörün önce olumlu dönüş yapması sonrasında yayın kuruluna sundum, cevap bekliyorum diyerek sizi 2-3 ay bekletip ardından sırra kadem basması gibi durumlar da oluyor. Yazar adaylarının morallerini bozmadan denemeye devam etmesi gerek. İş dünyasının bir terbiyesi vardır; olumlu ya da olumsuz cevap dönmek diye. Edebiyatta bu düstur pek işlemiyor, belki yüzlerce başvuru olduğundan yetişemiyorlardır, onlara da hak veriyorum.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yardımcı olmak kelimesi yetersiz kalır. Editörüm Zarife Biliz, yazma stilim hakkında ufkumu açtı. Estetik bulduğum, akışkanlığı sağladığını düşündüğüm bazı yaklaşımlarımı acımasızca eleştirdi. Yazara müdahale olarak düşünülmesin lütfen. Üzerinde düşündüm ve haklı buldum onu. Sorduğu sorularla metnin okura nasıl ve ne kadar geçtiğini gösterdi. Dün Ankara’dan aynı zamanda kendisi de yazar olan bir okur aradı. Kitabın inanılmaz temiz, hatasız olduğunu ve bunun da ilk kitaplarda az rastlandığını söyledi ki bunda editörümün büyük payı var.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Biliyorsunuz yüzyılda bir rastlanacak salgın yaşıyoruz ve ben bir hastane yönetiyorum. Büyük bir endişenin pençesindeyken hastalarına yardım etmeye çalışan sağlık mensuplarına en uygun ortamı sağlamak ve onların moralini, sağlığını en üste düzeyde tutmakla yükümlüyüm. Kitabım hayatımın bu en zor döneminde bana moral veren tek şey. En keskin rüzgarların estiği korkunç bir ortamda buz tutmuş toprakta tutunmaya çalışan bir çiçek gibi görüyorum onu. Biraz romantik bir yaklaşım oldu ama bana hissettirdikleri böyle. Akşam eve gelip kitapla ilgili yorumları okumak, bir okurdan mesaj almak ertesi güne devam etmek için gerekli güç oluyor. İmza günü yapamadık. Salgın geçsin, kutlama gibi yaparız diye düşünmek hoşuma gidiyor. Büyük bir badirenin atlatılmasının şenliği olur.

Telif aldınız mı?

Yayınevim Sel bir telif ödedi.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Oldukça uzun zaman. Bir öyküm, Eskisi Gibi Olabilecek miyiz Madam?, ilk defa Notos’ta yayınlandığında, yurtdışı seyahatinden dönüyordum. Eşim dergiyi alıp havaalanına gelmişti. O anı unutamam gerçekten. Kitap yayınlandıktan sonra Çanakkale’de bir kitapevi çalışanının öykülerimi dergilerden bildiğini söylemesi de çok önemliydi. Dergilerin hayatını sürdürememesine çok üzülüyorum. Öykü Gazetesi’nin dönüşüne çok sevindim. Dijital dergicilik daha çok önem kazanacak. Gençliği yakalamanın yolu buradan geçiyor.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Bunu bana ilk hissettiren linkedin sitesi oldu dersem biraz komik olacak ama doğru. Burası bir tür iş dünyasının facebook’u. Sitede bir yorum yazmaya çalıştığımda beni yazar olarak tanımlıyor. Önce şaşırdım ama sonra hoşuma gitti. Meslek olarak hiç görmemiştim. Çevremdekiler bana benden daha çok inanıyordu. Bu nedenle farklı bir yaklaşımları olmadı. Bu alana odaklanmam yönünde telkinler var. Aynı zamanda, o kadar çok kitap ve yazar var ki, insan evrende bir nokta bile değilim diye düşünüyor.

Peki, bundan sonra?

Sağır genç bir adamı anlatan bir kısa roman yazmaya başladım. Onu bitirmek en öncelikli hedefim. Öyküye devam elbette. O, benim hayatımın bir parçası, kimse okumasa da.