Mustafa Kurt’un İkinci Yeni şairleri başta olmak üzere 1950 sonrasında Türk şiirinde öne çıkan bazı isimler ile onlardan seçilen metinler üzerine yaptığı çözümleme ve yorumları içeren “Çağdaş Türk Şiirinde MODERNİZMİN İMGELERİ” kitabından tadımlık bir bölümü yazarın ve Çolpan Kitap yayınevinin izniyle sunuyoruz.
Meksika Açmazı: “Üç Güvercin Görsek…”
“Meksika açmazı” içinden çıkılması zor bir durumu ifade eden ve daha çok Amerikan İngilizcesinde kullanılan argo bir deyim. Peki, bu deyimin Meksika’yla ilgisi ne? Her deyimin bir gerçeklikten kök bulması geleneği burada da ortaya çıkıyor ve bu deyim, yirminci yüzyıl başlarında Meksika’nın yaşadığı ekonomik ve toplumsal çıkmaza atfen türüyor. En azından kaynaklar böyle olduğunu yazıyor. Bu deyim sinemada ise gerilimi yüksek ve dramatik bir duruma işaret etmekte. İki veya daha fazla -genellikle de üç- kişinin birbirlerine silah çekmesiyle oluşan yüksek gerilimli durumu ifade eden “açmaz”da; gerilimi diri tutan şey, her bir tarafın, karşısındakilerin kendisine ateş edeceğinden korktuğu için, silahını bırakamaması ve her an tetikte olmasıdır. “İyi, Kötü, Çirkin”in finali ve Tarantino’nun o filme selam duran pek çok sahnesi bu açmazın sinemada bir leitmotif hâline gelmesini sağladı. Bence, Meksika açmazının ifade ettiği durum ile Turgut Uyar’ın “Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza” dizeleri arasında ilginç bir benzerlik var. Benzerlik yalnızca her iki sözün de merkezinde Meksika olmasından kaynaklanmıyor. Modern Türk şiiriyle ilgilenen hemen herkesin ezbere bildiği bu dizelerin taşıdığı dramatik atmosfer ile arkasından veya önünden neyin geldiği/geleceğine dair beklentinin yarattığı “askıda/tetikte olma hâli” ve de dizelerin atıfta bulunduğu gerçekliğin neye karşılık geldiğinin açık olarak bilinememesi bu açmazı cazip bir meraka dönüştürüyor.
Uyar’ın dizelerinin dünyasına sokulmaya çalışmadan önce şunu özellikle vurgulamak gerekir ki, şiir bağlamındaki “içinden çıkılması zor durum” yalnızca söz konusu dizeler için geçerli değildir. Modern şiirin yerli ve yabancı pek çok örneği, okurundan çok yönlü bir bakışı ve yorucu bir çalışmayı talep eder. Bunun en önemli nedeni, değişen şiir algısının ve dünyevî gerçekliğin edebî düzleme taşınırken yaşadığı dönüşümdür. Bu bakımdan modern şiiri gelenekli şiirden ayıran en belirgin özelliklerden biri, kullanılan mecazlar veya imgeler sisteminin, yüzyıllar içinde oluşmuş “kolektif bir sözlüğe” dayanmamasıdır. Bu bakımdan modern şiirde, genellikle üzerinde mutabık kalınmış ve okurun, mecaz veya benzetmelerin neye atıfta bulunduğuna dair kolayca çıkarımlarda bulunabildiği bir sarihlik söz konusu değildir. Bir başka ifadeyle, modern şiirde, -gelenekli şiirin aksine- ortak bir mazmunlar/mecazlar veya kültürel kodlar yerine, her şairin kendi kurduğu yeni bir dil, yeni bir imgeler sistemi, hattâ ‘bireysel mitoloji’ söz konusudur. Bu; özgün, karmaşık dil ile imgeler ve mitolojilerin İkinci Yeni şiirindeki görünümünde öne çıkan en önemli özellik, şiire ait unsurların çok farklı kaynaklardan beslenen bir yapıyla kurulmasıdır. Hattâ bu şiirsel yapı, aynı anda birkaç kaynağa gönderimde bulunarak birkaç kat derine inmekte ve anlamca çok katmanlı dizeler ortaya çıkmaktadır. İkinci Yeni şiirinin zaman zaman “anlamsız” veya “anlaşılması zor” olarak nitelendirilmesinin de en önemli nedeni budur. Oysa bu şiir için daha doğru niteleme, bu metinlerin dünyasına girilmesinin zor olduğudur. Zaten 1960’lardan sonra aynı çizgide yürüyen şiirin genel özelliği de budur. İkinci Yeni veya ondan sonra yazılan şiirin kültürel, bireysel ve toplumsal kodlarının çözülmesi için çok yönlü bir bakış açısı zorunludur. Sözgelişi, Edip Cansever’in “Kolları upuzun Walt Whitman’ı okumaktan.” dizelerinin dünyasına yaklaşabilmek için öncelikle Whitman’ın şiirlerindeki dize uzunluklarına bakmaya; İsmet Özel’in “Kılıçsızım, / saygım kalmadı buğday saplarına” ile başlayan şiirini belli bir bağlama oturtabilmek için Köroğlu’na dönmeye; Ece Ayhan’ın pek çok şiiri için tarihsel atıflarda saklı durumları açmaya ihtiyaç vardır. Örnekler elbette çoğaltılabilir; ancak genel bir okumayla bile, modern şiirin karmaşık ve pek çok etkiyi bir arada sunan derin bir yapıya sahip olduğu sezilebilir. Turgut Uyar’ın şiiri de bu bağlamda söylenenlerin doğrulanması için âdeta açık bir çalışma alanıdır. Sözgelişi sadece “maden”, “incir” veya “orman” kavramlarının/imgelerinin, Uyar’ın şiirsel tasarımında neye karşılık geldiğini anlamak için bile neredeyse onun bütün şiirlerinin okunmasına ihtiyaç vardır. Şiirin dünyasına girmeyi deneyen bir alımlayıcı veya “yeniden üreten” olarak sormanın zamanı geldi sanırım: Niçin üç güvercin görünce Meksika aklımıza geliyor?
Soruya bir cevap aramak için galiba öncelikle bu dizelerin geçtiği Geyikli Gece şiirinin genel atmosferine bakmak gerek. Geyikli Gece, Turgut Uyar şiirinin modernist bir tavra evrilişini ve “bireysel mitolojisi”ni haber veren kitabı Dünyanın En Güzel Arabistanı’nın ilk şiiridir. Uyar’ın kendi imgelerini ve sözlüğünü kurduğu bu önemli kitap 1959’da yayımlanmış ve büyük ses getirmişti ki, kitabın büyülü havası, etkisini günümüzde bile kaybetmiş değil. Turgut Uyar’ın modernizme bağlı değerlerle hesaplaşmaya başladığı bu kitabı, doğa-uygarlık çatışması ekseninde; kentleşme, ilerleme, modern hayatın bireyi kuşatan tanzimine yönelik kaçış yollarını dilde biçimlendiren bir metinler toplamıdır. (“Metin” kelimesini şiiri de kuşatan bir üst kavram olarak kullanıyorum; çünkü Arabistan’daki şiirler, “İkinci Yeni” şiirinin özellikleri sıralandığında sayılan “öykülemeden uzak oluşu”na karşıt bir karakter sergiliyor veya böyle bir özellik İkinci Yeni’yi niteleyen bir ifade değil. Elbette “öyküleme”den yalnızca Garip’in bazı hikâyeli şiirlerini anlamıyorsak…). Kitabın ilk şiiri olan Geyikli Gece’nin önemi, şiirin Uyar’ın poetikasını açık bir biçimde dile getirmesidir. (…)