Hadula: Bir Ada Öyküsü, alışılagelmiş ada hikâyelerinin çok dışında, Yunan edebiyatının ünlü yazarlarından Aleksandros Papadiamantis’e ait bir novella. Gerek ülkemizde gerekse Yunanistan’da karşılıklı çeviri sayılarının azlığı düşünüldüğünde genellikle mübadele temalı eserlerin öne çıktığını görülür. Oysa “Hadula” yazarına, Yunan edebiyatının Dostoyevski’si ünvanını kazandıracak denli farklı temada ve içerikte bir eser.
Papadiamantis’in ikinci romanı olan Hadula, ilkin bir dergide “sosyal roman” olarak tefrika halinde yayımlanmış. Tiyatroya uyarlanan eser, sinema filmi olarak da gösterime girmiş ve 2014’te opera olarak sahnelenmiş.
Hadula’yı yazarından bağımsız olarak tanıtmanın eksik kalacağını düşünüyorum çünkü karşımızda ilginç bir kişilik var. Yunanistan’ın Skiathos Adası’nda (İskados Adası) bir papazın oğlu olarak doğan ve gençlik yıllarında Atina’ya ilahiyat okumak üzere gönderilen Papadiamantis’in son anda kaydolduğu felsefe bölümünü de yarım bırakarak adasına dönmesi, yazarlık hayatının başlangıcı olmuştur. Diğer yazarlardan uzakta yalnız, münzevi ve bohem bir yaşam sürmesi, yazarın “dünyevi keşiş” lakabıyla anılmasına neden olur. Romanlarından çok genelde ahlâki öyküleriyle bilinen Papadiamantis’in en önemli özelliği ise Yunan halkını samimi bir dille ve en realist şekilde tanıtmasıdır:
“…her fakir aile mutlaka ama mutlaka tüm kızlarını baş göz etmek ve onlara beş, altı, yedi çeyiz vermek zorundaydı… İstanbul’da adına ‘trahom’ denen ve yanlış hatırlamıyorsam artık Büyük Ortodoks Kilisesi’nin bile unuttuğu ‘sayma’ diye bir âdet.”
Kitapta, Hadula’nın özgün adı olan “Katil Kadın”, başkahraman yaşlı Hadula’yı tanıtan bir söz grubu olarak karşımıza çıkar. Yazar, Yunan toplumundaki -bir anlamda tüm dünyadaki- kadınların, bebeklikten başlayarak yaşadıkları zorlukları ve toplumdaki ahlâki çarpıklıkları bir çeşit felsefi sorgulama şeklinde okura sunmaktadır. Felsefi özelliğinin yanı sıra psikolojik yönüyle de dikkat çeken novellada, 19.yy kadınının sorunlarının etkileyici şekilde okura aktarımı, kitabın sürükleyiciliğini sağlayan unsurlardan biri. Bir yandan kız çocuğu olan ailelerin drahoma vermek için yaşadıkları zorluklar gözler önüne serilirken bir yandan da açmazlar içindeki kadınların hayatlarının; ilkin eşlerinin, çocuklarının daha sonra torunlarının bir nevi işgaliyle âdeta köle durumunda yaşamaktan kurtulamamaları, kendi yaşamlarını ertelemeleri veya hiç yaşayamamaları ve bu durum karşısındaki çaresizliklerinin aktarımı eserin feminist özelliğe de bürünmesini sağlamış.

Kurgu, şifalı otlarla uğraşarak kızlarına ve yeni doğmuş kız torununa bakan yaşlı ve psikopat kadın Hadula’nın hastalıklı psikolojisiyle kendince kız çocuklarını kurtarma amacı güdüp öldürmesine kadar gider. Bu psikopat kadın iç sesini dinleyerek, baktığı torunu dahil karşılaştığı tüm kız çocuklarını öldürmekle onları ve ailelerini yaşadıkça karşılaşacakları acı ve eziyetlerden, haksızlıklardan kurtardığını düşünür. Bu vesileyle eserde, insan psikolojisinin ürkütücü boyutlara ulaşabilen hastalıklı yönü, etkili bir şekilde dile getirilir:
“Bebeğin hüzünlü ağlayışını, ruhunun derinliklerinde karanlık ve derin bir yankı gibi ilk kez duymuyordu. Tehlike ve beladan kaçtığını sanıyor ama aslında lanet ve felaketi yanında taşıyordu. Bodrum ve hapisten kaçtığını düşünüyor ama aslında hapishaneyi ve cehennemi içinde yaşıyordu.”
Tam da bu noktada eser, Suç ve Ceza’yı hatırlatacaktır size:
“O günden beri yaşlı Hadula, vicdan azabı ve endişe içinde, sanki ağarmış saçlarında küller varmış gibi yaşıyordu. Başını belli belirsiz şekilde eğik ve hareketsiz, büyük siyah mendilini de bir tövbe torbası gibi tutuyordu.”
Kurgu boyunca yazar, okuru Yunan halkının yaşam tarzı ve alışkanlıkları hakkında bilgilendirirken Yunanistan’ın doğası hakkında da başarılı betimlemelerde bulunmakta özellikle kır ve çoban hayatını ön plana çıkartmaktadır:
“Aşağıda Ahilas Nehri, geniş vadinin içinde derince bir yarık çiziyor ve sular, sessiz, sakin bir şırıltıyla akıyordu… Vadi boyunca, yeşil yansımalardan yeşilimtırak bir hal almış yılanlar gibi sürünerek, kayalar ve ağaç köklerini öpüp ısırıyordu.”
Bu bağlamda realizm ve natüralizmin iç içe geçtiği novella, çözümsüz kalan toplumsal sorunları perdelenmiş bir feministliğin eşliğinde sıra dışı bir kurguyla ortaya koymuştur. Hikâyenin kaleme alındığı yıllarda yazarın bir erkek olarak kadın dünyasıyla empati kurması ve toplumdaki kadın açmazını yansıtmasındaki başarısı düşünüldüğünde onun takdire değecek yönü ortaya çıkar:
“Uykusunda henüz genç bir kız olduğu zamanları gördü. Babası ve annesi, gerçekte olduğu gibi ‘ölüsünü kutsuyor’ yani onu evlendiriyordu, baba yadigârı bahçeyi de ona çeyiz olarak veriyorlardı.”
Okurda Antik Yunan efsanelerini okuma arzusu uyandıran Hadula, farklı bir kültür ve coğrafya hakkında da bilgilenmenizi sağladığı için ayrı bir tat bırakıyor. Ve sadece bu nedenden dolayı da olsa ülkemizde çok fazla tanınmayan Papadiamantis gibi dünya yazarlarını okumanın keyfine paha biçilemez.
Selva Trak Ulupınar