
a) Aşk İki Kişiliktir (Ataol Behramoğlu)
Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

b) Aşk Tek Kişiliktir (Yılmaz Odabaşı)
tek kişilik kalabalıktır aşk.
aşk tek kişiliktir; ikinci bir kişiye bilet yoktur.
kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi,
kendinin mayası; herkes sevgisini sever…
aşk nedir incil’e göre? nedir tevrat’a, zebur’a, kurân’a göre?
bu kitaplardaki aşklar küfürler neyin rengine göre?
insandır, insan aslolan, insana göre
bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde gitmek bir yalnızlıktır.
bütün gitmeler bir yalnızlıktır kalmaya göre…
sevginin ve cesaretin cesetleriyle günler ağır ve kirli tortusunu bırakırken ömrümüze; günler, düşlerimize, özlemlerimize… uzaklığın şakağında kaç namlu kimbilir yakın olmasın diye?
sonra biz buradan uçurumlara teslim olan gençliğimizle!
en rezili belki parayla insan arasındaki yalnızlıktır; hiçbir inanç, hiçbir ideoloji, hiçbir aşk, hiçbir kitap bu yalnızlığın kurallarını bozamıyor
bu da bir yalnızlıktır…
‘yalnızlık bir yağmura benzer’
yağmurdan önce biz, bütün çılgınlıkları bir bir bölüştük, bir bir türküleri, telaşlı koşuşları, bir bir silahları, tabuları, ayrılıkları; çoğaltıp yalnızlığımızı feodal tekkelerde ellerimizin üstünde bir el bile yokken bölüştük vuruşları.
sonra bir geceydi ve yalnızdık; çoğalttık susuşları…
yağmura yakalandığımız geceye çarptık; geceye olmadı.
ama biz paramparçaydık!
ve hayat gaspetti o mağrur duruşları…
hâlâ dağların üstünde, zambakların içinde işte şu hayat; destan ve yalnız hayat!
yalnızlığa halay halay ellerim;
kırılası kırılası ellerim!
benim ellerim, yuh ellerim, şair ellerim…
kalemimi silahıyla koruyan, kalemi de silahı da yalnız ellerim;
‘yalnızlık bir yağmura benzer’
yağmurda sırılsıklam ellerim…
daha birileri biryerlerde yaralardan söz ediyor; sonra binlerce ses o bir sesin üstüne, belki de yüzbinlerce…
ama kime anlatılır ki yara, orada yara olarak yalnız.
yarayı anlatan, anlatırken; yara ise orada yara olarak yalnız!
destan ve yalnızdır hayat kırılası ellerim!
herkes kendine göre bir yalnızlıktır!
İyi ki doğmadınız hiç doğmayanlar ya da doğması olasılık kalanlar, doğarken biz de spermdeki olasılık kadardık; o olasılıkla doğmak veya doğmamak üzere yalnızdık.
şimdi de yaşamak ve ölmek hâlâ bir olasılıktır.
hep mengenede, kaderde en çok da yaşamak bir olasılıktır.
sevişmek ey, yaşamak bir olasılıktır!
yalnızlığı sevişirken eksiltiyor, eskitiyor ve eskiyoruz…
seviştiğim gece emzirdiğim gecedir,
özümü katarım ona;
geceyi kanatırım gece beni kanatır.
gece insanlığımız
insanlığımız ise yalnızlıktır…
giderek insanlaşıyor, uygarlaşıyor ve insansızlaşıyoruz…
‘görgü tanıklarının ifadelerine göre’
günlerin dağınık yüzü ter ve keder içinde;
zanlıları her sabah o resmi geçitlerde…
işte hayatlarımız intiharların ve cesaretlerin sustuğu yerde;
hayatlarımız diğer hayatların da cesetleriyle…
hayatlarımızda kimselerin bilmediği yalnızlıklar;
ama kimseler bilse de bilmese de yalnızlık var ey bütün yalnızlıklar!

c) Aşk Üç Kişiliktir (Altay Öktem)
yüzümde metresine dantelli don almış
taşralı tüccar mutluluğu var
yüzümde kırık bir şişeyi andıran
yanık izi var baba beni tahrik et
yaralı bir kuşun yanına göm beni
tek koluyla savaşarak tarihe geçen
bir halk kahramanı gibi abart kendini
acı dediğin yaşadıklarının izi değil
yaşamayı ıskaladıklarındır asıl
baba beni ahşap bir ev gibi düşün
yıkık dökük bir han gibi
uyurken saçımı okşa, uyanınca kundakla
herkes bilir; iki kişi sohbet edebilir ancak
bir kişi daha girmezse hayatlarına
aşk falan yoktur. aşk üç kişiliktir baba
cinayet içinse yüzlerce kişi gerekir
metresine molotof kokteyli taşıyan
pis bakışlı kambur bir oğlan kadar mutluyum
dönmemi bekleme boşuna, vuracaksan
sırtımdan vur beni baba
ne yana dönsem arkamda kalıyor hayat
ne yana dönsem sütü taşırmış
bir kadın telaşı. yüzüme bak baba;
sapından koparılmış gül kırmızısı

d) aşk hiç kişiliktir (Gökhan Arslan)
1. rüyamda Ritsos’un Erotica’sını okuyordum sana
çırılçıplak uzanmıştın ıslak otların üzerinde
güneşin vurduğu bir nehir gibi parlıyordu gövden
zamanın içinden yürüyüp gitmişti ihtiyar bir ağaç
2. seslerin prensesi avuçlarıma döküyordu yıldızları
yaprakların arasından görünen gökyüzü parçasında
ansızın kırmızıya boyanmış bir yelkenli belirdi
bir çamurcunun sesi geldi çalıların arasından
tütün sarıp aya baktım, ormana daldı birkaç bulut
3. birbiriyle yıllar önce tanışmış, daha sonra olmadık
bir yerde karşılaşan iki bedenin tedirginliği vardı aramızda
4. paslanmış trombonun üzerinde yıllardır bekleyen kelebek
lekesi, sessizce havalandı sen saçlarını açınca
göğsünle karnın arasında durmadan büyüyen bir cazçiçeği
çekik gözlü japon kedileri avluya doluştu
yağmur yağdıkça çektiğini gördüm dünyanın
5. sulara yürüyen bir çalgıdan dinledim kendi geçmişimi
6. bazı yazlardan sonra hiç kimse eskisi gibi kalmaz dedin
kuduzotu kokladım, pirinç ayıkladım, dağlara baktım
denizin kabuğunu kaldırdı bir oltanın iğnesi
7. bozkırdaki deniz feneriydin, güneşin içinde buz kristali
zeytin harabelerinden ve ruhun gemisinden geçtin
geride kaldı müzikaller çağı, porselen bebekler
ellerinle yoklayarak öğrendin boşluğu
8. ayçiçeği tarlasında korkuluğa konan sarhoş martı
adınla başlattım yeryüzünün kimseye söylemediği yaşını
9. rüzgâr, yularından boşanmış bir hayvan gibi geçti yanımızdan
gökyüzünde bir orman, kendimizi ararken kaybolduğumuz
10. rüyamda Ritsos’un Erotica’sını okuyordum sana
derisini değiştiren bir yılan gibi soyunmuştun güneşte