
Bu sabah geldi haber. Kaçmış…
“Ne diyorsun? Yapmaz öyle şey. Bırakmaz sizi”
“Yapmış işte!”
“Nereye gitmiş peki?”
“Amerika’ya”
“Aslında çok da şaşırmadım biliyor musun? Çocukluğundan beri en büyük hayaliydi. Ama hiçbir zaman gerçekleştireceğini düşünmemiştim.”
“Tam üç gündür ortalıkta yoktu. Bu kızı da getirdi bıraktı bize. ”
“Hiç bir şey söylemedi ha…
“….”
“Şimdi ne yapacaksınız?”
“Ne bileyim? İşler kesat. Kızı köyüne göndereceğim. Biz bakamayız. Kendi boğazımızı doyuramıyoruz”
“Eğer isterseniz ben bir çözüm bulabilirim. En azından kız için.”
Sanki yanlarında ben yokmuşum gibi konuşuyorlar. Gerçekten gittin mi? Bıraktın mı beni? Neden bir şey demedin? Ne yapacağım sensiz? Köye dönemem yok, ölsem dönemem. Hem gitsem, kapısını çalsam babam alır mı tekrar beni? Acı içinde kıvrandığımı görse, sokaklarda bir köpek gibi açlıktan öldüğümü görse bile bir daha eve alır mı? Üstelik…
Dün gece içimi yakan bir sancıyla uyandım. Tam karnımın üstünde. Biri koca bir bıçağı derinden derine saplamış, içerde çevirip duruyordu sanki. Kimseye duyurmadan kıvrandım yattığım yerde. Bir zamanlar beni sardığın o köşedeki küçük yer yatağında. Acı içindeki inleyişlerimi kimse duymasın diye dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Yorganı başıma çektim. Nefes bile almak istemedim. Acı saatlerce sürdü. Soğuk terler boşaldı her yanımdan. Korkumdan, dedim. Önce sensizliğin ağrısı sandım. Yoktun günlerdir. Beni habersiz koyup gitmiş, aramamış sormamıştın. Başına bir şey geldiğini düşündüm. Yokluğunun acısı saplandı sandım içime. Sonra… sonra anladım. Bedenimde bir şeyler oluyordu. O içimdeydi. Seninle benim yavrumuz. Küçük oğlumuz. Nasıl bilmiyorum ama o oğlumuzdu. Ben… ben nasıl oldu bilmiyorum. Ama hissettim işte. Anladığım an onu sımsıkı sarmak istedim. Çünkü bu ağrı iyiye işaret değildi. Daha önce hiç gebe kalmamıştım. Ama annemin sancılar içinde kıvrandığını görmüştüm. Bir gece de yine o ağrılardan birini çekerken gitmişti. Kimse bir şey anlatmasa da anladım işte. Ben anne olacaktım. Ama yanlış bir şeyler vardı. O da senin gibi gidecekti. Senin gibi sessiz sedasız, habersiz değil içimi yakarak gidecekti. Sımsıkı sarmak istedim. Sanki yavrumuz da benim gibi acı çekiyordu. Nasıl ben hiçbir yere sığamıyorsam. Ne ailemin yanına, ne buraya senin ailenin yanına. Onu da benim bedenim istemiyordu. Dışarı atacaktı. Acımasızca. Bebeğimizin, oğlumuzun yuvasız kalmamasını diledim. En azından ben rahmimde ona yer açabilmeliydim. Ona yuva olmalıydım. O da bana. Benim de bu rezil hayata tutunuşum olmalıydı. Sonra başka bir şey düşündüm. Belki yavrumuz beni istemiyordu. Gökyüzünde bebekler ana rahmine dağıtılırken benimki beni seçmemişti. O yüzden bırakıp gitmek istiyordu. Tıpkı senin gibi. Beni kimsesiz bırakan diğerleri gibi. İşte o an gücüm tükendi. Daha fazla direnemedim. Sıkamadım işlerimi. Kanayan dudaklarımın tadını aldım. Kan boşaldı. Küçük bir nefes gibi içimden. Gitmişti. Gün ışıyana kadar orada öylece gözyaşları içinde bekledim. Kapı çaldı. Sen mi geldin diye tüm üzüntüme rağmen yüreğimde kelebekler uçuştu. Yavrumuz gitmişti ama sen geri gelmiştin. Annen koştu benden önce. Yoktun. Yaşlı bir kadındı kapı eşiğinde duran. Birlikte kaçtığın arkadaşının annesiymiş. Girdiler içeri, fısır fısır. Ama sessizlikte kelimeler yol bulur. Duydum her şeyi. Gözyaşları aktı. Ne kadar üzüntülü olsalar da bir o kadar da mutluydular. “En azından yaşıyorlar” dedi annen. Evet en azından burada bizi saran sefaletten siz kurtulmuştunuz. Biz başımızın çaresine bakardık. “Yeter ki iyi olsunlar” dedi arkadaşının annesi. Sonra kadın beni sordu. İyice gömüldüm yorganın altına, nefesimi tuttum. Annen ilk defa acıdı mı bana? “Bilmiyorum” dedi. Kimse bilmiyordu.
Kanlı donumu göğsüme sakladım. Oğlumuzun ve senin gidişinin anısı. Bugün acım daha taze. Kimseye anlatmayacağım. Bizim sırrımız, hayır benim sırrım olarak kalacak. Zaten kime anlatabilirim ki? Kim kendi derdinin üstüne bir dert daha eklemek ister ki bu şehirde? Bu adam. Yan yan bakıyor bana. Hoşlanmıyorum bakışlarından. Ama başımı sokacak bir eve ihtiyacım var. Nefesimi tutuyorum yine bıraksam bir çığlığa dönüşecek biliyorum. Dün geceden sonra ben başka birine dönüşüyorum. İçimdeki ölümü de tattıktan, sevginin yalanıyla yüzleştikten sonra daha ne kadar canım yanabilir ki? Cesaretimi toplayıp adama dönüp; “Neymiş çözümün diyorum” Adam şaşıyor önce. Sanki konuşmayı bilmeyen biriymişim gibi bakıyor bana. Sonra “Bir hizmetçilik işi ayarlayabilirim. Yatılı ama” diyor. Hiç düşünmeden olur diyorum. “Ama komisyonumu alırım.” diyor. Umurumda mı sanki. Başımı sokacak bir ev yeter bana. Ne, nerede, nasıl, ne kadar? Konuşuyorlar. Ben bohçamı kucaklıyor ve adamın peşinden yola koyulmadan önce pazarlığın bitmesini bekliyorum.
Dilek Yılmaz