1.Nisan.20

Böyle zamanlarda okumak-yazmak ipine daha çok sarılıyoruz. Endişe, korku ve hatta panik içindeyiz. Yeterli önlemlerin göz göre göre alınmadığını çaresizce izliyoruz. Sizi bilmem ama gün içerisindeki ruh halim [kendim, sevdiklerim ve herkes için] korkudan karnıma ağrı girmesiyle tuhaf bir boşvermişlik arasında salınıp duruyor. Olabildiğince okuyup yazarak kaygıdan azade kılmaya çalışıyorum kendimi. Bugünler geçecek. Bugünler de geçecek.

3.Nisan.20

Doğuş Sarpkaya istedi, BirGün Kitap eki için, yazarlara bu günlerde okunacak kitapları soruyorlarmış. Şöyle cevapladım:

Olağanüstü günlerden geçiyoruz. Kaygımız, öfkemiz, yasımız, kederimiz yanı başımızda. Tuhaf bir şekilde fark ettim ki yazarken ya da çeviri yaparken odaklanmayı az çok becerebiliyorum da okurken kafamı toplamakta zorlanıyorum. Bu zamanlar, kitaplığımızdaki en sevdiğimiz, bizde çeşitli sebeplerle özel yeri olan kitapları yeniden okumak zamanıdır belki de. O yüzden, Refik Halid Karay müstesna, tek tek kitap ismi vermeyeceğim. Tuncay Birkan’ın yayına hazırladığı, Refik Halid Karay’ın yazılarından oluşan “Memleket Yazıları” dizisi 18 ciltten oluşuyor. Tavsiye itici bir şey ama Karay’ın bu yazılarını şiddetle tavsiye ediyorum. Karay’ın şahane Türkçesi, kıvrak zekası ve mizahı iyi gelecektir.

CtvGgLSWYAAur3n

Tesadüfe bakın ki sosyal medyada rastladım. Refik Halid’in torunu Aslıhan Karay, şu fotoğrafı paylaşmış evvelce, şu notla: “Büyükbabam sigaraları kesermiş az içebilmek için.”

8.Nisan.20

Öykülerden öğrenebiliriz
motorlu tirenleri
(evet, tirenleri)
düz rakıyı
yaprak sigarasını
bir zamanlar çocukların
cumartesi sabahları
da
okula gittiklerini
ve tıpkı askerler gibi
şapka takıp asker selamı verdiklerini.

Belki bundan otuz yıl sonra
o zamanki çocuklar
da
bizim öykülerimizden öğrenecekler
kaset çaları
walkman’i
yüksek hızlı treni
(evet, treni)
ve nisan’da yağmurların hiç dinmediğini.

Adsız

Daha başka şeyler de öğrenecekler, öğrenebilirler, bizim öykülerimizden. Jetonla çalışan genel telefonları, mektuplaşmayı, kart atmayı, pusula göndermeyi…

Benim kuşağım, ucundan kıyısından da olsa bütün bunlara yetişti. Kendi adıma konuşayım: jetonlu telefon da kullandım, abonet’le dergi de sipariş ettim, sevdiğim kıza pusula da gönderdim [bir düello eksik kaldı], gidemediğim düğüne telgraf da çektim, yılbaşlarında kart da gönderdim, dostlarımla uzun uzun mektuplaştım da [hatta e-mail işlerine yeni başladığımız zamanlarda mektup uzunluğunda e-mail’ler de yazdım]…

Birkaç yıl önce, nostaljik bir hoşluk olsun için, birkaç dostuma yılbaşı kartı atmıştım. İki dostuma attığım kartta, haddim olmayarak ve fakat dostluğumuza güvenerek, şöyle yazmışım: “Yeni yıl sağlık ve mutluluğunuzu daim etsin, bana da yeğen getirsin.”

Ve birkaç gün önce öğrendim ki bir yeğenim daha gelmiş bu korkunç çirkin ve korkunç güzel dünyamıza: Bilge. Bilge’yle görüşebileceğimiz günleri iple çekiyorum.

Hamiş: Bir yeğenim daha geldi: Hayal.

Şöyle bir hayalim var: Diyelim yirmi sene sonra, bütün yeğenlerimle büyük bir rakı sofrasına oturmuşuz. Hepsi genç yetişkin insanlar, ben biraz yaşlanmışım. Muhabbet gırla.

10.Nisan.20

Hoyrattır bu akşamüstüler daima. (Dranas)

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur (A. İlhan)

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm (A. Behramoğlu)

Annem memur olduğu için
bir cumartesi akşamüstünde doğdum (O. Çororo)

12.Nisan.20

Sıklıkla düştüğümüz bir yanlış var: Okuduğumuz çeviri kitaplar için “çevirisi iyi/kötü” yollu yargılarda bulunmak. Bariz yanlışlarla dolu olan çeviriler müstesna, bu yargılara varabilmek için kaynak metin ile erek metini karşılaştırmamız gerekir.

Bir kitabın çevirisi [erek metin] hatasız ve hatta güzel, lezzetli bir dille yapılmış olabilir. Nedir, bu her zaman iyi bir çeviri olduğu anlamına gelmez.

Geçtiğimiz ayın başında, Ankara Kitap Fuarı kapsamında yapılan bir söyleşiye gittim. İki değerli yazar ve çevirmen, Yiğit Bener ve Ebru Erbaş, “Çevirmek yazmak mıdır?” başlığı altında sohbet ettiler.

Yiğit Bener orada, bizim yukarıdaki meramımıza dair bir örnek sundu. Antoine de Saint-Exupéry’nin popüler eseri Küçük Prens’in Türkçe çevirilerinden açtı. Bizi ilgilendiren kısmı şuydu Yiğit Bener’in söylediklerinin: Türkçede en çok tercih edilen çevirilerden biri olan [ki bana da sorduklarında bu çeviriyi okumalarını öneririm] Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisinin çok lezzetli bir Türkçe metin olduğunu ve fakat Antoine de Saint-Exupéry’nin üslubunu yansıtmadığını söyledi.

Fransızca bilen ve kaynak metne bakabilenler de belki katılacaklardır bu görüşe.

Peki, bizler, bu şansa sahip olmayanlar ne yapacağız?

Hem Küçük Prens hem de başka çeviri kitaplar için iyi çevirmenlere bel bağlayacağız. Başkaca çaremiz var mı zaten?

14.Nisan.20

“Dört başı bayındır tümce yapısı derlemelerini istif ettikten sonra çok kullanılan sözcükleri de edinmeye savaşın; dilbilgisini iyi bilirseniz iyi bir yazar olabilirsiniz. Yolun çoğu budur; çünkü yazı yazmasını bilen pek az yazar vardır.” [Max Jacob, Genç Bir Şaire Öğütler, Türkçesi: Salâh Birsel]

***

Doğrusu şu hayatta edebiyat uğraşımdan başka bir şeyim yok. Sevdiklerim ve edebiyat. Bu zorlu günlerde böyle eften püften şeylerle ilgileniyor olmamı garipseyenler olacaktır. Ne ki, korkunç bir kaygı bataklığına saplanmamak için elimden gelen tek şey bu.

15.Nisan.20

Çevirileri, hele ki şiir çevirilerini karşılaştırmak, aynı şiirin farklı çevirilerine el atmak sevinçlere götürür beni. Ve fakat şiiri çevirmeye ben de el atmışsam sancılı bir sevinç olur bu çünkü şiir çevirilerinde her zaman şairler kazanır. Biz aldığımız zevke bakarız ey okur, kazanmışız kaybetmişiz, ne gam!

Bir şiir çevirisinin başından geçenler: 2018 güzünde Max Jacob’un iki şiirini “Max Jacob’tan İki El Şiir” başlığıyla çevirip yayımlamıştım. Şiirlerden birisi, Max Jacob’un “Yağmur” adlı şiiriydi. Aynı şiiri Ülkü Tamer’in de çevirmiş olduğundan bihaberdim. İyi ki! Yoksa zaten çevirmeye kalkışmazdım. Bir süre sonra, Sözcükler dergisinin 77. sayısında (Ocak-Şubat 2019) Burcu Yılmaz’ın da aynı şiirden yaptığı çeviriye rastladım. El nihayet: Dün itibariyle iki gözüm Salâh Bey’in de Yağmur çevirisini binbir keyifle okudum.

Öncelikle şunu belirtmeli: Bu dört çevirinin topunda başlık aynı kalmış: Yağmur.

Üçümüz, -Ülkü Tamer, bendeniz ve Burcu Yılmaz- Yağmur’un çevirisinde başka bir çeviriden yararlanmışız: Kendisi de şair olan Elizabeth Bishop’un İngilizce çevirisinden.

Salâh Birsel ise doğrudan Max Jacob’un dilinden, Fransızcadan yapmış çevirisini.

Şimdi eğlence zamanı: Şiirin dört çevirisini alt alta dizelim bakalım.

0000000459418-1

Max Jacob-Elizabeth Bishop-Ülkü Tamer:

Monsieur Yusuf unuttu şemsiyesini
Monsieur Yusuf yitirdi şemsiyesini
Mademe Yusuf, çaldılar seninkinin şemsiyesini
Bir de fildişinden sapı var şemsiyesinin
Nedir bu gözüme giren, ucu mu şemsiyenin
Unutmadım mı şemsiyemi
Dün gece koyduğumuz yerde şemsiyeleri
Ben hiç kullanmam şemsiye
Bir tozluğum var, bir de külâhım yağmur geçmesin diye
Monsieur Yusuf, talihiniz var, gerekmez size şemsiye.

0001790773001-1

Max Jacob-Elizabeth Bishop-Burcu Yılmaz:

Bay Yusuf unuttu şemsiyesini
Bay Yusuf kaybetti şemsiyesini
Madam Yusuf, biri çaldı onun da şemsiyesini
Fildişinden bir sapı vardı şemsiyesinin
Gözlerim takılıp kaldı sapına bir şemsiyenin
Bir yerlerde bırakmamış mıydım şemsiyemi
Bırakmadım mı şemsiyemi
Geçen gece senin şemsiyeliğinde?
Belki de satın almalıydım kendime bir şemsiye
Aslında hiç kullanmam bir şemsiye
Kapüşonlu bir pardesüm var yağmura
Bay Yusuf, ne şanslısınız, olabildiğiniz için şemsiyesiz

max-jacop-kimdir-1024x858-1

Max Jacob-Elizabeth Bishop-Onur Çalı:

Bay Yusuf unuttu şemsiyesini
Bay Yusuf kaybetti şemsiyesini
Madam Yusuf, birisi çaldı şemsiyesini
Fildişi sapı vardı şemsiyesinin
Gözüme batan ucu oldu şemsiyenin
Bir yerde mi bırakmıştım ben şemsiyemi
Sizin şemsiyelikte bırakmadım mı
Dün gece ben şemsiyemi?
Şimdi almak zorundayım kendime yeni bir şemsiye
Aslında ben katiyen kullanmam şemsiye
Partal bir kıyafetim var kapüşonlu, korunmak için yağmurdan
Bay Yusuf ne şanslısınız, kurtuldunuz siz de
şemsiyenizden

0001728990001-1

Max Jacob-Salâh Birsel:

Unuttuysa şemsiyesini unuttu Bay Yusuf
Bay Yusuf ne yaptı şemsiyesini yitirdi
Çalındıysa şemsiyesi çalındı karısının da
Ne ki fildişi bir elma vardı çadırında
Çok değil ucu battı şemsiyenin gözüme
benim de
Şemsiye dedimse sizde unuttum onu
dün gece

Çare yok ki şemsiye almalı başımın belası
Ama ben şemsiye kullanmam ki hiç
Benim de bir muşambam var tozlara karşı
En sincabisi senin yaptığın Bay Yusuf
Kibrit suyu ekmeli köküne şemsiyelerin.

***

Çevirileri ortaya serdiğimize göre şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim mi ey okur?

Evvela: Şiirin orjinaline, yani bizim Max Jacob’un elinden çıktığı haline baktığımızda Salâh Bey’e bir eksi yazacağız: Bay Jacob’un şiiri “La pluie” yekpare bir kıtadan oluşuyor, Salâh Bey’in ikiye bölmesi doğru değil. Çünkü şiir dediğimiz şeyin yarısından fazlasını biçimi oluşturur.

Saniyen: Şiir çevirisi yapacaksanız, ikinci dilden çeviri yapıyor olsanız bile, şiirin orjinaline  [o dilden zerre anlamasanız bile] bir bakış fırlatacaksınız. Eğer bunu yapmış olsaydık, Bay Max Jacob’un Yağmur’un her dizesinin [sondan ikinci dize hariç ki o dize de “yağmur”la biter] sonuna parapluie yani şemsiye sözcüğünü kondurduğunu görecektik. Bu yeni bilgimiz, Salâh Bey ve bendenize eksi yazar.

Salisen: Ki aslında, Elizabeth Bishop da İngilizce çevirisinde bu biçimi korumuş.

Rabian: Siz ne düşünürsünüz bilmem ama benim favorim, güzellik ve doğruluk kümelerini altın oranda kesiştirmeyi başardığı için Ülkü Tamer’in çevirisi.

Şiir çevirisinde her zaman şairler kazanır dememiş miydik!

Peki, şiirin ve de şiir çevirisinin kazananı kaybedeni olmaz dememiş miydik!

Onur Çalı