2017_41_ali_smith_2
Ali Smith

Kadın geyler, bahçesi kendi arka bahçelerine bakan evlerden birinde otururdu.

Kadın geylerin oturma odasında televizyonun arkasındaki duvarda bir resim vardı, çerçevesi olmayan epey büyük bir resimdi, omzunun üzerinden başını çevirmiş bir zebranın resmiydi, etrafında yeşil ve altın renkler vardı, ve kemerler, revaklar veya kemeri olan binalardaki gibi, adı neyse işte, ve bir de tepe, tarlalar, yuvarlak bir güneşle birlikte. Resim bez üzerine boyayla yapılmış gerçek bir resimdi, bezin üzerinden duvara çivilenmişti. Zebranın yanında üzerinde kıyafeti olmayan ve sırtı resme her kim bakıyorsa ona dönük ve duştaki biri veya uykusundan kalkıp gerinen biri gibi kolu başının üstünde duran bir figür vardı; kişinin kim olduğu belli değildi, erkek mi kadın mı, veya daha ziyade resimdeki kişinin herhangi bir şey olabilmesi mümkündü.

Kadın geylerin kablolu televizyonu vardı, erkek kardeşi söylemişti ona, çünkü kadın geylerin ön camından Simpsonları seyretmişti. Burnunu cama dayamış televizyonlarını seyreden dokuz yaşında bir oğlanı mesele etmemişlerdi. Esasen, kadın geylerden biri çocuğun orada olduğunu fark edince odanın diğer ucundan yürüyüp gelmiş, perdeyi çocuğun daha iyi göreceği şekilde düzeltmiş ve hatta bir de duyabilsin diye pencereyi açmıştı, ve program bittiğinde üçü birden camdaki çocuğa el sallayıp veda etmişlerdi.

Kadın geyler epey gençti. Yani, henüz yaşlı göstermiyorlardı. Şey gibi gösteriyorlardı – kelime aklına gelmiyordu. Bahçede veya verandadaysanız ve kapı açıksa ve onlar da bahçelerindeyse konuştuklarını ve gülüştüklerini duyabilirdiniz, veya bazen çaldıkları müziği.

Kadın geyler derdi anneleri onlara, sanki vahşi yaşam programlarında gösterilen bir türlermiş gibi. Kapımızın önündeki kadın geyler, derdi annesi üvey babalarına, genellikle akşam yemeğinde. Bunu birkaç haftada bir söylerdi. Akşam yemeklerini yiyen çocukların başlarının üstünden, hususi olarak söylenecek bir şey gibi söylerdi, ama aynı zamanda aslında belli belirsiz, duyulur duyulmaz bir sesle, onlara yöneltilen ve başka bir anlama gelen sözcüklerle, bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığı manası çıkabilecek sözlerle. Kendisi artık çocukluktan çıkmış sayılırdı, neredeyse on üçüne basmıştı, pek yakında basacaktı. Kimse gittiğini anlamadan evden gitmenin bir yolunu arıyordu, odasındaki tavan penceresinden istediği gibi girip çıkmak, annesinin odana git yoksa, dediği akşamlar için, ki bunlar çok sık oluyordu çünkü annesini hayal kırıklığına uğratmamak zordu. Daha az çocuksu hali buna uğraşıyordu. Daha çocuksu hali ayakları yere hiç değmeden mahallede gezmenin yolunu mükemmelleştirmeye uğraşıyordu.

Kadın geyler, hava güneşli olduğunda, en azından bildiği kadarıyla, kendi ömrü boyunca, o mahallede daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir şey yaparlardı, evlerinin ön tarafındaki üst kat penceresini ardına kadar açar ve aşağıdaki cumba penceresinin üstünde o cumba penceresi bir tür minyatür balkonmuş gibi oturup kitap okurlardı. Evin yapısıyla ilgili, bunun yapılmamasını gerektiren türlü çeşit neden vardı, üvey babasına göre. Bir gün bisikletiyle dışarıdayken kadın geylerden birinin o yukarıdaki pencerede güneşlendiğini gördü. Kaldırıma çıkıp bisikletini yavaşlattı, pedalların üzerinde dikildi ve pencerenin altından bisikletiyle geçerken en kocaman gülümsemesiyle gülümsedi. Yukarıdaki kadın gey onu gördü ve o da ona gülümsedi, doğrudan ona. ! O gün daha sonra bisikletiyle oradan tekrar geçti, bu sefer ellerini bırakarak, elleri ceplerinde bir ezgiyi ıslıkla çalarak geçti, ama artık yukarıdaki pencerede kimse yoktu, e yani, akşam yemeği vaktiydi. Eve gitti. Annesi ona bağırdı, manşetlerine yağ bulaştırmıştı, kotunun kıvrık paçalarına. Kendisine dedi ki, kafasının içinde, dünyayı farklı bir gözle görüyorum, kıyafetlerimdeki yağın benim için sorun yaratmadığı bir gözle. Dışından söylemedi. Dışından söylememesi gerektiğini bildiği birçok şey vardı, mesela muhasebeci veya doktor veya onların söyledikleri şeyleri olmasının mümkün olmadığı. Tiyatro sahne ressamı olacaktı. Bunu şimdiden biliyordu. Birkaç sene sonra bunu dışından söylediğinde annesi ve üvey babasının cevabı, bunun doğru düzgün bir iş olmadığı oldu. (Ama öyleydi, çünkü gelecekte gerçekten mesleği bu oldu ve işinden kazandığı parayı biriktirip ev aldı.)

Ayrıca nedeni kadın geylerdi –bilhassa bu ifade ve bilhassa annesinin, evlerinin arkasındaki evde oturan kadınlar için lezbiyen sözcüğünü kullanamaması veya kullanmaması– birkaç sene sonra, on beş yaşındayken, okulda aşık olduğu bir kıza ondan hoşlandığını, dışından, söylemesinin, ve sonra bu hoşlanmayı gayet açık bir şekilde aşk olarak tanımlamasının, bu da beş senelik çok gerçek aşkı beraberinde getirecekti, beş senenin hayatta pek uzun bir süre olduğu bir dönemde, bir ömrün çeyreği olduğu, ve bileceği gece, bunu yapmak üzere olacağını bileceği gece, Temmuz’un ayışığında kendi açık penceresinin yanında dışarıda çatıda oturuyor olacaktır, gökyüzü engin bir düzlüktür, yılın bu zamanı bazen görülen kuyruklu yıldızlar binlerce mil üstündeki gökyüzünün karalığında ansızın sıçramaktadır. Kayan bir yıldız, bak. Bir tane daha. Etrafındaki bütün evler karanlığa gömülmüştür, bir zamanlar yaşadıkları evdeki (şimdiye kadar taşınmışlardır, o ev şimdi içinde alelade başka insanların yaşadığı iki daireye bölünmüştür) pencereler karanlığa gömülmüştür ve kendisine karşı şeffaf olacaktır orada oturup yukarıya, gökyüzüne ve yıldızlarına, gözlerini indirip o pencerelere bakarken zihninde bir zamanlar orada yaşayıp bir geleceğe doğru giden insanlar için şu sözcüklerle,
kadın geyler.

Ali Smith

Çeviren: Çağla Taşkın

Kaynak: Five Dials adlı edebiyat sitesi