muzeyyen-senar-9cfde9

Dünya kurulalı beri iki insanın mesnetli bir izaha yer vermeyen duygusu olan aşk, dünyayı vazgeçilmez bir cennet ve çekilmez bir cehenneme çevirir durur. Böylece her dönemde romanlar, şiirler, şarkılar, bu kaynağı belirsiz, gücü sonsuz duygunun ettiklerini konu etmekten vazgeçemez. Heyecan, coşku, ayrılık, hasret, vuslat… Gönül kırıklığı ki sızısı kalp kırıklığından incedir, aşk hallerinin belki de en vahim olanı. Nasıl olmasın, aşkın adil olmadığı yani bir tarafın tüm yükü tek başına sırtladığı durumların küskünlüğünü topyekûn tanımlar bu duygu.

Gönül kırıklığı, Klasik Türk Müziği güftelerinin de vazgeçilmez temalarından biri. Çok uzun zaman önce söylenmiş o sözler, bir oya gibi işlenmiş notalarla buluşunca karşımıza öyle bir şey çıkar ki pek çok şeyde olduğu gibi gönül ilişkilerinin de zamanla önüne geçilemez bir tahribata maruz kaldığı gerçeğiyle karşı karşıya bırakır bizi.

“Hûsnüne güvenme ey rûy-i mâhım
Niceler bu tarz-û revîşten geçti
Seni vefâsız, seni vefâsız
Sana kâr etmedi feryâd û âhım
Benim âhım kûh-i keşîşten geçti
Seni vefâsız, seni vefâsız”

“Güzelliğine güvenme ay yüzlüm, niceleri bu yolu tuttu. Feryadım, ahım Keşiş Dağı’ndan bile geçti de sana kar etmedi” diye başlıyor şarkı. Haydar Telhüner bu güfteyi hicaz makamında bestelemiş. Eserin, Sofyan usulünün 4-4’lük vuruluşu ile icra edilmesi gerekse de kimi zaman daha hızlı çalındığına şahit oluruz. Bu da şarkının duygusunun dinleyene tam olarak aktarılmasına engel teşkil ediyor ne yazık ki. Tıpkı gayet hüzünlü bir şarkı olan “Ada sahillerinde bekliyorum”un hızlı çalındığı için insanların dinlerken tempo tutup neredeyse göbek atması gibi. Bu arada bilmeyenler için Türk müziğinde usul, ritim sözcüğünün karşılığı olarak kullanılır. Çeşitli zaman ve kuvvetteki vuruşların sıralanmasından, kalıplaşmış vuruş guruplarından oluşur. Kısaca kalıplaşmış bir zaman şeklidir.

Türk müziği eserlerini pek çok kişi icra edebilir, diğer müzik türleri gibi kimsenin tekelinde değildir ancak bir şarkının dinleyende iz bırakması için güfte ve besteden sonra icracıların yeteneği, duygusu devreye girer. Alabildiğine matematiksel ve kalıplara bağlı bir müzik türünde bu yeteneği göstermenin oldukça zor olduğunu kabul etmek gerekir. Ne de olsa özellikle Klasik Türk Müziği eserlerinde doğru notalar, doğru usul, doğru telaffuz ve doğru nağmeleri kullanma zorunluluğu icracıyı çepeçevre kuşatır. Tüm bu zincirlerin içinden kendi tarzı ve duygusu ile çıkmış olanların isimlerinin altın harflerle yazılmış olduğunu görürüz. Türk Müziği’nde bu isimlerden biri şüphesiz Müzeyyen Senar’dır. Hala dilden dile gezen pek çok şarkının onun kendine has üslubu sayesinde sevildiğini kim inkâr edebilir? Yazıya konu olan bu şarkı da sanatçının ruh verdiği nadide eserlerden biri. Öyle ki güftede yer alan can yakıcı sitemi onun sayesinde seziyoruz. Hele şarkının serbest okunan bir bölümü var ki, cam kırıkları ile parçalanmış bir kalbin sevgiliye son sözleri kulağımızdan kalbimize, oradan da ruhumuza işliyor. Naif bir reddediş, sitemkâr bir vazgeçiş ve çaresizlik çığlığını derinden hissediyoruz. Şimdi karşılıklı restleşen âşıkların, alabildiğine kaba bir biçimde birbirlerine ettiği sözleri düşününce, bu zarafetin insanı sarsmaması mümkün değil.

“Benden sana destûr ey çeşm-i âfet
Kiminle istersen eyle muhâbbet
Şimden gerû sen sağ, ben de selâmet
Fevkîya bu alışverişten geçti
Seni vefâsız, seni vefâsız…”

Şarkının can damarı olan bu sözleri kimin yazdığının belirsiz olması üzücü. Kimi kaynaklarda 1800’lü yıllarda Kayseri-Develi’de yaşamış halk ozanı Seyrani ismi literatüre geçerken, TRT arşivlerinde ise aynı dönemlerde Konya’da yaşamış olan Aşık Şemi kaydedilmiş. Kaynağı belli olmayan bir hikâyeye göre ise güfte, Erzurumlu sazende Emin Fevki Bey tarafından karşılık bulamadığı aşkı için yazılmış. Şarkının bestecisi Haydar Telhüner’in Erzurum’da askerlik yaparken Emin Fevki ile tanıştığı ve onun kendi bestesiyle duyduğu bu güftelere hayran kalarak yeniden bestelemek için kendisinden izin istediği söylenir. Eserin sonunda geçen “Fevkiya” sözünün üst, yukarı anlamındaki fevk sözünden türeyen bir sözcük olmayıp Emin Fevki Bey’in güfteye attığı imza olarak değerlendirildiği de olmuştur. Burada sazendenin bu sözleri kendinin mi yazdığı yoksa kulaktan kulağa gelen halk dizelerinden mi esinlendiği sorusu sorulabilir. Konu, geçmişten günümüzde hâlâ bahsi geçen telif, çeviri, intihal gibi konular minvalinde ayrıca ele alınabilir. Ancak bu şarkı nezdinde güftenin yarattığı duyguya muhatap olanlar olarak yapacağımız pek az şey var. Şu anda hayatta olmayan tüm ozan, şair, besteci ve icracıların sanatına minnet duymak, sahip olduğumuz bu engin müzik türüyle kana kana haşır neşir olmak ve şimdilerde yaşadığımız duyguların dışavurumlarındaki farklılıkları düşünmek.

Dünya döndükçe aşk, gücüyle sarmalayıp nihayetinde yakıp kavurmaya devam edecek. İş ki insanların hayatlarındaki ve sanatlarındaki yeri sıradanlaşmasın.

Hande Çiğdemoğlu