2016-04-03 Machine Readable
Machine readable writing.
Human readable writing.
Makineler okusun diye yazmak. Bilgisayar için yazmak. Bilgiyi sevip saymak. Bilgisayar arama motorları için tag, keyword, subject heading üretmek. Gelmiş geçmiş her insanın, yaşayan herkesin bir kerecik de olsa trending tweet olduğu pembe dizi bir dünya. Dünyaya geldiğine pişman makina.
Makineleşmek istemek. Nazım gibi. Fikret gibi. Tevfik Fikret Kızılok. Makineleri sevmek. Annemin Nauman marka dikiş makinesini sevmesi gibi. Özünden çok sevmek. Makineler bizi sevmek zorunda değil.
Makinalaşmak istiyorum.
Makineleşmek istiyorum.
Makineye makine olduğunu unutturup makineleşmesini istettirmek.
Makinelerin bizden bir şey istemesi.
Bir tek şey.
2016-04-24 Parmak Çocuk
Hidayetin babası askerden cebinde bir parmak çocukla geldi.
Ve kuş sesleri. Muhabbet kuşları yedi onu.
2016-05-27 Pirzola Bomba
Pirzolalar, kuzu bacakları, ondan sonra garnizondan anneme yazdığım mektup. O mektupta söylediğim şeyler. Mesela bir kuzu bacağının, bir butun (but eti, budala eti) bombalardan arta kalan organlara benzemesi. Ahırına bomba düşen köylünün but, bacak, kelle toplayıp tandır için malzeme bulmaya çalışması.
Bir demet kekik lazım şimdi diyor kendi kendine.
2016-05-31 Gökdel Balkon
Baudelaire gökdelen gördü mü? Gökdelende balkon yokmuş; olamaz! Düşüp dalak gibi yayılmışım kaldırıma balkondan. Şiir sabah okunur. Şiir akşama kadar bayatlar. Akşam sevişilir. Her şeyin bir vakti var.
Gök del ey balkon!
Ey balkon gök del!
Del, yırt göğümüzü.
Anneme mektup yazmıştım askerden. Anneme yazdığım mektuplarda bir ızgara şölenini bir barbekü pikniğini yanımda patlayan bombayla önüme düşen et parçalarına, el, parmak, ayak, göz ve kulaklara benzetmiştim. Barut kokusu, baharat. Bahar, baharat, barut, barbekü. Etçil imparatorluğumuz. Başkumandan etyemez. Mangal destanında hepimiz ölümlüyüz.
2016-06-01 Şiir Manifestosu
Bin dokuz yüz bilmem kaç yılına kadar her sene bir şiir manifestosu yazar bu şiir manifestosunu kendi çıkardığı dergilerde (Kubbealtı, köprüaltı, yeraltı gibi) yayınlar ve bunlardan birinin bir gün tutacağına inanırdı. Bunlardan biri tutacaktı. Bunlardan biri gerçek edebiyat olayı olarak tarihe geçecekti. Yani tarihte ilk kez öyle bir şey olmuş olacaktı ve şiir, edebiyat o andan itibaren o manifestoya göre devam edecekti. O okulun, o ekolün bir uzantısı olacaktı bütün edebiyat ondan sonra. Yazdığı her manifesto “en son manifesto” ardından başka hiçbir akımın, hiçbir okulun, hiçbir yeniliğin gelmeyeceğini iddia eden bir manifestoydu. Bu haliyle (sonsuz dönüş motifi gibi) kendisini her defasında mesih ilan ediyor, manifestosunu da son kutsal betik diye tanıtıyordu. Antropolojideki ve dahi teolojideki “Son peygamber” özelliklerinin hepsini taşıması için baba evinden kaçtığını, bir sütnine tarafından büyütüldüğünü, parasız yatılı okuduğunu, sık sık öksüzler yurduna yatırıldığını iddia ediyordu.
O manifesto ki her defasında en yeni, en genç, en taze olduğunu ileri sürer, öncekilerin hepsini reddeder, kendi yaratmak istediği akımlarla bile dalga geçer (alçakgönüllülük ilkesi), hepsini tarihin çöplüğüne atar, ve güne o günü gelecek haline getirmekle başlardı. Ve o günle birlikte bu akımların hepsinden öte o akım sonsuza kadar kalan bir yenilikçi edebiyatın müjdecisi olurdu ki artık başka hiçbir yeniliğe gerek duyulmayacak ve sonunda kendi kendini de sürekli yenilediği için özünü inkar edecek bir paradoksa da sahipti. Her manifestoyla birlikte daha da inandırıcı olması için mesela sakalı varsa tertemiz traş olur ve hemen perhize başlardı. Bu genellikle kırmızı et yememekle özetlenebilirdi. Bir de sigara içmediği halde kararlığının kanıtı olarak halkın gözü önünde bir paket sigarayı topuğuyla ezerdi. Yeni bir yalvaç şairin gelişinin misyonu bu akımı bir adım öteye taşımak olacaktı ki zaten ikinci paragrafta (ayet?) bu öngörülmüştü. Yani bu manifesto bize artık hiçbir yenilik edebiyatının olamayacağını, edebiyatın o günle birlikte en tepe noktasına ulaşacağını ve orda ne geçmişi ne de geleceği olan sürekli bir “o an”da devineceğini müjdeliyordu. Neden daha önce orda değildik o zaman diye sorulursa da zaten hep orda olduğumuz hatırlatılacaktı.
Ömür boyu hazırlık sınıfında kalmış biriydi. İngilizcesini ne ilerletebiliyordu ne de geriletebiliyordu. Kam hiyır Ali. Rayt yor neym on dı blekbord’tan öteye geçemediği halde başvuru formlarında iyi derecede İngilizce bildiğini yazıyordu. Ömür boyu hazırlıkta olan bu şairin yazdığı şiirler vardı bir de. Bir gün birileri manifestolarınıza diyecek yok ama bir bunların hayata geçmiş halini görsek demişti. Şiirleri yaşamın bir parçası gibi, bir araba, bir motosiklet süren insanın ya da bir takayla balığa çıkmış birinin izlenimleri gibiydi. Yani balığa çıktığınızı birileri bir yerde duyuyordu ama sanki konuşmanın bir parçası gibiydi.
Bakla tarlalarını ekleyip bitirmek gerekiyor bunu. Edirneden Ardahana kadar bakla tarlaları bu memleket. Kahve türküsü, mahşerde uyanmak, bunları da söylemek gerek. Nereye doğru yazıyor o? Sonsuzluğa, sessizliğe doğru yazıyoruz zaten. Oraya doğru gidiyoruz ki yazdığımız her şeyi minimalist bir hale getiriyoruz. Sayfaları çoğaltıyoruz ama kelimeleri azaltıyoruz. Duygular yoğunlaşıyor. Ve her şey bir yokluğa doğru deviniyor. Orası şiirin varabileceği büyük susku, ulu sessizlik. Gelin, katılın bu akıma, nolur, diye yalvar yakar bir edayla son buluyor manifesto.