Kız Kardeşlerin Pozzo’su Necati Bey’dir. Lucky, babadır. Estragon ve Viladimir ise kardeşler. Geçmiş geçmiştir, kaybedilenler kaybedilmiştir. Yine de hayat devam etmektedir.

MV5BMjFmM2E5MmQtM2IyMS00NDVhLTg2NWMtNWU1ZjZmMjZiZGQ1XkEyXkFqcGdeQXVyNTQyNjgyMDk@._V1_

Aslında bu soruyu, “dünya nereye gidiyor?” şeklinde hep sorduk. Hayatlarımız bir virüs, ufacık bir virüs tarafından esir alınmadan önce de sorduk, soruyoruz. Ama hep bekledik. Samuel Beckett’in Gogot’yu Beklerken oyunundaki Estragon ve Viladimir gibi. Bekliyoruz. Bir kurtarıcı, bir mesih; bizi buradan, bulunduğumuz, çakılıp kaldığımız çaresizlikten kurtaracak bir güç bekliyoruz. Pozzo’lar[1] hiç bitmiyor, görünmez iplerle önlerine kattıkları Lucky’lerle[2] geçiyorlar önümüzden. (Bizim de Lucky olmadığımız ne malum)

Emin Alper’in Kız Kardeşler filmini izliyorum. Bu ikinci izleyişim. İlkinde şöyle bir çıkarım yapmıştım: eğer resmin bütününü görmezsek, döngü sonsuzca devam eder. Annelerini kaybetmiş, babalarıyla yaşayan üç kız kardeşin besleme verilişinin öyküsü Kız Kardeşler. Kardeşlerden büyük olan, Reyhan, besleme verildiği Necati Bey’in evinden hamile olarak döner baba evine. Ardından “yarım akıllı” Veysel’le evlendirilir. Küçük kardeş Havva’nın baktığı bebeğin ölümü üzerine (filmin sonunda da bir bebek ölecektir) kasabadan köydeki evine getirilişiyle başlar film. Sonrasında ortanca kardeş Nurhan da doktor Necati tarafından, baktığı bebeğe iyi davranmadığı gerekçesiyle geri getirilir köye. Aslında hepsi de bir çocuğa bakmak için besleme verildiklerinde çocuk yaştadırlar. Film içerisinde, insanın beynine kazınan sahneler var, diyaloglar ölçülü, görsellik doyurucu.

Nurhan’ı eve getiren Necati Bey akşamı köyde geçirmeye karar verince kızların babası Şevket ve muhtarla yemeğe kalır. Bu arada onlara katılan “yarım akıllı” Veysel ”tatlı” sohbeti bozar. Veysel yarım akıllıdır, delidir yani. Deliler böyledir, tatlı tatlı süren oyunu bozarlar. Çünkü onlar, bir yönüyle gerçeğe en yakın kişilerdir. Fakat insanlar genellikle gerçekleri sevmezler, her ne pahasına olursa olsun yalanlarla örülü dünyalarının devam etmesini isterler. Oyun sürmelidir. Doktor Necati verdiği sözlerde durmasa da, besleme olarak kendisine emanet edilen Reyhan’ı belli ki (filmde Reyhan’ın bir eczacıdan hamile kaldığı sanılmaktadır) hamile bırakmış olsa da doktordur ne de olsa. Elbette onun sözü dinlenecek, ona inanılacaktır, o hürmet görecek, herkes onun “iyi”liğine muhtaç kalacaktır. Veysel kimdir ki? Bir yarım akıllı! Kaldı ki Reyhan’ın da diğerleri gibi onu aşağılamasına, içinden geçenleri söylediği, Necati Bey’den iş istediği için diğerleri gibi onu hor görmesine dayanamayan Veysel bir trajediye sebep olacak ve babasının kaderini paylaşacaktır.

Tıpkı Gogot’yu Beklerken’de olduğu gibi burada da bir beklenen vardır: Doktor Necati Bey. Ortanca kardeş hastadır. Onun iyileşmesi Necati Bey’in köye gelişine bağladır. Yollar karla kaplıdır. Baba, Necati Bey’in geleceğine inanmıştır. Büyük abla Reyhan önce kardeşini babasıyla kasabaya doktora götürmeyi düşünürken, filmin son sahnesinde kardeşlerini kastederek “biz üçümüz gideriz kasabaya” diyecektir. Hasta Nurhan ise (ki Nurhan da kardeşler içinde gerçeğe en yakın durandır) bütün bunların bir uydurmaca olduğunu, Necati’nin gelmeyeceğini söylemektedir hasta döşeğinde.

Kız Kardeşlerin Pozzo’su Necati Bey’dir. Lucky, babadır. Estragon ve Viladimir ise kardeşler. Geçmiş geçmiştir, kaybedilenler kaybedilmiştir. Yine de hayat devam etmektedir. Bekleyişin nereye kadar süreceği Reyhan’a bağlıdır. O babasına rağmen kardeşini sırtlayıp götürebilecek midir acaba kasabaya?

Her kitap, her film, her yaratı farklı okumalara açıktır. Tıpkı hayat gibi.

Eylem Hatice Bayar

[1] Pozzo: İtalyanca’da kuyu anlamına geliyor.

[2] Lucky: Şanslı (İng.)